Erkeğe iki kat miras mı?(!)

Nisa 4;11

فِي أَوْلاَدِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ فَإِن كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ

Allah, size, çocuklarınız (ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (DİB meali)

Miras bölüşümü hakkında Kur’an’ımızdaki bu ayet dikkatlice okunduğuna, ayetin ifadelerinde tipik aile birimi için bir benzetme veya örnek verildiği açıkça görülebilir.

فِي أَوْلاَدِكُمْ    Çocuklarınızın arasında

لِلذَّكَرِ          Bir oğlandan (erkek çocuktan)

مِثْلُ            Birinin resmini yapmak / resimde/heykelde göstermek / benzetmek, tasvir etmek / temsil etmek / canlandırmak, örneklendirmek /  varsayım üzerine bir şey anlamak…

حَظِّ            Şans talih kısmet anlamına gelen بَخْت  kelimesinin eş anlamlısıdır.

Rabbimiz, ailedeki bir ‘erkek çocuk’ veya ‘oğul’ tanımlamak için genel olarak insanlarında tercih ettiği aynı ifadeyi kullanmıştır. İnsanlar da hayatlarına giren erkek çocuğu veya oğlu/oğullarını, ‘şanslı olanlar’ tarafından elde edilen’ ya da ‘şans eseri sahip olunan’ bir şey olarak ifade ederler. Ayette de insanların düşüncelerini ifade ettikleri gibi aynı tonda kullanım vardır, çünkü çoğunluk oğul veya oğulları bir servetmiş gibi değerlendirir ve oğullarını her zaman kızlarına tercih ederler.

https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%AD%D9%8E%D8%B8%D9%91%D9%8D/?c=T%C3%BCm
https://www.etimolojiturkce.com/kelime/haz
https://www.luggat.com/index.php#ceviri

Bu gözle bakıldığında, ibarenin gramer yapısının oluşumuna göre “مِثْلُ حَظِّ” (mislu hazzi) kelimeleri; ailenin talihi, şansı, serveti sayılan ve varlığından haz alınan “oğul, erkek çocuk” (لِلذَّكَرِ / lizzekeri) için kullanılmıştır. Söz konusu anlayışa Kur’an’ımız başka ayetlerde de bu tutuma dikkat çekmiştir.

53:21 “أَلَكُمُ الذَّكَرُ وَلَهُ الْأُنثَى” ayetinde; Arap müşriklerinin düşünceleri hakkında belirtilen “Erkek size, kadın O’na mı?” cümlesi, söz konusu tutuma Kur’an’ımızdaki bir referanstır.

Nisa 4/11 ayetinin doğru anlamı şu şekilde olmalıdır.

فِي أَوْلاَدِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ

“Çocuklarınız arasında şansla elde edilmiş, (şans eseri yakalanmış) bir oğul/erkek çocuk/ oğlan (veya haz aldığınız, hoşlandığınız oğul/erkek çocuk/ oğlan”

Bir sonraki kelime olan ‘الْأُنثَيَيْنِ’ (el unseyeyni), bağımsız olarak ‘فِي أَوْلاَدِكُمْ’ (fi evladikum) ile açıklanan veya belirlenen üyelerin ifadesini ileriye taşır.

“الْأُنثَيَيْنِ” (el unseyeyni); kelimesi yaygın ve genel olarak kızların çoğulunu ifade etmek için kullanılır. Alimlerimiz “الْأُنثَيَيْنِ” (el unseyeyni) kelimesini bir ailenin iki kızı olarak kabul etmişlerdir. Ancak ‘iki kız’ olarak alınsa bile fark etmeyecektir.

“فَإِن كُنَّ” (fe in kunna); “eğer varsa”

“نِسَاءً” (bi saen) bir kadın.  “فَوْقَ” (fevka) üstünde. “اثْنَتَيْنِ” (esneteyni) kızlarının. 

Eğer kızların üstünde / üzerinde bir kadın varsa anlamına gelir.

Dolayısıyla, 4:11 ayetinin sözlerinden;

“فِي أَوْلاَدِكُمْ لِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْأُنثَيَيْنِ فَإِن كُنَّ نِسَاءً فَوْقَ اثْنَتَيْنِ”

Şansla elde edilen, varlığından hoşlanılan, haz duyulan bir oğlan, kız veya iki kız ve kızlardan daha büyük bir kadından oluşan bir aile birimi örneği karşımıza çıkmaktadır…

Ayette erkeğin iki kat fazla pay aldığı nerede yazıyor?

Geleneksel alimlerin sahte hadisleri takip ederek Kur’an’ın çevirisinde tüm putperest düşünceleri getirmeleri ve kör Kur’an alimlerinin, mirasın iki katı bir kısmının ailenin erkek çocuklarına verilmesinin “mantıksal nedenlerini” icat etmeleri bizim zor şansımız / talihimizdir.

Kendilerinin ‘sadece Kur’an’ diyenlerden olduğunu söyleyenler, çeyiz ve kızlara yapılan diğer masraflar vb gibi yanlış sebepler icat edip, Kur’an adına mantıklı yalanları sıralayarak, Rabbimizin erkekler ve kızlar arasındaki dengeyi korumak için erkeklere iki kat ödeme yapmamızı emrettiğini vaaz ediyorlar.

Artık ayetin geri kalanını kolayca tercüme edebilirsiniz, çünkü insanların Kur’an’ı, -bizim çalışmamız da dahil olmak üzere- birinin çevirisini takip etmek yerine kendi çabaları ile anlamalarını bekliyoruz.

Asla zalim olmayan ve haksızlık yapmayan ALLAH’ımız adına zulmü ve adaletsizliği vaaz edenler çok büyük bir yük yüklendiklerini bilmelidir.

Rabbimiz lütfen ilmimizi artırır ve öğrendiklerimizi uygulayabilmek için bize ikram eder misin!..

Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/erkege-kadinin-iki-kati-miras/" rel="tag">erkeğe kadının iki katı miras</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/miras/" rel="tag">miras</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/nisa-4-11/" rel="tag">nisa 4 11</a> Bir yorum yapın

Nisa 3. Ayet – Mesna ve Sulase ve Rubaa

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ – Mesna ve sulase ve rubaa

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. (DİB Meali)

“مِّنَ النِّسَاءِ مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ Minennisai mesna ve sulase ve rubaa” kelimeleri açık bir şekilde bir şeye sahip olan yetim çocukları ile birlikte “الْيَتَامَى “; iki parçadan oluşan, iki unsuru, iki katı veya çift kısma sahip olan “مَثْنَى “; üç kısma veya üç kata sahip, üç parçadan oluşan “وَثُلاَثَ”; dört unsuru olan veya dört parçadan oluşan, “وَرُبَاعَ”;  (….hanımları / …lı hanımlar) ”مِّنَ النِّسَاءِ”  kadınlardan bahseder. Bu bağlamın konusu bir önceki ayetten gelmektedir.

 ” مَثْنَى “, ” ثُلاَثَ “ve ” رُبَاعَ ” sözcükleri, ‘kişisel özne sıfatı’ olup, arasına “elif” veya “elif” sesi eklenerek yarı edilgen özne haline gelmiştir. Oluşumları, birçok Arapça kelimede görebilen örnekler ile tamamen aynıdır.

  • “رسل” kök kelimesinden “رسالہ” veya
  • “طلب” kök kelimesinden “طالب” gibi

Yarı edilgenlik;

  • “Oynamak” fiilinden “oyuncu”,
  • “Yazmak” kelimesinden “yazar”
  • “Okumak” kelimesinden “okuyucu” gibi bir şeyin konusu olan bir kişiyi ifade eder.

“Bir şeye sahip olan veya elinde tutan biri” anlamına gelir. Dolayısıyla;

  • Kendisi ve bir yetim çocuğu olan “مَثْنَى “;
  • Kendisi ve iki yetim çocuğu olan ” ثُلاَث “;
  • Kendisi ve üç yetim çocuğu olan “رُبَاعَ ” kadını ifade eder.

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“Ve-in ḣiftum ellâ tuksitû fî-lyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum mine-nnisâ-i meśnâ veśulâśe verubâ’(a)(s) fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

  • “وَإِنْ”(ve in) ve bu / ve eğer
  • “خِفْتُمْ”(hiftum)  (yük / sorumluluk üzerinde) rahatlama / kolaylık / hafifletme yapılırsa…

“خِفْتُمْ” kelimesinin sonunda bulunan “تُمْ” eki; sonlandırmak, bitirmek, son vermek, sona erdirmek, anlamına gelen “تمم” (tmm) kök kelimesinden türetilmiştir.[1]

“خِفْ” kelimesi ise rahatlatmak, kolaylaştırmak veya bir kişinin yükünü, sıkıntısını hafifletmek anlamına gelen “خفف” (h+f+f) kök kelimesinden türetilmiştir.

  • “فَانكِحُواْ – fenkihû” kelimesinin pasif seste “ف” öneki, söz konusu eylemi gerçekleştirmeyi vurgulayan ‘sonra gerçekten onlara girin’ anlamına gelen edilgen bir emir fiildir.

“فَانكِحُواْ” fiili Arapça “نكِحُ” kökünden türemiştir ve doğru olarak ‘bir şeyle veya birisi ile ilgilenmek’ anlamına gelir.

  • “أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى – ella tuksitu fil yetama” ifadesi; ‘imkânları kaybedilenler veya yetim olanlar arasında haklı, tam bir güvence tesis etmediği sürece / olmadan / sağlanmadıkça’ anlamındadır.
  • “مَا طَابَ لَكُم – ma tabe lekum”; kabul edenler (bahsedilen yetimlerin bakımına giriş teklifinizi) 
  • “مِّنَ النِّسَاءِ – minen nisai”; hanımlardan
  • “مَثْنَى – mesna”; ikili / iki bireyli / iki fertli / (kendisi ve beraberinde bir birey)
  • “وَثُلاَثَ – sulesa”; üçlü / üç bireyli / üç fertli / (kendisi ve beraberinde iki iki birey)
  • “وَرُبَاعَ – rubua”; dörtlü / dört bireyli / dört fertli / (kendisi ve beraberinde üç birey)

Bu nedenle, “مِّنَ النِّسَاءِ – minennisai” ifadesinin ardından gelen;

  • “مَثْنَى – mesna” kelimesi; birleşimi, bir çocuğu olan ve çocuğuyla ikişerli bir yapısı olan bir hanım…
  • “ثُلاَثَ – Sulase”; iki çocuğu olan ve iki çocuğuyla üçlü bir yapısı olan bir hanım…  
  • “رُبَاعَ – Rubaa”; üç çocuğu olan ve üç çocuğuyla birlikte dörder kişilik bir yapısı olan bir hanımı ifade eder.

Ayrıca, “قسط – kıst” kök kelimesinden türetilen “تُقْسِطُواْ – tuksitu” kelimesi; ‘birini düzenli olarak desteklemek, birisine yaşam gereksinimlerini vermek, birinin hayatında adil bir şekilde pay vermek ve birisine düzenli destek, özen ve ilginiz konusunda güvence vermek’ anlamına gelir. Aynı zamanda ‘birini uygun şekilde tedavi etmek’ için kullanılan tıbbi tedavi terimidir.

Bu, “قسط” kelimesi düzenli ödeme veya kendi lisanımızda da kullanılan taksit kelimesinin aynısıdır.

https://www.nisanyansozluk.com/kelime/taksit

“خِفْتُمْ – Hiftum” kelimesi  aynı zamanda; yükü hafifletmek, rahatlamak ve rahat nefes almak anlamına gelir.

https://www.nisanyansozluk.com/kelime/hafif
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%AE%D9%81%D9%81/?c=T%C3%BCm

Ayrıca aynı “ثُلاَث – مَثْنَى – رُبَاعَ” (Rubaa-Mesna-Sulase) kelimeleri, Arapça tıp ve sağlık bilimleri kitaplarında yer alan bazı tıbbi anlatımlar için de kullanılmaktadır:

  • “مَثْنَى – Mesna” tıbbi olarak; “plantar refleksi” veya “Babinski refleksi” olarakda bilinen, ellerde ve / veya ayak parmaklarında bir anormallik şeklindeki tıbbi bir durumu ifade eder. Çift kişiliklilik ve iki cinsiyetli özne vurgusu Arapçada tıp dilinde “مَثْنَى” olarak da adlandırılır.
  • Aynı şekilde, “ثُلاَثَ – sulase”, yapışık ikizlerde, füzyonun bitişik kolları birleştirerek tek bir kol oluşturacak şekilde iki beden için sadece üç kol olduğu ve yine yapışık ikizlerde, birleştirilmiş yanlardaki alt uzuvların tek bir ayak oluşturması neticesinde, iki beden için sadece üç ayak olması durumunu ifade eden anormal tıbbi bir terimdir.
https://hthayat.haberturk.com/saglik/haber/1035382-babinski-refleksi-nedir
https://www.almaany.com/en/dict/ar-en/tribrachia/
  • “رُبَاعَ – Rubaa” aynı zamanda kadınlarda “tetramastigot” olarak adlandırılan ve üzerlerinde dört meme bulunan tıbbi anomali durumudur. Tıpta mesotelium (mesoderme ait seroz zarları meydana getiren tabaka) olarak bilinen yapı; eklemler, kaslar, cilt, gözler, kalp, akciğerler, böbrekler, gastrointestinal sistem ve kan damarları dahil olmak üzere yaklaşık iki yüz bozukluğun listelendiği özel bir hücresel dokudur. 

Ayrıca, “مَثْنَى – mesna” nin sonundaki “ى” eki, dil bilgisel olarak yer (وطن) konusunda olduğu gibi bir şeyin öznesinin oluşumunda, onu ‘iyelik sıfatı’ haline getirir.

“وطن” Vatan’ın sonuna ‘ی’ eklenerek oluşturulur, yani;

  •  ى + وطن = وطنی (vatanî).
  • “السعودیة” konusuna “سعودی” (suudî)
  • يّ + مِصْر = مِصْريّ (mısrî)
  • ی + عرب = عربی (arabî) denir ve aynı şekilde oluşturulur.

İyelik sıfatı, mülkiyeti gösteren bir sıfattır. İbareyi izleyen ismin sahipliğini gösterir. Başlıca işlevleri, bir şeyin kime ait olduğunu açıklamaktır.

https://nedir.ileilgili.org/iyelik+s%C4%B1fat%C4%B1

Aynı şekilde “مَثْنَى – Mesna”, “ikinin”  öznesi anlamına gelen bir özne sıfatıdır.

Bu nedenle, “مَثْنَى” kelimesinin doğru tercümesi için -bu ayetin bütün tercümelerinde göz ardı edilen- yanlış bir anlayışla uydurulmuş “ikinci eş” kelimesinden önce, “…nin” özne edatının “iki” den sonra getirilerek “ikinin” şeklinde olması gerekir.

Ayrıca, “ثُلاَثَ” ve “رُبَاعَ”, aralarına “elif” getirilerek yapılan öznenin geçiş halidir.

  • “علم” (alime) kelimesinden “عالم” (alim)
  • ”ظلم” (zeleme) kelimesinden “ظالم” (zalim)
  • “کتب” (ketebe) kelimesinden “کاتب” (katip)  vb….

“ظالم – zalim” kelimesi,  zulüm sahibi veya zulmeden anlamını ifade eder. Aynı şekilde, “عالم – alim” bir bilginin (علم) kendisi değil, bilgiye sahip bir kişidir (علم).

Kök kelimelerin harflerinin arasına “elif” harfi eklenmesiyle yapılan çok sayıda benzer Arapça kelime bu meseleye örnek olarak verilebilir. 

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ 

“Ve-in ḣiftum ellâ tuksitû fî-lyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum mine-nnisâ-i meśnâ veśulâśe verubâ’(a)(s)….”

ve eğer (bu yük/sorumlulukta) hafifletme (rahatlatma) yapılırsa, yetim olanlar (imkânları kaybedilenler) arasında haklı, tam bir güvence sağlanmadıkça (olmadan / tesis edilmediği sürece) (bahsedilen yetimlerin sorumluluğuna giriş teklifinizi) kabul eden iki fertli (kendisi ve bir yetimi), üç fertli (kendisi ve iki yetimi), dört fertli (kendisi ve üç yetimi) hanımlarla  ilgilenin

Ayetimizin devamında yer alan:

Nisa 4;3

فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“…. fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

  • “فَإِنْ خِفْتُمْ – fein hiftum” gerçekten de rahatlama, kolaylık, yükün hafifletilmesi yapılırsa veya             gerçekleştirilirse…
  • “أَلاَّ – ella”; …sız /…memek (….mamak) için / davranmamak / geri kalmamak / ihmal etmek / …den ayrı / …. dışında.

“أَلاَّ”(ella) kelimesi لاَّ + أَ ‘in bir birleşimidir; burada “elif” (أَ) öneki aslında ‘ne’ veya ‘nedir’ anlamına gelen bir ‘soru ifadesidir’ (صیغة استفھام) ve “لاَّ” parçacığı olumsuzluk ifadesi yükleyen ‘değil’ veya ‘olmayan’ anlamına gelir.

Bu nedenle, “أَلاَّ” ifadesi ideal olarak “olmayan” anlamında kullanılmalıdır, ancak üst satırda yazılan anlamlarda da kullanılır.

  • “تَعْدِلُواْ” (tadilu); tamamıyla eşit, adil ayarlamak veya düzeltmek / denkleştirmek 
  • “فَوَاحِدَةً” (fevahidetun); bir
  • “أَوْ” (ev); veya
  • “مَا” (ma); olumsuzluk veren “مَا النافیة” (ma nafiye)
  • “مَلَكَتْ” (meleket); sahip olunan / elde edilen / kazanılan
  • “أَيْمَانُكُمْ” (eymanukum); ahdiniz / yemininiz / yasal anlaşmanız

(“مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ” aslında yasal evliliği (evlilik taahütnamesini, evlilik anlaşmasını) ifade eder.)

  • “أَيْمَانُ” (eyman) kelimesi halen Arap ülkelerinin hukuk sisteminde taahhüt veya yemin ifadesi olarak kullanılmaktadır

Kur an’ ımız daki “مَلَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) ifadesi, evlilikte birbirimizin mülkiyetine sahip olma yeminine girmemizi talep eder. Ancak Kur’an’ımızdaki bu ifade ‘sağ ellerinizin sahip olduğu’ şeklinde; ‘kölelerine sahip olma hakkının sadece efendilere verildiği ve kölelerin efendileri üzerinde böyle bir hakları olmadığı, köle kızlar veya cariyeler’ anlamı verilerek, yanlış bir şekilde tercüme edilmiş ve açıklanmıştır. Karanlık Çağ kölelik kültürünün ve cariyelerin temsilcileri; yasak olan köleliği İslam’a getirmek için Kur’an’ın gerçek ifadelerini çarpıtmış ve sayısız cariye ya da köle kızın yanı sıra, resmi eşleri olanları da araçsallaştırarak yasadışı bir cinsel zevk yolu açmışlardır.

Oysa Kur’an’ımızdaki “مَلَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) kelimeleri, kadınları ve haklarını korur ve onlara ‘kocalarının ve eşyalarının’ mülkiyetini verir. Aynı şekilde, Kur’an’ımız aynı Evlilik Yemini (مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ) ile ‘erkekleri ve haklarını’ eşit derecede koruyarak onlara da eşlerinin ve eşyalarının mülkiyetini verir.

Yani Kur’an’ın Evlilik Yemini’nin doğru tercümesi; “مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) şudur: “MÜLKİYET SAHİPLİĞİ YEMİNİNİZ “مَلَكَتْ” (meleket) kelimesinin sonunda gelen “ت”eki, “مَلَكَ” (edinmek, ele geçirmek, efendi olmak, malik olmak) fiilini isim fiile dönüştürür.

http://www.elhalil.com/

Sözü edilen gerekçeler ile “مَلَكَتْ – meleket” ifadesi doğru olarak: mülkiyet edinmek, sahip olmak, efendisi olmak, vb anlamlara gelir. Oysa “أَيْمَانُكُمْ – eymanukum” deyimi, ‘yemininiz/ahdiniz’ anlamına gelen Arap hukuk sisteminin bir hukuk terimidir.

“أَيْمَانُكُمْ – Eymanukum” kelimesinin sonunda bulunan zamir olan “كُمْ” kum = siz çoğul eki, ahidleşme veya yasal anlaşmadaki tüm tarafları ifade eder.

  • ذَلِكَ – zalike; ‘işte bu, yani’
  • دْنَى – edna; ‘…ın ötesinde / …ın aşağısında / …ın altında
  • تَعُولُواْ – teulu; pasif yapıda geniş zaman çoğul fiilidir ve ‘aslında haklı çıkarma/ doğrulama, makul, gerekçelendirme, aklamak, doğrulamak’ anlamına gelen “علل” kök kelimesinden türetilmiştir.
https://www.dict.com/arapca-turkce/%D8%B9%D9%84%D9%84

Nisa 4;3

فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“…. fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. (DİB meali)

Kur’an’ımızda köleliği onaylayan veya uygulamayı tasvip eden hiçbir ayet olmamasına rağmen, sayısız cariye sahibi olmayı, cinsel köleliği ve fuhşu yasallaştırarak uygulanabilir kılmak için bir hüküm icat etmek maksadı ile oluşturulduğunu düşündüğümüz “مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ – Ma meleket eymanukum” (=yasal evlilik, evlilik taahütnamesini, evlilik anlaşması) ifadesi, çeviriler veya açıklamalar ile tümüyle kendi istekleri doğrultusunda oluşturulmuş ve halen de düzeltmeyerek aynı şekilde meal verilmeye devam edilmektedir.

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde ayetin manası aşağıdaki şekilde olmalıdır…

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ 

“Ve-in ḣiftum ellâ tuksitû fî-lyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum mine-nnisâ-i meśnâ veśulâśe verubâ’(a)(s)….”

ve eğer (bu yük/sorumlulukta) hafifletme (rahatlatma) yapılırsa, yetim olanlar (imkânları kaybedilenler) arasında haklı, tam bir güvence sağlanmadıkça (olmadan / tesis edilmediği sürece) (bahsedilen yetimlerin sorumluluğuna giriş teklifinizi) kabul eden iki fertli (kendisi ve bir yetimi), üç fertli (kendisi ve iki yetimi), dört fertli (kendisi ve üç yetimi) hanımlarla  ilgilenin.

فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“…. fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

“(Şüphesiz) yükü hafifletmede, adil olarak ayarlanmayan (dengelenmeyen) bir şey veya karşılıklı yemininizle (kanuni evlilik) edinilmeyen veya sahip olunmayan şey yapılırsa, bu meşru olmayanın ötesindedir”


[1]    http://kimsin.kim/feetemmehunne-%d9%81%d9%8e%d8%a3%d9%8e%d8%aa%d9%8e%d9%85%d9%91%d9%8e%d9%87%d9%8f%d9%86%d9%91%d9%8e/

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/cariyeler-ile-evlenme/" rel="tag">cariyeler ile evlenme</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dorde-kadar-ruhsat/" rel="tag">dörde kadar ruhsat</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dorderli/" rel="tag">dörderli</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dort-es/" rel="tag">dört eş</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dort-kadin/" rel="tag">dört kadın</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dort-kadin-alinabilir-mi/" rel="tag">dört kadın alınabilir mi</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/elinizin-altindaki-cariyeler/" rel="tag">elinizin altındaki cariyeler</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ikiserli/" rel="tag">ikişerli</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/islamda-cok-eslilik/" rel="tag">islamda çok eşlilik</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/meleket-eymanukum/" rel="tag">meleket eymanukum</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/nisa-3/" rel="tag">nisa 3</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ucerli/" rel="tag">üçerli</a> Bir yorum yapın

  يُخَادِعُونَ اللّهَ – yuhadiunALLAH

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يُخَادِعُونَ اللّهَ – YuhadiunAllah

Bakara 2;9

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ

Bunlar ALLAH’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. (DİB Meali)

Ayetimiz “يُخْدِعُ ” (yuhadiu) fiilinin eylemini yerine getirenlerin çoğulu olan ve ‘blöfçüler, hileciler, aldatıcılar (boş umutlarla), ihanetçiler, dolandırıcılar, çekiciler, göz kamaştırıcılar, cezbediciler, oyun oynayan, yanıltıcılar, yalpalayan, adaletsiz davrananlar’ manalarına gelen “يُخَادِعُونَ” kelimesi ile başlamaktadır. 

Arapça’da “خدِعُ”(hadiu) kelimesi, 2:7 ayetinde “غِشَاوَةٌ” (ğışavetun) kelimesinde aldatma, tahrifat, sahtekarlık, hile, ihanet vb anlamında incelediğimiz Arapça “غش” (ğ+ş) kelimesinin eş anlamlısıdır.

https://synonyms.reverso.net/synonym/ar/%D8%AE%D8%AF%D9%90%D8%B9%D9%8Fhttps://synonyms.reverso.net/synonym/ar/%D8%AE%D8%AF%D9%90%D8%B9%D9%8F
  • Bu nedenle, “يُخَادِعُونَ” (yuhadiune) ihanet eden, aldatan, tahrif eden, küçümseyen, aldatan, akılsızlaştıran, hile yapan ve blöf yapanlardır.
  • ” يُخَادِعُونَ اللّهَ ” (yuhadiunALLAHe) ALLAH’ı aldatanlar, ALLAH’a ihanet edenler, ALLAH’a tuzak kuranlardır.
  • ” وَالَّذِينَ ” (velleziyne), “وَ ” bağlacının bir araya gelmesiyle: ‘ve, ayrıca, hem de’ anlamındadır.
  • “الَّذِينَ” ellezine; hangi, o, kim anlamlarına gelen özne zamiridir.
  • Bir sonraki “آمَنُوا ” (amenuu) ifadesi, “آمَنُ ” ve “وا ” ile oluşturulur; burada “آمَنُ ” (amenu) fiilimsi isimdir ve “sözleşme, akit, yemin veya diğer resmi anlaşmalarla bağlı (destekleyen, takip eden, bağlı kalan)” anlamına gelen bir sıfattır; örneğin Cenevre Sözleşmesi’ ne bağlı
  • “وا” (u) eki öznenin nesnel çoğul zamiri olduğundan çevirisi her zaman özneye göre değişir, yani cümlenin başında ‘siz’ gibi ikinci bir çoğul kişi geliyorsa “وا ” (u) fiilimsi isim veya sıfatla birlikte otomatik olarak “sizin” anlamına gelir. Üçüncü çoğul şahıs ve üçüncü çoğul şahıs zamirleri de dahil olmak üzere diğer tüm durumlarda aynı “وا” (u) “onların”, “bunlar”, “onlar” anlamında alınır. “وا” (u) eki, incelediğimiz “يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا ” ayetindeki “يُخَادِعُونَ ” (yuhadiune) konusuna geri döner.
  • “آمَنُوا” kelimesini körü körüne ALLAH’ a inanlar olarak tercüme etmek yerine onların müritleri, onların taraftarları veya onların bağlıları olarak anlamlandırılmalıdır. “آمَنُوا ” (amenuu) ifadesi dilbilgisi kurallarına göre ayette “يُخَادِعُونَ ” (yuhadiune) kelimesi ile tanımlanan hilecilerin, aldatıcıların, blöfcülerin, tahrifatçıların inanları, taraftarları ve destekçileridir. “ آمَنُوا ” (amenu) ibaresi ve “امن ” (amene)’ nin fiil, isim ve sıfatları genellikle yemin etmek, akit veya diğer resmî anlaşma ile bağlama, tasdik etmek, bağlı kalmak veya bir şeye veya birine sarılmak anlamındadır.

Kur an kelimelerinin bağlamlarına ve gramer oluşumlarına bakmadan aynı anlamını alarak yapılan Kur anımızın tercümelerde “ آمَنُوا ” (amenu) ifadesi, “inananlar” veya ALLAH’ a inananlar olarak tercüme edilmiştir. Dolayısıyla, “ آمَنُوا ” (amenu) kelimesini her yerde ALLAH’ a inananlar anlamında almak yerine aynı ayette geçen diğer tüm kelimelerin bağlamına ve gramer yapısına göre doğru anlamında almak gerekir.

  • Daha sonra gelen وَمَا ifadesi وَ (ve) bağlacı ve مَا olumsuzluk ekinin bileşiminden oluşur. وَ (ve) bağlacı bir ayette birden fazla kez geldiğinde ve ayrıca, yanı sıra, ek olarak,… manalarına çevrilebilecek şekilde baştaki cümleyi vurgular.

“وَ” (ve) bağlacı ile gelen “مَا” (ma) eki, “değil” anlamında bir olumsuzlama ifade eder.

  • Bir sonraki kelime olan “يَخْدَعُونَ” (yahdeune) ise “يَخْدَع” (yahdea) fiilinin eylemini alan         edilgen cümledir.

“يُخَادِعُونَ” (yuhadiuna) öznesi, “aldatılanlar”, “ihanete uğrayanlar” anlamına gelen “يَخْدَع” (yahdea) fiilinin eylemini üzerine alır;

“يُخَادِعُ” (yuhaadiu) kelimesi “يُخَدِعُ” (yuhadiu) fiilinin harflerinin ortasına elif harfi eklenerek yapılan ismi fail veya özne yani “يَخْدَع” fiilinin eylemini yerine getiren öznedir.

  • إِلاَّ (illa); …den başka, sadece, ancak.
  • أَنفُسَهُم (enfusehum) kelimesi أَنفُسَ (enfese) + هُم (hum) kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur.

أَنفسسَ (enfuse) bir insanın, kişinin hayatının veya ruhunun en değerli şeyidir.

  • Yine tipik bağlaç ve olumsuzluk eki olan “وَمَا” (vema) ‘ve değil’ anlamına geliyor.
  • Rabbimizin bize ikramı olan ayetin son kelimesi يَشْعُرُونَ (yeşurun), anlamı çok etkilenmek, alt üst olmak, dikkat çekmek, hissetmek ve gerçekleştirmek olan يَشْعُرُ (yeşuru) fiilinin eylemini yapan kişilerdir.

Ancak “يَشْعُرُ” aslında dikenlere veya dikenli ya da keskin iğneleme cismine dokunulduktan sonra ortaya çıkan ve unutulmaz bir idrak uyandıran ve yaşatan yoğun bir duyguya işaret eder.

Aslında, يَشْعُرُونَ (yeşurun) iğnelenmiş olanlardır, kalplerine bir şey doğrudan gider, hissetmek için zihinlerine bir şey nüfuz eder, bir şey onları fark etmeleri için iğneler, bir şey onları dikkat etmeleri için diken diken eder.

Oysa “ومَا يَشْعُرُونَ” (ve ma yeşurun) aslında “ve kışkırtılmazlar”, “farkında değiller”, “saçları diken diken olmaz”, “hissetmezler” ve “gerçekten duyarsız olanlardır” anlamına gelir. Bununla birlikte, kışkırtmak, birinin duyguları üzerinde güçlü bir etkiye sahip olmak, birisine belirli bir duygu veya güçlü duygular hissettirmek veya bir tepkiye, özellikle de sıkıntılara veya belirli bir duyguya neden olmak anlamına gelir.

Bakara 2;9

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ

ALLAH’ı aldatanlar ve onların yandaşları (sadık destekçileri olanlar), ancak (sadece) kendi nefislerinden başkasını aldatmayanlar ve fark etmeyenlerdir (kavramayan / hissetmeyen / gerçekten duyarsız olan).

*************

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

قلوب – kulûb

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قلوب (kulûb)

Bakara 2;7

   خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

ALLAH, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. (DİB meali)

Kur’an’ımızdaki bu ayet ختم (hateme) kök kelimesinden türeyen geçmiş zaman خَتَمَ (hateme) fiili başlamaktadır ve doğru anlamı: işaretlemek, belirlemek, hitap etmek (dikkatine sunmak), değerlendirmek, onaylamak, tanımlamak, saptamak, değerlendirme yapmak, bir şeyin statüsünü veya konumunu belirlemek, resmi ciro, belirgin işaretleme, mükemmelliği kanıtlamak için işaretleyici, ayırt edici işaret, bir şeyin statüsünü belirlemek…

Arapça “ختم الشہادۃ” (hatemul şehade) ifadesinde görüldüğü gibi tanıklığın onaylanması anlamına gelir.

  • خَتَمَ اللّهُ (hatem ALLAHu) cümlesinde ALLAH özne ve خَتَمَ (hateme) fiildir.
  • خَتَمَ اللّهُ  (hatem ALLAHu) cümlesinin anlamı: ALLAH işaretledi / ALLAH not etti / ALLAH hitap etti veya ALLAH değerlendirdi.
  • حرف جر (harfi cer) edatlar Arapça fiiller ve fiilimsi isimlerin doğru anlamlandırılmalarını sağlar.
  • خَتَمَ اللّهُ عَلَى (hatem ALLAHu ala) doğru anlamı: “ALLAH işaretledi”

Manası farklı fakat seslendirme ve yazımı aynı olan خَتَمَ (hateme) kelimesinin bitirmek, sonlandırmak, sona erdirmek olan Farsça anlamı ilk zaman kuran çalışmalarında yazılan eserlerde arapça خَتَمَ kelimesinin manasının yerini almıştır.

Kur an ımızın diğer ayetlerinde de geçen خَتَمَ kelimesi maniheist ve zerdüşt inancı ile yapılan tercüme ve çalışmalarda Farsça anlamını muhafaza etmiştir ve derlenen arapça sözlüklerde de farsça anlamı yer almıştır.[1]

  • قُلُوبِهمْ (kulubihim) kelimesi, çoğul olan قُلُوبِ (kulub) ve üçüncü çoğul şahıs iyelik zamiri همْ (him) kelimelerinin bileşiminden oluşur.

قُلُوبِ (kulub) kelimesinin anlamı; tersini çevirmek, döndürmek, altüst etmek, (sıfat) insani duyguyu, düşünmeyi, eğilimi, tepkiyi (isim) kalp, zihni, içtekini, bir şeyin merkezi anlamlarına gelen قلب (kalebe) kök kelimesinden türemiştir.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%AE%D8%AA%D9%85&matchtype=default
https://translate.google.com/?sl=fa&tl=en&text=%D8%AE%D8%AA%D9%85&op=translate
https://www.dict.com/arapca-turkce/%D9%82%D9%84%D8%A8

Aynı kalb kelimesini kendi lisanımızda da kullanmaktayız.

https://www.etimolojiturkce.com/kelime/kalp2
https://en.wiktionary.org/wiki/%D9%82%D9%84%D8%A8

‏قَلَّبَ صَفَحَاتِ الْكِتَابِ  (kallebe safahatil kitab)  kitabın sayfalarını çevirmek anlamındadır.

Kendi ana dilimizde ve arapça da aynı diğer dünya dillerinde aynı söylendiği gibi “taş kalpli”, “kalbimi verdim”, “kalbimi kırdın” vb cümlelerde bahsedilen kalp kelimesinin vücudumuz içerisindeki kan pompalayan organ olmadığını ve kastedilmediğini, duygularımızın ifadesi ve dışa vurumu, samimi eğilimlerimiz ve düşüncelerimiz olduğunu  herkes bilir.

Kulub  “قُلُوب ” kelimesini vücudumuzun bir organı olarak fiziksel kalp  anlamında alırsak,     “خَتَمَ اللّهُ عَلَى” (hatemALLAhu ala) kelimelerinin ifadesi ile organları vücudumuzdan çıkarmadan işaretleme eylemini gerçekleştirilemez. Âlimlerimizin dediği gibi “خَتَمَ” (hateme)’ yi  damga veya mühür anlamında kabul etsek,  organlarımıza veya fiziksel kalplerimize vücudumuzdan çıkarılmadan o organa nasıl damga vurulacak sorusu gündeme gelecektir. Hateme “خَتَمَ” kelimesini vucudumuzdaki organımız için bir şeyin sonu, bitişi veya sona ermesi anlamına gelecek şekilde çevrirsek, canlı olan kalbin çalışmasının durması ve hayatın son bulması gerekecektir!…

Onlar “kalp” organında “خَتَمَ” (hateme) kelimesini son, bitiş veya bitiş anlamına gelecek şekilde çeviremediler. Bu nedenle, fiziksel kalpleri sonlandırmak veya bitirmek yerine bir süreklilik damgası veya sürekli çalışan bir mühür koymaya karar verdiler, aksi takdirde kalp atışları duracak ve kanı pompalama işlevi “خَتَمَ” (hateme) kelimesi (sona erdirmek veya bitirmek veya sonlandırmak anlamı) ile sona ermesi gerekecekti…

Bununla birlikte, “قُلُوب ” (kulub) kelimesini organ veya fiziksel kalp anlamına gelmezse, kalplerde oluşan düşünceleri, tepkileri, eğilimleri, davranışları, duyguları ve istekleri ayırt edebilir ve işaretleyebilirsiniz.

Antik çağlardan beri kalp, her zaman içinde bilgeliğin, düşüncelerin, hislerin ve duyguların üretildiği bir akıl, ruh, içsel dünya veya yaşam özü evi olarak kabul edilmiştir.

Eski Mısırlılar, Kalbin “düşünce ve ruh evi” olduğuna inanıyorlardı. Aynı Mısır kavramı üzerine, kalbin duyum, düşünce ve vücut hareketini kontrol ettiğini öne süren “Kardiyosentrik” hipotez geliştirilmiştir. “Kardiyosentrizm” ilk olarak kalbin düşünce ve ruh evi olduğu eski Mısır inancından türetilmiştir.

Eski Yunan’da Aristoteles, kalbin düşünce ve ruhun evi olduğuna dair eski Mısır inancından türetilen Kardiyosentrizm’ den ilham almıştır. Aristoteles hayvanları incelemiş ve bazı ilkel hayvanların beyinleri olmadan hareket edebildiğini ve hissedebildiğini buldu ve beynin hissetmekten sorumlu olmadığını tespit etmişti.

Mısırlılar, bir şekilde, insan bilgeliğinin kaynağının beyinden çok, kalp olduğuna inanmaya başladılar. Tüm fizyoloji ve hastalık kavramları, kavram olarak kalbe bağlıydı ve Tanrı’nın konuştuğu, eski Mısırlılara Tanrı’nın bilgeliğini ve Tanrı’nın iradesini veren kalp aracılığıyladır. Bu nedenle mumyalama sırasında vücuttan atılmayan yegâne organlardan biri kalptir ve mumya da kalp olduğu gibi kalır.

MÖ dördüncü yüzyılda, Karystus’lu Diocles, kalbin, duyum ve düşüncenin fizyolojik merkezi olduğunu tekrar ileri sürdü. Diocles, kalbin dinleme ve anlama için beyne baskın olduğuna inanıyordu. Karystus’lu Diocles, kalbin iki kalp kulağına sahip olduğunu da buldu ve dinleme ve anlamada kalbin beyne baskın olduğuna inanıyordu.

Çinliler, fiziksel kalbin insan bilişinin merkezi olduğuna inanıyorlardı, bu yüzden ‘kalbi’ “akıl” ve bazen de “kalp-zihin” olarak tercüme ediyorlar.

Çin Tıbbında kalp, diğer tüm enerji sistemlerinin imparatorudur. Kalbin işlevi, vücuda kan pompalamanın batı anatomik kullanımına neredeyse benzer, ancak bunun yanı sıra zihinsel ve duygusal işleme ile yakından ilgilidir. Kalbin en önemli rolü, vücudun üç hazinesinden biri olduğu bilinen aklın veya ruhun bulunduğu yerdir. Düşünceleri, duyguları içerir ve duyusal bilgileri işleyebilir. Bu nedenle, duyu bozukluklarından zihinsel, fiziksel, kişilik bozukluğuna veya duygusal dengesizliğe kadar tüm hastalıkların tümü, kalbin içindeki zihin veya ruhun zayıf veya temelsiz olmasından kaynaklanır.

Erken modern tıbbın babası, İslam filozofu ve tıp alimi Ebu Ali Sina (İbn i Sina) da daha önceki kardiyosentrik hipotezi sürdürdü ve gönüllü hareket için aktivasyonun kalpte başladığını ve daha sonra beyne taşındığını belirtti.

Orta Çağ’ın tanınmış Alman fizyoloğu ve biyoloğu Albertus Magnus, sinirlerin beyinden ayrıldığını, ancak kökeninin kalp olduğunu öne sürdü. Felsefi olarak, tüm meselelerin kalpten kaynaklandığı sonucuna vardı.

Kanın kalp tarafından vücudun geri kalanına pompalandığı dolaşım sisteminin temel işleyişini tanımlayan erken modern bir İngiliz fizyolog olan William Harvey, bulgularında kalbin vücudun merkezi ve hayatın kaynağı olduğunu açıkladı.

https://tr.upwiki.one/wiki/xin_(philosophy)

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, kalbin beynin serebral korteksini atlayarak bağımsız bir karar verebileceğini ve şaşırtıcı bir elektromanyetik alanla kalbin beynin ürettiğinden 5.000 kat daha güçlü ve beyindeki aktivitelerden 60 kat daha fazla elektrik alanı olduğunu göstermektedir.

Yani kalp, insan vücudundaki en güçlü elektromanyetik enerji üreticisidir ve beyin tarafından üretilen elektriksel aktiviteden yaklaşık 60 kat daha fazla genlikli en büyük ritmik elektromanyetik alanı üretir. Elektrokardiyogram (EKG) şeklinde ölçülen bu alan, vücuttan birkaç metre uzakta her yöne tespit edilebilir. Araştırma bulguları, kalbin ürettiği elektromanyetik sinyallerin çevremizdeki diğerlerini bir şekilde etkileyebileceğini, bir kişinin diğerinin beyin dalgalarını değiştirebileceğini ve iki denek arasında kalp ve zihin arasındaki senkronizasyonun (eş zamanlılık) mümkün olduğunu göstermektedir.

Bir zamanlar beynin kalpten daha güçlü olduğu düşünülürken, şimdi kalbin dehası ve beyin üzerinde sahip olduğu güç, dünyayı hayrete düşüren sıcak bir konu oldu ve bilim adamları kalp ve akıl (zihin) bağlantısını buldular.

Eski Sami dilleri profesörü ve Kudüs Üniversitesi Koleji’nde Sami Dilleri Bölüm başkanı Dr Eldon Clem, Sami dilinde “KALP” kelimesinin “ZİHİN” olarak çevrilmesi gerektiğini söyledi. Bu bilgi aslında birçok İncil metninin ve Kuran’ın doğru okunması için çok önemlidir.                      Dr Eldon Clem, istisnasız tüm Sami dillerinde Kalbin “Akıl” anlamına geldiğinin dilbilimsel bir gerçek olduğunu söylüyor. Dr Eldon Clem ayrıca bir metni okurken, bağlam kan pompalayan fiziksel organdan bahsediyorsa, ancak o zaman Kalbin “kalp” olarak tercüme edilmesi gerektiğini açıkladı. Başka herhangi bir bağlamda, “Kalp”, “akıl” anlamına gelir ve bu, İbranice ve Arapça da dahil olmak üzere tüm Sami dilleri için geçerlidir.

https://torahtruths.com/student-resources/lev/
https://studybible.info/strongs/H3821

İbranice İncilin bahsettiği kalp de akıldır.

Eski Ahit’ in ibranice kitaplarında insanın içi, ruh, zihin, irade, kararlılık (irade), düşünme, yansıma, hafıza, eğilim, vicdan, duygular, tutku ve cesaret anlamına gelir.

https://biblehub.com/bdb/3820.htm

Tevrat: Özdeyişlerin 12:25, 15:11 ve 23:15 ayetlerinde, Çıkış 9:14 ve 15:8 ayetlerinde,  Yaratılış 6:5, 8:5, 8:21 ayetlerinde, Tekvin 24:45, 35:26 ve 42:28 ayetlerinde,

Hakimler’in 19:3 ve 19:6 ayetlerinde, Yeşaya’nın 41:22, 44:18 ve 47:7 ayetlerinde,

Hezekiel’in 13:17. ayetinde, Zebur (Mezmur) ‘un 7:10 ve 125:4. ayetlerinde

Kalb; akıl, can, ruh ve irade anlamına gelmektedir.

https://bible.knowing-jesus.com/strongs/H3820

İbranice sözlüklerde kalp, akıl veya ruhun eğilimi anlamına gelir.

Akıl, düşüncenin, algının, duygunun, kararlığın, hafızanın ve hayal gücünün kalpte yer alan tezahürleridir. Zihin özellikle aklın düşünce süreçlerine atıfta bulunmak için kullanılır, ancak beynin ötesinde, bilgiyi depolayabileceği ve işleyebileceği çok daha yüksek bir zihin boyutu vardır. Dahası, noröloji bilimindeki ilerleme, kalpte onu beyne bağlayan nöronların olduğunu keşfetti. Öyle görünüyor ki, insan aklı hem beyinde hem de kalpte iki organ olarak birlikte var oluyor.

Şaşırtıcı bir şekilde Kur anımızdaki قُلُوبِ (kulub) kelimesinin oluşumu yukarıdaki keşfin ipucunu vermektedir.  Arapça fiil veya eylem yapılması neticesinde oluşan elde edilen netice veya ürün fiillerin son harfinden öncesine و (ve) harfi ilave edilerek yapılır:

  • خَرَجَ (harece) çıkmak                خُرُوجٌ (huruc) çıkış
  • دَخَلَ (dehale) girmek                 دُخُولٌ (duhul) giriş
  • قُلُوبِ (kulub) kelimesi de قلب (kalebe) fiiline eklenen و (vav) ile oluşturulmuştur.

Dolayısıyla “قلوب” (kulub), birlikte anıldığında hem kalbin hem de beynin ürünü veya toplamı gibi görünmektedir. Bu nedenle Kur’an hem kalbe hem de beyne hitap etmek için “قلوب ” (kulub) kelimesini tek kelimeyle “قلوب ” (kulub) ile “ZİHİN”i ifade etmek için kullanır, çünkü tek başına kalp zaten hemen hemen dünyanın tüm dillerinde akıl veya zihin anlamına gelir.

Bu nedenle Kur’an, hem kalbe hem de beyne hitap etmek için “قلوب ” (kulub) kelimesini tek kelimeyle “قلوب”  (kulub) ile “ZİHİN” anlamında kullanır.

عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ  (ala kulubihim ve ala semihim ve ala ebsarihim) ayetimizi okuduğumuzda قُلُوبِهمْ kelimesini  سَمْعِهِمْ kelimesi takip etmesi onların anlayışlarına veya dinleyişlerine atıfta bulunur. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz araştırmamız Kur’an’ımızdaki “قلوب ” (kulub) kelimesinin; ‘Kalp-Zihin’, ‘Zihin’, ‘Düşünceler’ veya ‘Düşünmek’ anlamlarında kullanıldığını kesinlikle kanıtlamaktadır.

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ (hatemALLAhu ala kulubihim)

ALLAH onların zihinlerini işaretledi,

ALLAH onların akıllarını işaretledi,

ALLAH onların düşünmelerini işaretledi

Bu cümlenin yukarıdaki anlamda olması gerekir.

Ancak kalplerin mühürlendiğini iddia edenler bu vahameti örtmek için sonraki iki cümle olan “وَعَلَى سَمْعِهِمْ” (ve ala sem’ihim) ve “وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ” (ve ala eb’sarihim) cümlelerini, ayette görüldüğü gibi, ‘kulaklarının ve gözlerinin üzerine‘ anlamına gelecek şekilde yanlış tercüme ederler.

Oysa Arapçada kulak kelimesinin karşılığı “الأذن” (el azn) ve çoğulu olan kulaklar kelimesinin karşılığı “الآذان” (el aazan), göz kelimesinin karşılığı ise “العين” (el ayn) ve çoğulu olan gözler kelimesinin karşılığı “العيون” (el uyun) olarak adlandırılır.  Peki, Arapça metnini incelediğimiz Kur’an’ımızın 2:7 ayetine ait mealler veya diğer yazılı eserlerde geçen “أذن” ve “عين” kelimeleri veya bunların çoğulları nerededir?

Rabbimizin söylemediğini söyleyenler nasıl alim sayılabilirler;  

Rabbimizin söylediğini değiştirmek, tahrif etmek ve üstüne bunlara saygı duyulması karşısında lütfen söyler misiniz kötülük başka nasıl olur?

Aslında “سَمْعِهِمْ” (sem’ihim) ifadesi hüküm, idrak, anlayış, kavrayış ve itibar (شهرة) anlamlarına gelen “سمعة” (semea) kelimesinin birleşimidir.

Kur’an’ımızdaki “سمعة” (semea) anlamak, yargılamak, ayırt etmek, duymak, vurmak ve seslendirmek vb anlamlarda kullanılan Arapça “سمع” (semea) kökünden türemiştir.,

Mahkeme Duruşmasına “سماعة” veya “سماعت” (semeat) denir ve davalar liyakatle (خَتَمَ) anlaşılır ve değerlendirilir (سَمَعَ).

Dolayısıyla, Kur’an’ımızdaki “سَمْعِهِمْ” (semihim) ifadesi, doğru olarak “onların anlayışı”, “onların hükümleri” veya “onların algıları” anlamına gelir.

Arapça bileşik سَمْعِهِمْ = (“هِمْ” + “سَمْعِة“) oluşumunda “ه” (he) harfi, “سَمْعِة” (sem i) ve “هِمْ” (him) arasında ortaktır, iki defa alınamaz ve bir bileşik oluşturmak için birbirleriyle birleştirilir. Bu nedenle, yaygın dil kurallarına göre, “سَمْعِة” (sem’i) ve “هِمْ” (him) kelimeleri arasında yalnızca bir “ه” (he) harfi kullanılarak “سَمْعِهِمْ” (semihim) “onların anlayışları” anlamına gelen bileşik kelime haline getirilir. 

Neden isim “سَمَعِة” (sem’i) ve neden fiil “سَمَعَ” (semea) değildir?

Bunun nedeni, Arapça dilbilgisinde fiilin eylemini gerçekleştirmek için bir fiilden (فعل) sonra bir özne (فاعل) veya öznel bir zamirin (ممیر فاعلی) gerekli olmasıdır.

Oysa “سَمْعِهِمْ” (semihim) bileşiğinde, “سَمَعَ” (semea) fiilinin eylemini gerçekleştirmek için bir fail veya aktif bir öznemiz veya öznel bir zamirimiz yoktur, bunun yerine “سَمَعَ” (samaá) fiilinin eylemini gerçekleştiremeyen nesnel bir zamirimiz “هِمْ” (him) vardır. Nesnel isimler ve nesnel zamirler, öznenin veya yapanın eyleminden teknik olarak etkilendiğinden, bu durumda genellikle isim veya fiilimsi isim kullanılır. Dolayısıyla dilsel nedenlerle “سَمَعَ” fiili yerine “سَمْعِة” (sem’i) kullanılmıştır. Ancak yine de “سَمَعَ” fiilinin işitme anlamında olduğunu kabul eden olursa, yine işitme, aslında kulak değil, sağduyu, doğru karar verme yeteneği, muhakeme ve değerlendirme yeteneğidir.

Aynı şekilde “أَبْصَارِهِمْ” (ebsarihim) bileşiğinin “أَبْصَار” (ebsar) kelimesi, Arapça “بصر” (BSR) kök kelimesinden türeyen “vizyon”, “görüş” ve “kanaat” anlamlarına gelen bir fiil olup anlamı GÖZ veya GÖZLER değil, bir şeyi görmek, izlemek, görselleştirmek veya gözlemlemektir. Dolayısıyla “أَبْصَارِهِمْ” (absarihim) doğru olarak onların görüşlerini, öngörülerini, vizyonlarını, tasavvurlarını ve kanaatlerini ifade eder. Oysa öngörme, gerçek olarak algılanmayan ve duyularla mevcut olmayan bir şeyin zihinsel görüntüsünün oluşmasıdır. Başka bir deyişle öngörme vizyon, gelecekte elde etmeye çalıştığınız şeydir. Yani kurgudur. Stratejik bir planlama sürecinin nihai sonucudur.

  • “أَبْصَارِهِمْ” (ebsarihim) doğru olarak onların görüşlerini, vizyonlarını, kanılarını, düşüncelerini ve kanaatlerini ifade eder.
  • Bir sonraki kelime “غِشَاوَةٌ” (ğışavetun) aslında bir sıfat olan belirsiz bir isimdir: aldatıcı, hileci, yanıltıcı, tehlikeli, tahrif edici, blöf, hileli, bulanık, belirsiz, saf olmayan, karışmış, kirlenmiş, bozulmuş, belirsiz ve kirli vb…

Gerçekte, “غِشَاوَةٌ” kelimesinin yerleştirilmesi ve oluşumu, bu kelimeyi, “غِشَاوَةٌ” anlamına gelen sadece “أَبْصَارِهِمْ” (vizyonları) ifadesine değil 2:7 ayetinin başından gelen tüm konuşma cümlelerine yani aynı zamanda “سَمْعِهِمْ” (anlayışları) ve “قُلُوبِهمْ” (zihinleri) ifadelerine de uygulanır.

Bunun nedeni, hareke kurallarına göre (الحركات), “غِشَاوَةٌ” kelimesinin son harfindeki damme tenvin (kelimenin sonunda virgül benzeri bir işaret ve üstünde ters virgül), “غِشَاوَةٌ” kelimesini konuya atıfta bulunan ve konuşmanın tüm cümlelerine baştan beri uygulanan bir yalın isim haline getirir. Bu, zihinlerinin kirli, belirsiz ve tehlikeli olduğu anlamına gelir. Anlayışları, yargıları veya algıları açık, net değildir ve açıkça vizyonları aldatıcıdır.

  • Bir sonraki “وَّلَهُمْ” (ve lehum) ifadesi “ve onlar için” anlamına gelir.
  • “عَذَابٌ عَظِيمٌ” (azabun aziym) büyük sefalet, büyük işkence, şiddetli acı, aşırı zihinsel veya fiziksel ıstırap, aşırı sıkıntı, aşırı endişe, aşırı üzüntü, aşırı acı verici, büyük üzüntü, aşırı mutsuzluk, şiddetli keder, şiddetli zorluk, büyük sıkıntı anlamına gelir.

Bakara 2;7

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

Allah onların akıllarına, anlayışlarına ve aldatıcı vizyonlarına ve onlar için büyük bir sıkıntıya işaret etti.

Şimdi, yukarıdaki Kur’an’ımızın 2:7 ayetinin bu çevirisini gördükten sonra, toplum olarak zihni kirlenmiş ve karışık olanın aslında bizler olduğunu düşünmüyor musunuz? Anlayışımız, yargımız veya algımız net değil ve açıkçası aldatıcı bir vizyona sahibiz.

Kur’an’ımızın 2:7 ayetine anlatılan, açıklanan bu ifadenin doğru olduğunu kabul ediyorsak, o zaman kendimizi, içinde bulunduğumuz sorunları düşünmeli ve bunları gidermeliyiz.

Din adamlarımızın aksine, ALLAH’ın kalplerimizi mühürlediği ve kilitlediği, kulaklarımızı ve gözlerimizi mühürlediği için kulaklarımızı ve gözlerimizi kapattığı yalanlarına kulak asmamalıyız. Bu, hiçbir şey anlamadığımız ve sayısız problemlerden mustarip olduğumuz için kendi yaptığımızdır.

Kendi kötülüğümüzden dolayı başımıza gelen hiçbir acıdan, hiçbir sıkıntıdan, herhangi bir sorundan, herhangi bir darlıktan ALLAH’ı sorumlu tutmak, kulluk şiarına aykırıdır.

ALLAH zihnimize ve aklımıza hiçbir mühür, kilit vurmamış, işitmek ve görmek de dahil olmak üzere gerçekleri ve hakikatleri algılama ve gözlemleme yetilerimizi durdurmamıştır.

ALLAH ne kendimizi düzeltmekten alıkoyar ne de ıslahtan sonra ve bizden gelen tüm kötülüklerden sıyrıldıktan sonra elde edilen bağışlanmanın kapılarını kapatır…


[1]    http://kimsin.kim/hateme-kelimesi-خَاتَمَ/  daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

BAKARA 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي – İnnALLAHe la yestahyî

سْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي – İnnALLAHe la yestahyî

Bakara 2;26

 إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ

ALLAH, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “ALLAH, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (ALLAH) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır. (DİB Meali)

Rabbimizin ayetinde geçen لاَ يَسْتَحْيِي (la yestahyiy) ifadesini, ilgili meallerin birçoğunda “çekinmez” olarak tercüme edilmiştir. Yanısıra “haya etmez, utanmaz, sıkılmaz” gibi kelimelerle de anlamlandırıldığı görülebilir. Ayrıca Rabbimizin; saptırma ve doğru yola iletme fiilini, verdiği bu örnek ile açıkladığı nakledilir.

Oysaki ALLAH hiçbir şeyi gereksiz yaratmamıştır. Tüm canlılar, içinde bulundukları ekosistemlerde önemli rol oynarlar. Sivrisinekler, bazı mevsimsel hastalıkların yayılmasına sebebiyet vermesine karşın en iyi tozlayıcılar arasında sayılır. Nektar yerler ve bu süreçte her türlü bitkinin tozlaşma ile çoğalmasını sağlarlar. Aynı zamanda diğer birçok hayvan, kuş ve böcek için önemli bir besin kaynağıdır. Sivrisinekler, bitki yaşamına yardımcı olan atıkları filtrelemeye de yardımcı olur ve çürüyen böcek leşlerini yiyerek temizler. Ayrıca bitkilerin hayatta kalmak için beslendiği azot gibi besinleri de üretir…

ALLAH bir Yaratıcı olarak eğer en küçük şeyden bahsetmek isteseydi sivrisineklerden çok daha küçük böcekleri yarattığını da elbette biliyordu. Yani sivrisineklere atıfta bulunmak yerine onlara atıfta bulunabilirdi…

Her şeyin Yaratıcısı ve Sahibinin, küçük bir sivrisinek dahi olsa kendi yarattığını en aşağı olarak nitelendirip küçük düşürmesi ve hakaret etmesi tuhaftır.

Böylece, yukarıdaki 2:26 ayetinde geçen “يَسْتَحْيِي” (yastahyi) kelimesinin yanlış anlamı üzerinden; her iyiliğin ve kötülüğün ALLAH’tan geldiğini, kötülüğü ALLAH’ın kendi iradesi veya niyeti ile oluşturduğunu söylenen dinlerinin yanlış öğretisini, Kuran’ın tercümesine giydirmeye çalışırlar. Ancak Kur’an’ın 2:26 ayetindeki sözler, onların batıl inançlarını reddeder. Kendi batıl inançlarına aykırı olan gerçek mesajın gizlenmek istendiği için olsa gerek, Kur’an’ın 2;26 ayetinin, ayetin tercümelerine bu denli olmaması gereken bir anlam uydurulmuştur…

“ALLAH bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. (!)

Ayette kilit rol oynayan يَسْتَحْيِي Yestahyiy kelimesini incelendiğinde, kelimenin حئ (ح ء) h+y kök kelimesinden türediğini görürüz.                                                 

  • الْحَيُّ Elhayyu kelimesi Bakara 2/255; Ali İmran 3/2 – 27; Enam 6/95; Furkan 25/58;
  • حَيَّ Hayy kelimesi Enfal 8/42; Enbiya 21/30 ayetlerinde.
  • يُحْيِ Yuhyi kelimesi Bakara 2/58 – 73 – 259; Ali imran 3/156; Araf 7/158; Tevbe 9/42; Taha 20/74; Hac 22/6; Rum 30/19 – 50; Mü’min 40/68; Şura 42/9; Duhan 44/8; Hadid 57/2 – 17; Kıyame 75/40; A’la 87/13 ayetlerinde.  
  • تُحْيِي Tuhyi kelimesi Bakara 2/260; Hicr 15/23; Rum 30/19; Yasin 36/12; Kaf 50/43 ayetlerinde geçer.

Bu kelimeler (حئ) h+y kökünden türeyen kavramlar olup yaşam, hayat, canlı, canlandırmak, hayat vermek, diriltmek anlamlarındadır.

Yukarıda listelediğimiz kelimelerin yanı sıra Kur’an’ımızda; yaşam, hayat, canlandırmak, hayat vermek anlamlarını ifade eden حَيَاةٌ’, الْحَيَاةَ’, أَحْيَا’, أُحْيِي , نَسْتَحْيِي  ve benzeri kelimeler çok sayıda ayette mevcuttur. Ayrıca;

  • ” يَسْتَحْيُونَ (yestahyune) ” Araf 7/141 ve İbrahim 14/6. ayetlerinde
  • “اسْتَحْيُوا (estahyu)” Mu’min 40/25 ayetinde
  • “يَسْتَحْيِي (yestahyi)” Kasas 28/4 ayetinde ve Bakara 2/26 kelimeleri de aynı (حئ) h+y kök kelimesinden türetilmiş yaşatmak, hayat vermek anlamında kelimelerdir.
  • يَسْتَحْيِي (yestahyî)” fiili, حئ (ح ء) kök kelimesinden türetilen ( اَسْت+حيِي ) birleşenlerinden oluşur. اَسْتَحْيِي (estahyi) fiili gibi “اسْتَ (elif+sin+te)” ön ekiyle yapılan اِسْتِفْعَال (istif’al) fiil formuna benzerdir. Ancak eylemi/fiili her zaman uygulanabilir ve sürekli bir uygulama haline getirmek için ön eki olan elif (ا) harfinin yerine ye (ي) harfi getirilmiştir.

“يَسْتَحْيِي (yestahyi)” fiili; devamlı süregiden bir olay olan yaşam veya hayat verme eylemini, kesinti veya fasıla olmaksızın sürekliliği ifade eder. Dolayısıyla “يَسْتَحْيِي (yestahyi)” fiilinin anlamı (duraksama, ara verme olmaksızın kesintisiz sürekli) diriltmek, canlandırmak, hayat vermek olmalıdır.

Dilbilgisi olarak açıklamaya çalıştığımız 2;26. Ayette geçen “يَسْتَحْيِي (yestahyî)” fiilinin “hayat vermek” bağlamında kullanıldığını, kendisinden önce gelen ve aynı konu içeriğine sahip 24 ve 25. ayetlerde, ölümden sonraki hayatın tartışılıyor oluşu da ispatlamaktadır.

  • ضرب (d+r+b)” kök kelimesinden türeyen geniş zaman ‘يَّضْرِبَ’ (yadribe) fiili; vurmak, darbe, hırpalamak, vurmak, yenmek, dövmek, mahvetmek, çökmek, yıkılmak, bozguna uğratmak, fethetmek, üstesinden gelmek, bunalmak, tırmanmak, monte etmek, yükselmek, çarpmak, form, etki, tarz, tür, sürtme ve çarpma vb anlamları ifade eder. Ayrıca elde edilen, faydalanılan, yapılanların korunarak, muhafaza edilerek, sabitlenerek hayatımızda devam etmesini sağlamak anlamındadır. Duvar ustasının emek vererek hazırladığı sıvayı duvara tutturup sabitlemesi ضرب (darebe) kelimesi ile anlatılır.

Herhangi bir kelimenin doğru anlamının, geldiği veya kullanıldığı bağlamına/içeriğine bağlı olacağını unutmamak gerekir.

“إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ”

“ALLAH, bunaltan / mahveden hayat vermez”.

(innALLAHe la yestahyiy en yadribe) kelimelerinin doğru anlamıdır.

Genel olarak bir sonraki kelime olan ‘ مَثَلاً ‘ meselen, fonetik olarak Farsça “مَثَلاً” (meselen) kelimesine benzer. Bu nedenle kavrama Farsça “örnek” anlamına gelen “مثال” (misal) kelimesinden alınarak genellikle her zaman “mesela, örneğin” anlamında yanlış mana verilmektedir.

  • مَثَلاً (meselen)” kelimesi, Arapça ‘ مثل ‘ (m+s+l) kök kelimesinden türetilmiş olup şu anlamlara gelir: ideal, ölçü, norm, hukuk, kural olarak aynı olan, karşılık olan, bir şeyle veya kimseyle mutabık olma, tutarlılık, zaman ve mekânda tekabül etme, yerleşik uygulama veya uyarlamaya göre eylem veya davranış.[1]
  • مَّا (ma)” iyelik zamiri  takip eden cümlenin tamamına nispet ederek ilişkilendirmek için; şöyle, şu, o, ne, kim vb anlamlara gelmektedir.
  • بَعُوضَة (beudaten)” kelimesi yanlış olarak ‘sivrisinek’ şeklinde manalandırılmaktadır. Oysaki Araplar kendi dillerinde sivrisineklere بَعُوضَةً (beudaten) demezler. Sivrisinek eski çağlardan modern çağa kadar Arap dili tarihinde hiçbir zaman بَعُوضَةً (beudaten) olarak adlandırılmamıştır.

Isırmayı, acıyı, sokmayı, çimdiklemeyi, parçalamayı, işkenceyi, aşağılığı, küçük düşürmeyi, boyun eğdirmeyi, değersizliği, alçaklığı yansıtan ‘ع ض ض’ (ayn dad dad) kök harflerinden türetilen sivrisinek anlamında ‘البعوض’ (el beuda) kelimesi kullanılır. 

https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%B9%D8%B6%D8%B6/
https://context.reverso.net/translation/arabic-turkish/%D8%A7%D9%84%D8%A8%D8%B9%D9%88%D8%B6

‘بَ’ (be) ön ek harfi, çevrelemeyi ve karşılık vermeyi veya karşılığında yapmayı belirtmek için kullanılır. Ayrıca olumsuz bir bağlaç koşulunu işaret eder ve bir şeyin durumunu ve bir şeyle yakınlığı veya bağlantıyı belirtmek için kullanılır.

بعوض (beuda) kelimesi sıfatsız ‘عوض’ fiilinin başına bir araç olarak ‘بَ’ (ba) harfi eklenerek elde edilir,  ısıran, sokan, çimdikleyen, can sıkıcı, acı veren veya zorlayan acısı nedeniyle birini mutsuz eden veya insanı perişan eden  bir şeyi tasvir eder.

“بَعُوضَةً” (beudaten) kelimesinin sonunda gelen “ةً” (te merbuta) onu acılı ve aşağılık bir duruma veya bir şeyin düşük kategorisine işaret eden sivrisinek kelimesinden tamamen farklı, acı verici ve aşağılık bir duruma veya bir şeyin düşük kategorisine   atıfta bulunan farklı bir kelime yapar.

” ةً ” (ta-i marbuta) eki, cümlenin başında ve ‘مَثَلاً’ ile belirtilen ‘يَسْتَحْيِي’ fiilinden hareketle Arap dilbilgisinin uyum kurallarına uygun olarak, ‘بَعُوضَةً’ kelimesini dişil isim yapmak için kullanılmıştır.

Arapça hayat kelimesinin cinsiyetinin dişil olduğu iyi bilinir, bu yüzden ةً (te marbutanın) neden بَعُوضَةً’ kelimesinin sonuna geldiğini ve ‘hayat’a (حْيِي – يَسْتَحْيِي) atıfta bulunduğunu görebiliriz. 

‘بَعُوضَةً’ (beudaten) kelimesi doğrudan (يَسْتَحْيِي) hayat veren eylem ile bağlantılıdır ve bir şeyin parçası, tahsis edilmiş, kategori, sınıf, şart, tanzim edilmiş veya bölünmüş, her bölüm, her parça, haset ve kıskançlık anlamları ile ayetimizde hayatın geniş    yelpazesine atıfta bulunulmaktadır.

“ إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً ”  cümlesinin anlamı:

ALLAH, bunaltan (vuran / çarpan / mahveden) aşağılayana (değersiz acılara)

tekabül eden (karşılık gelen) hayat vermez.

فَمَا فَوْقَهَا (fema fevkaha) cümlesi ise بَعُوضَةً (beudaten) ile alt veya aşağı sınıfı olarak tanımlanan hayatın tam tersi olan üst seviye veya daha yüksek sınıfa işaret eder.

فَوْقَهَا  (fevkaha) kelimesi  ( فَوْقَ +هَا ) tekil üçüncü dişil şahıs olan هَا zamiri Arapça dişil       kelime olan hayatı kasteder, ‘فَوْقَ’ yani ‘فَوْقَهَا’  hayatın en güzel hali, üst seviyesi ve onun       Rablerinden bir hak, gerçek olduğunu anlayan huzurlu/barış sever müminlerin ulaştığı       yüksek mertebesidir. 

‘فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ’

(Hayatın) üst seviyesinde (mükemmelliğinde) olanlar, Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu anlayan (bilen), sakin (huzur dolu) müminlerdir.

  • وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ (ve emmelleziyne keferu) reddedenler anlamındadır ve hemen gelen فَيَقُولُونَ (feyekulune) kelimesinde bulunan يَقُولُ (yekulu) iddia ederler, tasavvur ederler, (yalan) söylerler anlamındadır.
  • مَاذَا (ma za) kelimesi işaret eden, ilgili olan ve bir şey veya bir kimse yüzünden demektir.
  • أَرَادَ (erade) kelimesi ise istek, arzu, amaç, niyet anlamına gelir ve  أَرَادَ اللَّهُ (eradALLAHu) ALLAH’ın isteği, arzusu anlamındadır.
  • بِهَـذَا (bihaza) kelimesi  yakın kelimesinin edat ve işaret isminin birleşimidir ve “bununla” anlamındadır.

وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً

İnkâr edenler (reddedenler), ALLAH’ın dilemesinin bununla karşılığı olduğunu ileri sürerler (tasavvur ederler), (yalan)söylerler.

  • يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً (yudillu bihi kesiyran) müteakib cümlesinde bulunan يُضِلُّ (yudillu) fiili ضلل (dalale) kökünden türemiş geniş zaman fiildir ve doğru anlamı: kandırmak, şaşırtmak, yanıltmak, yanlış yola götürmek, yanlış bilgi vermek, kazanmak için dürüst olmayacak şekilde davranmak, yanlış yönlendirmek, birini bir şey yapması için kandırmak ve hileler kullanarak birini aldatmak manalarındadır.
  • بِهِ (bihi) kelimesi; “vasıtası ile, … ile” anlamındadır, üçüncü tekil şahıs zamiri هِ (hi) kötü veya acı veren hayatı ALLAH’ın dilemesinin karşılığı olarak tasavvur eden, uyduran, söyleyen yalancıları kasteder.
  • كَثِيراً (kesiyran) kelimesi çok, aşırı, abartılı anlamına gelir.
  • يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً (yudillu bihi kesiyran) onun ile, vasıtasıyla aldatmak anlamındadır.

Kur’an’ımız onların kendi uydurdukları ile çok aldandığını ifade etmesine rağmen, onlar “ALLAH’ın birçoklarını saptırdığını” nasıl da rahatlıkla söyleyebiliyorlar?

Oysaki, Rabbimiz neden insanları saptırsın?

وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً (ve yehdi bihi kesiyran) cümlesi de yanlış olarak; “ve onunla birçoklarını hidayete erdirir” şeklinde tercüme edilir ki;

  • هْدِي (yehdi) fiili, sunulan bir şeyi ifade eder. Yine önceki بِهِ (bihi) cümlesi (o veya onunla) ile aynı anlama gelir. Üçüncü tekil şahıs zamiri هِ (hi) doğrudan doğruya onların uydurdukları yalana (فَيَقُولُونَ) atıfta bulunur. Bu yalan da onların “ALLAH’ın dilemesiyle verilen acı, aşağılık veya kötü bir hayat” olduğu yalanıdır.
  • كَثِيراً (kesiyran) kelimesi  çok, aşırı, abartılı anlamına gelir.

Dolayısıyla bu cümledeki يَهْدِي (yehdî) fiilinin doğru Arapça gramerine ve doğru anlamına göre وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً fiili, “ALLAH veya O hidayete erdirir” anlamında olmayıp; sunulmak, teklif edilmek, nasihat edilmek, yönlendirilmek vb anlamındadır.

‘يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً’ (yudillu bihi kesiyran ve yehdi bihi kesiyran) cümlesinde ALLAH özne veya fail, yani bu işi eylemi yapan veya yerine getiren değildir.

  • وَمَا يُضِلُّ بِهِ (ve ma yudillu bihi) cümlesi “ve onunla aldananlar” anlamındadır. Ardından gelen إِلاَّ الْفَاسِقِينَ (illel fasıkıyn) kapanış cümlesi ile de kimler olduğu tanımlanmaktadır: “Ancak onlar aşağılık sapık kötülerdir.”
  • الْفَاسِقِينَ (elfasıkıyn) kelimesi ‘الْفَاسِق’ (elfasık) kelimesinin çoğuludur. الفسق (elfısk) eylemini  (ahlâksız fiilleri, fesat, edepsizlik, yanlış, zina ve fesat işleri, bozgunculuk, sapıklık, kötülük,  yanlış tutum, ahlaksız ve aşağılık olma durumu) yerine getiren veya yapandır.

فسقية (fıskiye) kelimesi Türkçemizde de kullanılmaktadır ve فسق (fısk) kök kelimesinden    türetilmiştir, yolunda giden suyun şiddetle dışarı taşması halidir.

Bakara 2;26

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ

ALLAH, zorlayan (bunaltan / acı bir aşağılamaya tekabül eden) hayat vermez. O halde onun (hayatın üst seviyesinin) bilincinde olanlar, Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu anlayan (bilen), huzur dolu (sakin) müminlerdir ve inkâr edenler, ALLAH’ın iradesinin (isteğinin) buna uygun olduğu (buna karşılık geldiği) yalanı ile birçoklarını aldatır ve birçoklarına (bu yalanı) sunarlar ve onunla (ALLAH ile) aldatanlar ancak alçalmış kötülerdir.

veya

ALLAH acı bir aşağılama ile aynı küçük düşüren (rezil eden) seviyede bir can (hayat) vermez. En yüksek dereceli olanlar, bunun Rablerinden bir hak olduğunu bilen, barışı seven müminlerdir. Ve inkâr edenler, (alçaltmanın) ALLAH’ın niyetine uygun olduğu konusunda yalan uydururlar ve bununla birlikte aşırı aldatırlar ve abartılı bir şekilde (bu yalanı) sunarlar işte (ve) ancak bununla aldatanlar, mahvolmuş (çökmüş) olan kötülerdir.

Görüldüğü gibi tek kelime üzerinde yapılan kısa bir tahlil dahi mananın nasıl değiştiğini ortaya koyabilmektedir. Ulemamızın bizlere aktardığı din anlayışında; ALLAH’ımıza, Kur’an’ımıza, Nebimize olan sevgi, kelimeler ile ifade edilemezken, diğer yandan aynı kaynağın diliyle Kur’an’a, “kötülüklerin yaratıcısının ALLAH’ımız” olduğu söyletilmektedir. Bakara 2;26 ayeti, (haşa) ALLAH’ımızı dilediğini hidayete erdiren dilediğini de saptıran bir ALLAH olarak tanıtan ayet şeklinde sunula gelmiştir. Oysa bu ayet; galat-ı meşhur olarak bilinenin tam aksini, bilakis “kötülüklerin yaratıcısının ALLAH’ımız olduğunu söyleyerek, bu anlayışın da Sünnetullaha uygun olduğunu iddia edenleri fasık olarak tanımlamaktadır…

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

BAKARA 2;170

[1]  http://kimsin.kim/misl-kelimesi-م%D9%90ّثْل/ daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.

Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

 اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ – Allahu Yestehzi-u

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ

Bakara 2;15

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

(ALLAHu yestehzi-u bihim ve yemudduhum fî tuġyânihim ya’mehûn)

Gerçekte ALLAH onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. (DİB meali)

Bakara suresinin 15 ayetine; tüm meal ve tefsir kitaplarının yazarları, hep benzer şekilde “ALLAH alay eder” manasını vermişlerdir. Bu mananın ne gramer kuralı ne de Rabbimizin yarattıkları ile mukayese edilmesinin mümkün olmaması gereği kabul edilemez.

Bu mana; kendisi yer, gök ile içerisindekileri yaratmış, el vahid olan Rabbimizi çirkin bir suçlama ile itham etmek olup bühtandır. Muhtemelen zihinlerin altında yatan ilah kavramı[1], böylesine itici bir yaklaşımı alimlere düşündürtmüş olmalıdır. Tıpkı Yunan mitolojisindeki tanrıların ve yaptıkları fiillerinin benzerini Allah’a uygun görmüşlerdir…

Oysaki Arap lisanı ile ilgili dilbilgisi kitaplarına göz atılsa, yazılan tercüme veya açıklamaların ayetin cümle yapısının dışında farklı yorumlandığı rahatlıkla görülebilir.

  • يَسْتَهْزِئُ (yestehziu) Arapça cümlelerin doğru dil bilgisel yapısına göre, fiili (eylemi) yapan (fiilin öznesi); İsim fiil, اِسْمُ تَفْضِيل  (ismi tafdil), bir sıfat veya pasif bir fiil olmadıkça, (özne) fiilden sonra gelir.
  • Türkçemizde veya İngilizce lisanında fiili yapan özne fiilden önce geldiği halde (özne+fiil), Arapça lisanında bunun tersi olur ve özne fiilden sonra gelir. Arapçada doğru cümle kuruluşu fiil + özne’dir.

     Örneğin;

  • يَكتُبُ   الله (yektubullah)       يَكتُبُ (yektubu) fiil + الله özne       
    • ALLAH yazar                       ALLAH (özne) + yazar (fiil) 
    • يَخْلُقُ   اللهُ (yahlukullahu)        يَخْلُقُ (yahluku) fiil +   الله özne
    • ALLAH yaratır                      ALLAH (özne) + yaratır (fiil)
    • خَلَقَ اللهُ (halakallahu)             خَلَقَ (halaka) fiil + الله özne
    • ALLAH yarattı                      ALLAH (özne) + yarattı (fiil)
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0sim-fiil
https://arapcaokulu.com/index.php/en/arapca-yds-forumu/32-arapca-ismi-tafdil

Ancak sıfat (özelliği, beceri ve niteliği belirten), birinin adından sonra gelirse:

Örneğin; للهُ خَالِقُ (ALLAHu haliku) cümlesi, “ALLAH yaratıcıdır” anlamına gelir ki bu, ALLAH’ın yaratıcılığını veya ALLAH’ın yaratma özelliğini ifade eder.

Yukarıda açıkladığımız dilbilgisi kuralına göre doğru olan,

“يَكتُبُ الله ” (yektubullahu) ve “يَخْلُقُ اللهُ” (yahlukullahu) cümlelerini

اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAHu yestehziu) cümlesi ile karşılaştırdığımızda özne olan “الله” ALLAH’ın, “يستهزئ”(yestehziu) fiilinden önce geldiğini görürüz.

“يَكتُبُ الله” (yektubullahu) ve “يَخْلُقُ اللهُ” (yahlukullahu) cümlelerinde ise özne olan ALLAH kelimesi fiilden sonra gelmektedir.

Her iki kullanıma ait yukarıdaki basit dilbilgisi açıklaması çerçevesinde;

“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAHu yestehziu) ifadesinin “ALLAH alay ediyor” anlamına gelen tüm çevirileri yanlıştır. Kimse ALLAH’ın, alay eden o kafirler seviyesine indiğini düşünemez.

“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAhu yestehziu) cümlesinin kuruluşuna göre cümle içerisinde geçen;

  • Allah, “يَسْتَهْزِئُ” yestehziu fiilinin öznesi veya fiili (yapan) değildir.                                                     “يَسْتَهْزِئُ” Yestehziu fiilini incelediğimizde fiilin sonunda; “ياء النسب“(ya annasb) veya “نسبة”(nisbe) olarak tanımlanmış, (ئُ) nisbet ya’sı vardır.

Bu ئُ (ya) ibaresi; kişinin menşe yerini, kabile bağlılığını, soyunu, karakteristik iyi veya kötü takma adlarını ya da ortak gizemleri belirten bir sıfat gibi anlamlarını bir kişiye veya özneye bağlayan sıfatlar yapmak için kullanılır.

https://arapcagramer.com/nispet-yasi/

Aynı son ek “ئ” (ye), diğer isimlerden bir kişiye veya konuya göre isimler oluşturmak için kullanılır: “عِرَاقِيّ” (Iraki(y)). Irak ile ilgili, (Irak konusu) gibi, Türkçemizde kullandığımız ticari(y) (ticaret ile ilgili), zirai(y) (ziraat ile ilgili), fenni(y) fiziki, sınai(y) sanayi ile ilgili gibi.

Başka bir deyişle, Nisbet “ئ” (ye)’si, birisini veya bir şeyi, bir şeyin konusu yapar, bir şeye tabi kılar. “Eğlence konusu” (eğlenceli) veya “ırak konusu” (Iraklı) gibi.

Ayrıca “ئ” (ye) eki Arapça da fiilimsi isim veya sıfat yapmak için kullanılır.

İki sesliden sadece bir sesli harf kullanılır veya iki sesli harf bir araya gelirse ikinci sesli harf sessizdir (dilbilgisi) kuralına göre, “يَسْتَهْزِاء” (yestehza) fiilinin sonuna “نسبة” (nisbe)’ nin     “ئ” (ye) ‘si eklenerek “ا” (elif) eki “ء” yerine kaldırılmıştır.

Hepimizin bildiği; Arapça “نبی” (nebi) kelimesi, “نباء” (nebee) kelimesinin sonuna nisbet “ئ” (ye)’si eklenerek, kelimede sadece bir sesli harf “ئ” (ya) tutulmuştur.                                                Bu ‘bilginin kişisi’ veya bir ‘bilginin öznesi’ olarak tanımlamak için yapılmıştır.

Sonuna “ئ” (ye) eklenmesi ile değiştirilen “يَسْتَهْزِئ” kelimesi öznesi veya konusu ALLAH olduğu için “ALLAH ile alay etme onu hafife alma” anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla “الله يستهزئ” (ALLAHu yestehziu) cümlesindeki “الله ” (Allah) öznesi, “يستهز اء” alay eden veya alay etme eylemini yapan değildir.

Ayetin devamında gelen “بِ”(bi)+ “هِمْ (him) onlar kelimelerinden oluşan “بِهِمْ” edatı, “onlar tarafından”  ALLAH ile ilgili konularda alay etme / hafife alma eyleminin yapıldığını tasdik eder.

اللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ cümlesinin doğru anlamı: Onlar tarafından ALLAH ile alay edilmesi / dalga geçilmesi / eğlenilmesi / tenkit edilmesidir.

*****

وَيَمُدُّهُمْ (ve yemudduhum) kelimesi; “هُمْ” (hum) + “يَمُدُّ” (yemuddu) + “و” (ve) ibarelerinden oluşmuştur

  • و (ve); ve
  • هُمْ (hum); üçüncü çoğul şahıs onlar
  • يَمُدُّ (yemuddu); “مَدُّ” (medde) kök fiilinin geniş zaman halidir.
  • مَدُّ وجَزَر (medducezir); aynı kökten gelen medcezir (gelgit hareketi) kelimesini dilimizde de kullanmaktayız.
https://context.reverso.net/translation/arabic-turkish/%D9%85%D8%AF+%D8%AC%D8%B2%D8%B1
https://sozluk.gov.tr/

دُّوجَزَر (medducezir) kelimesinde yer alan med kelimesi; “azgınlıkla yükselen vahşi dalga” veya “saldırgan bir şekilde yükselen akıntı” ifadesi aynı şekilde cümlenin devamında gelen “طُغْيَان” (tuğyan) kelimesine atıfta bulunur  ve “طُغْيَانِهِمْ” (tuğyanihim) kelimesi acımasızca taşan sel anlamına gelir.

Aynı zamanda geçtikleri kasaba veya köylerde sel veya su baskınlarına neden olan nehirler veya kanallarda kontrol edilemeyen veya önlenemeyen sel veya su baskınları “طُغْيَان” tuğyan kelimesi ile ifade edilmektedir.

  • “طُغْيَان” (tuğyan) kelimesi aslında bir tsunamidir ve 2:15 ayetinde geçen “يَمُدُّ” (yemuddu) kelimesi saldırgan bir şekilde yükselen gelgit veya kontrolsüz vahşi dalgaya işaret eder. “كَغْيَان” (tuğyan) kelimesinin, yani “taşan yıkıcı su baskını (sel)” kelimesinin varlığında “يَمُدُّ” (yemuddu) fiilinin anlamı saldırgan bir şekilde yükselen gelgit veya yükselen vahşi dalga olabilir. Bu nedenle, “وَيَمُدُّهُمْ” (ve yemuddu hum) doğru olarak şu anlama gelir: “ve onların saldırgan, acımasız yükselen (öfke) gelgitleri” veya “yükselen vahşi, zalim nefret dalgaları veya yükselen tsunamileri.”

Onlara ait bu öfke, nefret tsunamilerinin nerede oluştuğunu Rabbimizin bakara 7. ayetinde işaretlenen (tanımlanan) “خَتَمَ اللّهُ” (hatemALLAHu)[1] olarak bildirdiği, عَلَى قُلُوبِهمْ (ala kulubihim) vücudumuza kan pompalayan uzuvlarımızda veya kalbimizde değil zihinlerinde oluşur. ALLAH neden kan pompalayan organları veya kalpleri damgalamaya veya mühürlemeye devam etsin?

  • “فِي”(fi); içinde  
  • “طُغْيَانِهِمْ”(tuğyanihim); (“هِمْ” üçüncü çoğul sahış iyelik zamiri onların anlamında olup) onların taşan zalim, acımasız selleri (öfkeleri) anlamındadır.

Ancak başka yerlerde “يَمُدُّ “(yemuddu) fiili, geçtiği cümle veya konu içerisindeki bağlamında; kendi çıkarına göre uydurmak, ihlal etmek, hile yapmak, hokkabazlık, zorlamak, yükselmek, itmek , zorlamak, tasarlamak, yardım etmek, bir şeye el koymak, bir şeye dahil olmak, bir şeye müdahale etmek, etkilemek anlamlarında alınabilir.

  • “طُغْيَان” (tuğyan) kelimesi de geçtiği cümle veya konu içerisindeki bağlamına göre tek başına şu anlamlarda da kullanılabilir: Devasa, güçlü, ezici zalim güç veya kurum, tecavüz eden, baskıcı, despot veya zalim her şeyi kontrol eden veya kötüye kullanan diktatör veya mutlak hükümdar, başkalarını ezen güç, baskıcı veya zalimce bir ihlal, aşırı saldırganlık veya büyük bir saldırganlık patlaması.
  • “يَعْمَهُونَ” (ya’mehun) kör haline getirmek veya kör etmek.

Bakara 2;15

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

ALLAH’la alay etmeleri ve taşan acımasız (zalim, saldırgan) tufanlarında yükselen kontrolsüz dalgaları, gelgitleri (duyguları öfke, nefret, kin) onları kör eder. Allah’ımızın; ne ulema tarafından 99 adet olarak sınırlandırılan Esmaul Hüsnası’nda ve ne de herhangi bir ayette alay eden sıfatı olmamasına rağmen, yapılan yanlış tercüme ve anlamlandırmalar ile Rabbimizin alay edenlerin seviyesine indirilmesi, tıpkı O’na isnad edilen çocuk edinme iftirasıyla benzer bir bühtan olup asla kabul edilemez!… 


[1] Hateme kavramı hakkında daha geniş bilgi için bkz.; http://kimsin.kim/hateme-kelimesi-%d8%ae%d9%8e%d8%a7%d8%aa%d9%8e%d9%85%d9%8e/


[1] İlah kavramı hakkında daha geniş bilgi için bkz.; http://kimsin.kim/%d8%a7%d9%84%d9%84%d9%91%d9%87%d9%8f-%d9%84%d8%a7%d9%8e-%d8%a5%d9%90%d9%84%d9%8e%d9%80%d9%87%d9%8e-allahu-la-ilahe/

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ
 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 
اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ
 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

BAKARA 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

Riba – رِبَا

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Riba – رِبَا

Kur’an’daki “ربأ” (riba) kelimesi “aşırı yükleme / zorlama” anlamındadır. Doğru kullanımına bakıldığında, Arapça “ربأ” (riba) kelimesi “boğma / boğulma” anlamında bir ifadedir. Bu nedenle, genel anlamda, Kur’an’daki “ربأ” (riba) kelimesi, özellikle nefes almayı zorlaştıran olumsuz bir anlamda kullanıldığında, “boğacak şekilde aşırı yüklenme / zorlanma” anlamına gelir.

Kavramın olması gereken Arapça anlamı böyleyken, ilahiyat literatüründe tüm bağlamlardaki kullanımlarda, aynı “ربأ” (riba) kelimesi; borçlanma işlemlerinde ‘fazla ücretlendirme’ veya para, mal ya da hizmetin olması gereken esas değerine fiyat ilavesi durumları için bankacılıkta kredi işlemleri tabiri olarak kullanılır.

Kur’an’ımızın bakış açısına göre riba; geleneksel ve Kur’an’cı alimlerimiz tarafından yanlış yorum üzere anlaşıldığı gibi sadece faiz veya tefecilik ile ilgili değil, bunun dışında; muhatabını boğacak türden birçok konuyu doğrudan ilgilendiren bir kavramdır. Riba (ربأ); “aşırı/fazla ücretlendirme” yoluyla sıkıntı yaratılması, insanların boğulması, insanların yaşam şartlarının zorlanması, zorunlu aşırı ücretlendirmenin ağırlığı altında yaşamayı ve nefes almasını zorlaştıran her şeye uygulanır. Riba eylemi bir zulüm olup, cezalandırılabilir bir günahtır ve Kur’an’ımızda yasaklanmıştır.

Alimlerimiz tarafından ‘faiz’ ifadesi ile sınırlandırılan bu konu, gerçek Kur’ânî bakış açısı içinde ” رِّبَا ” (riba) kelimesinin tanımına giren pek çok şeyi gizlemektedir.

Ali İmran 3;130

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz. (DİB meali)

Kur’anımız da sıklıkla kullanılan;

  • “يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ” (ya eyyühelleziyne amenu) inanç / inanma yemini edenler anlamındadır.
  • “لاَ تَأْكُلُواْ” (la te’kulu) deyimi tüketmeyin, yemeyin anlamındadır.
  • “الرِّبَا” (er riba) boğularak aşırı yüklenme / zorlanma (yukarıda açıklandığı gibi)
  • “أَضْعَافًا” (ad’afan) İsm-i faildir. Kavram olarak ضَعَفَ (da’afe) kişiyi zayıflatan, güçsüz düşüren, bitkin hale getiren, felç eden, takatsiz bırakan, aciz bırakan, sekteye uğratan kişi, cisim veya silahtır. ضَعَفَ (da’afe) kök kelimesinden türetilen ve belirsiz ism-i fail olan “أَضْعَافًا (ad’afen)” kelimesi ise; bir zayıflatıcı, bir aciz bırakıcı, bir yıkıcı, bir yorucu, bir felç edici, bir zarar verici veya zayıflatıcı bir araç anlamındadır.
https://translate.google.co.uk/?sl=tr&tl=ar&text=zay%C4%B1flatan%20%0A&op=translate
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%A3%D9%8E%D8%B6%D9%92%D8%B9%D9%8E%D9%81%D9%8B/?c=T%C3%BCm
  • Ayetin muteakib kelimesi olan مُّضَاعَفَةً (mudâ’afe(ten)) ise مُّضَعَفَ (mudaafe) kelimesinin ism-i failidir: sürekli değişim gösterme, sallanma, yalpalanma, hayal kırıklığı, istikrarsızlık, erime, tasfiye, iflas, eriyen. Dolasıyla   مُّضَاعَفَةً (mudâ’afe(ten)): titreten, istikrarsızlaştıran, tasfiye eden, sarsan, koruyucu olmayan, zayıflatan, güçsüzleştiren, kuvvetten düşüren, baskılayan, bunaltan anlamlarındadır.
https://translate.yandex.com/?lang=ar-tr&text=%D9%85%D8%B6%D8%B9%D9%81

Bununla birlikte hem Kur’an’cı hem de geleneksel alimler, yukarıda açıklanan Kur’an kelimelerini yanlış tercüme etmektedirler: “أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً (ad’âfen mudâ’afe(ten))”; ikiye katlanmış, kat kat (!)…

Bu nedenle, tüm gelenekçiler ve Kur’an’cıların Rabbimizin ifadesi olan “الرِّبَا (riba)” kelimesini yanlış anlama ve manalandırmaları yanısıra tahrif tarzları da farklıdır. Geleneksel Müslümanlar buna ‘faiz’ ya da ’tefecilik’ diyorlar. Kur’an’cı olduğunu söyleyen Müslümanlar ise bunu ‘sermaye kazancı’ olarak adlandırıyorlar. Ancak hem geleneksel hem de Kur’an’cı Müslümanların anlayışı sonuçta aynıdır. Çünkü onlara göre “رِبَا” (riba) = ‘faiz’ anlamına gelir ve “رِبَا” (riba) ile ilgili tüm Kur’an ayetlerini yanlış meallendirir, manalandırır ve yorumlarlar. Diğer yanda mal ve hizmeti kısarak veya bollaştırarak tüketiciyi ya da üreticiyi plan dahilinde sıkıştırıp fiyatları yöneterek kârlarını çoğaltan aracı ve karaborsacılar fıkhen bir yere oturtulamaz. Hatta geleneksel fıkıhta da batı hukuk sistemlerinde de bu eylemler serbest ticaretin özelliği olarak geçiştirilir, cezası da yoktur. Oysa zorda kalıp paraya sıkışan kişinin malını, kişinin o anki zaafından faydalanarak gaspetmek de onu boğmak nefessiz hale getirmektir. Yani bir tür ribadır.

  • وَاتَّقُواْ (vetteku) kelimesi özetle: hemfikir olmak, kuvvetlendirmek, tasdik etmek, kabul etmek, ikrar etmek, uymak, rıza göstermek, tasdik etmek, mutabık kalmak, uyum içinde olmak, uzlaşı, bağlı kalmak anlamlarındadır. Detaylı açıklama için lütfen http://kimsin.kim/fetteku-فاتقوا/  yazımızı okumanızı rica ederiz.
  • اللّهَ ALLAH
  • لَعَلَّكُمْ (leallekum) ifadesi Kur anımız da kullanılan manasının dışında manalandırılmıştır. Detaylı açıklama için lütfen http://kimsin.kim/بِسْمِ-اللّهِ-الرَّحْمَنِ-الرَّحِيم/ yazımızı okumanızı rica ederiz.
  • تُفْلِحُونَ (tuflihun) kelimesi “فلح (felaha)”  kök kelimesinden türemiştir: gübrelemek, biçmek, hasat veya mahsul almak için toprağı veya araziyi sürmek (yararak), gayret etmek, beslemek, geliştirmek anlamında olup meallerde kullanıldığı üzere kurtuluşa ermek anlamına sahip değildir.

Ali İmran 3;130

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَأْكُلُواْ الرِّبَا أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً وَاتَّقُواْ اللّهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

İman edenler (inanlar, kabul edenler), aşırı zorlayanı, zayıflatıkça zayıflatanı (takatsiz güçsüz bırakanı) tüketmeyin (kullanmayın / yemeyin), gelişmeniz (büyümeniz / yükselmeniz) için ALLAH’a bağlı kalın.

Yasaklanan, haram kılınan bir eylemin iki kat, üç kat, kat kat artması halinde haram veya yasak olması dahada mı artıyor?

Alimlerin dediği üzere faiz eğer yasak kılındı ise; kat kat artması, katlanması yasağın uygulanması için mi gerekiyor? Yani iki kat, üç kat veya katlanarak artmaz ise faiz helal mi oluyor?

Hırsızlığın bir lirası ile bin veya milyon lira olması arasında fark var mıdır?

Yasaklar herhangi bir eylemin uygulama miktarı çift, dörtlü, çoklu, katlanarak artması halinde mi uygulanır?

Âlimlerimiz Kur’an’ımızdaki “أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً” ifadesini, faizin(!) özelliği olarak görüp, “ikişerli, dörtlü, çoklu, tekrar tekrar artan, katlanarak artan, çoğalan” manasına gelen yanlış anlamını vermekle, bilerek ya da bilmeyerek her türlü mali tekeli ve para sömürüsünün gizlenmesini sağladılar. Genel olarak herkesin “faiz”, “tefecilik” veya “sermaye kazancı”nın katlanarak arttığını bilinmesinden dolayı, Kur’an’ımızdaki “رِبَا” (riba) kelimesinin ‘faiz’, ‘tefecilik’ veya ‘sermaye kazancı’ anlamını kolaylıkla yerleştirdiler.

Günlük konuşmamızda galat-ı meşhur olan faiz kelimesi riba kelimesinin karşılığı değildir.

Arapça kullanımı:

https://www.arabdict.com/ar/turkish-arabic/%D9%81%D8%A7%D8%A6%D8%B6

Arapça manası faydalanma olan فائض (faide) kelimesi, Farsça’da faiz anlamına gelen ve günlük hayatta kullanılan bir kelimedir.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D9%81%D8%A7%D8%A6%D8%B6&matchtype=default
https://translate.google.com/?sl=en&tl=tr&text=interest%0A&op=translate

Oysaki Rabbimizin ikram ettiği Kur’an’ımızda “الرِّبَا (riba)” ile zayıfı ezmeyi, zayıfı zayıflatmayı, zayıfı cansızlaştırmayı, zayıfın dengesini bozmayı, zayıfı boğmayı, zayıfa güç yetirmeyi durdurmak için “أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً (ad’aafen mudaafen)” ibaresi kullanılmıştır.

Aşırı fiyatlandırma veya ücretlendirme, enflasyon (fiyatlardaki artış ve paranın satın alma değerindeki düşüş), istifçilik, karaborsacılık (müşterilere daha fazla kâr ile satabilmek maksadıyla, yapay kıtlık yaratmak için büyük miktarlarda bir mal ve kaynak satın almak, elde etmek ve elinde tutmak, böylece fiyatı artırarak arz etmek), tekel fiyatlandırma (mal veya hizmeti üretmek için ekonomik rekabet eksikliği, geçerli ikame malların eksikliğini fırsat bilip güç ile pazara hakim olmak ve marjinal maliyetin çok üzerinde yüksek bir tekel fiyatı talep etmek), mali açıdan zayıf insanları ezen ve onları zorla sıkıştırarak krediye zorlama, kara para aklama vb durumlarını engellemek için  ” أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً (ad’âfen mudâ’afe(ten))” kullanılmıştır…

Bakara 2;275

الذين يأكلون الربا لا يقومون إلا كما يقوم الذي يتخبطه الشيطان من المس ذلك بأنهم قالوا إنما البيع مثل الربا وأحل الله البيع وحرم  الربا فمن جاءه موعظة من ربه فانتهى فله ما سلف وأمره إلى الله ومن عاد فأولئك أصحاب النار هم فيها خالدون

Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır. (DİB meali)

Bakara 275 ayetini anlamaya çalıştığımızda:

  • الَّذِينَ (elleziyne) zamiri يَأْكُلُونَ (ye’kulune) fiilini; kullanan, yiyenleri, tüketenleri ifade eder.
  • الرِّبَا (riba) boğularak aşırı yüklenme / zorlanma (yukarıda açıkladığımız gibi).
  • لاَ (la) olumsuzluk anlamı vererek hayır ya da değil anlamında, reddetmek için kullanılır.
  • یقیم (yukiymu) kelimesi şu anlama gelir: başa çıkmak, tutmak, savunmak, ima etmek, haklı çıkarmak, sürdürmek, ikna etmek, çekişmek, buluşmak, aşağı inmek, yürümek, peşinden gitmek, ilerlemek, ileri sürmek, programlamak, listelemek. Aynı kökten gelen قائم (kaime) kelimesi ise şu anlama gelir: liste, program, bildirim ve numaralandırma. اقامة (ikâme) kelimesi ise kurmak, kalmak, konaklamak, müessese, ikamet etmek. قم (kum) fiili ise yayılmak, istila etmek, icra etmek anlamlarında kullanılır. كَمَا (kema) kelimesi şu anlamlarda kullanılır: gibi, bunun gibi. Arapça hukuki ve genel bir terimi olarak  “كما هو” (kema huve) “olduğu gibi” anlamında kullanılır.
  • يَتَخَبَّطُهُ  (yetehabbetehu) kelimesi  ه  ve يَتَخَبَّطُ  kelimelerinin birleşimden oluşmuştur, ه  kelimesi o, onun, kendisi ve يَتَخَبَّطُ  kelimesi ise kaptırmak, vurmak, çağırmak, üzerinden geçmek, empoze etmek, gelişigüzel veya amaçsızca hareket etmek, savurmak, yuvarlanmak, çarpışmak, tökezlemek anlamındadır.
  • الشَّيْطَانُ  (şeytan) şeytan,
  • مِنَ (min): …nın; …den
  • الْمَسِّ (elmessi) kelimesi  meydana gelmek, tasavvur etmek, bir noktaya gelmek, bir aşamaya ulaşmak, bir şeyi sezmek, fark etmek veya hissetmek anlamında olan مَس (messe) kök kelimesinden türemiştir.
  • ذَلِكَ (zalike) kelimesi şu veya bu manaya işaret eden isimdir.
  • بِأَنَّهُمْ (biennehum) kelimesi بِأَنَّ (bienne) ve هُمْ (hum)  kelimelerinden oluşmuştur. Üçüncü çoğul şahıs zamiri olan هُمْ kelimesi onların veya onları ifade eder. بِأَنَّ  kelimesi onunla; görünür, açık seçik, ortaya çıkmak, aşikar olmak, tezahür etmek, kendini göstermek, aşikar, apaçık, kendini göstermek, göstermek, açık olmak, görünmek, bilinmek, görünür olmak anlamındadır.
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/بان/
  • “قَالُواْ (kalu)” ibaresi; “واْ” kelimesi ile “قَالُ” kelimesinin birleşimidir: İfade edildi, düşünüldü, varsayıldı, tasavvur edildi, hesaplandı, kabul edildi, telaffuz edildi, görüldü, dile getirildi, ifade edildi, hafifletildi, telaffuz edildi, savunuldu, sürdürüldü, iddia edildi, desteklendi, düşünüldü. Ayrıca “قَالُ” kelimesi, arapça “أخَذَ (ehaza)” ve “تَكَلّمَ (tekelleme)” kelimelerinin eş anlamlısı olup almak, tutmak ve söylemek anlamlarına gelir. “واْ” ise üçüncü çoğul şahıs zamiridir. Dolayısıyla “قَالُواْ” ifade ettiler, düşündüler, zannettiler, tasavvur ettiler, baktılar, bildirdiler, söylediler, ifade ettiler, aldılar anlamındadır.
  • إِنَّمَا (innema) kelimesi   إِنَّ + مَا kelimelerinden  oluşur ve dilbilgisinde mai kafiye olarak adlandırılır,  yalnızca, sadece veya sadece olan, ama anlamındadır.
https://www.luggat.com/index.php#ceviri
  • الْبَيْعُ (elbeyğu) kelimesi satış, ticaret, pazarlama, ticari anlaşma anlamındadır
  • مِثْلُ (mislu) kelimesi kısaca şu anlamlara gelir: bir şeyle veya kimseyle mutabık olma, tutarlılık, zaman ve mekânda tekabül etme, yerleşik uygulama veya uyarlamaya göre eylem veya davranış. ( http://kimsin.kim/misl-kelimesi-م%D9%90ّثْل/ daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.)
  • أَحَلَّ (ehalle) kelimesi muaf tutmak, izin vermek anlamındadır.
  • حَرَّمَ (harreme) kelimesi ise أَحَلَّ kelimesinin zıttıdır, yani yasak, izin verilmez.
  • جَاءَهُ (caehu) kelimesi جَاءَ (cae)  ve هُ (hu) kelimelerinin birleşimidir, üçüncü tekil şahıs nesnel şahıs zamiri olan هُ onun, ona  anlamındadır, جَاءَ kelimesi ise  gelmek, varmak, ulaşmak, aramak, teslim olmak, kendini tanıtmak, getirmek, sunmak, üretmek, bahsetmek, rapor  etmek anlamındadır.
  • مَوْعِظَةٌ (mev’ızaten) kelimesi وعظ (veaze) fiil kökünden türetilmiştir ve işi eylemi, yapan yani faildir; vaaz, hutbe, nasihat, uyarı, talimat, tavsiye, öğüt anlamındadır.
  • مِّن رَّبِّهِ (min rabbihi) kelimeleri tabiri şu anlama gelir: Rabbinden.
  • فَانتَهَى (fenteha) kelimesinin başında bulunan فَ kelimesi  gerçekten, aslında anlamında olup yapılması gerekli olanı ifade eder, انتَهَى kelimesi ise sonlandırmak, bitirmek, durdurmak, sona erdirmek anlamındadır.
  • فَلَهُ (felehu) kelimesinde bulunan لَ ifadesi şu anlamlara gelen önermedir: çünkü, için. هُ (hu) kelimesi üçüncü tekil şahıs zamiridir: o / onun.
  • مَا (ma) kelimesi ise Arapça dilbilgisine göre geçmiş zaman سَلَفَ fiilinden önce geldiği için hayır veya değil anlamında olumsuzdur. “مَا النافیة” fakat  “مَا” kelimesi bu ayette özne zamiri olarak “ne” anlamında yanlış tercüme edilmiştir ve “سَلَفَ” fiilinin anlamı: geçmiştir (zaman).
  • وَأَمْرُهُ (ve emruhu) kelimesi و ve bağlacından (ile) başlar, أَمْرُ (emru) kelimesi mesele, konu anlamındadır. هُ (hu) kelimesi ise onun anlamına gelen üçüncü tekil şahıs zamiridir.
  • إِلَى (ila) edatı; ….e doğru, ….e yönelik.
  • وَمَنْ (ve men) kelimesi; ve kim, ve kim olursa olsun.
  • عَادَ (a’de) tekrar yapmak, tekrar etmek, yeniden başlamak, devam etmek, geri dönmek, ….ya tekrar dönmek anlamlarında eylemi yapan yani ism-i faildir.
  • فَأُوْلَِئِكَ (feulaike) gerçekten onlar, öyleyse onlar demektir.
  • أَصْحَابُ (ashabu) kelimesi şu anlamlara gelir: Refakatçi, eşlik eden, iliştirilmiş, bağlı, birleşik, ilişkili, arkadaş.
  • النَّارِ (nar) kelimesi yakma veya cehennem ateşi.
  • هُمْ (hum) kelimesi ise üçüncü çoğul şahıs: Onlar.
  • فِيهَا (fiyha) kelimesi; onun içinde anlamındadır.
  • خَالِدُونَ (halidun) kelimesi; batıl inanç nedeniyle ebedî kalmak olarak yanlış tercüme edilmektedir.  Oysa Arapça “أخْلَد” (ahlede) fiili doğru olarak şu anlamlarda kullanılır: Eğilimi olmak, meyilli olmak, yönelmek, meyletmek, eğilmek, bağlanma, …nın soyundan gelen. Aynı şekilde, ” خُلُود ” (hulud) kelimesi de Arapça “إِقَامَة” (ikâmet) kelimesinin eş anlamlısı olup: kalmak, meskûn, oturma, yerleşme anlamlarındadır. أخْلَد” (ahlede)  ve ” خُلُود ” (hulud) kelimeleri ile Kur’an’ımız kullanılan  “خَالِدُونَ” (halidun) kelimesi de “خلد” (halede) kök kelimesinden türemiştir. Dolayısıyla, Arapça “خَلَدَ” (halede) fiilinin ismi faili olan “خَالِد” (halid) kelimesi doğru olarak: bağlı, yerleşik, yerleşik veya ….soyundan gelen anlamına gelir. Bu nedenle, Kur’an’ımızdaki “خَالِدُونَ (halidun)” kelimesi doğru olarak: inananlar, sakinler, oturan, yerleşikler veya …nın soyundan gelenler anlamına gelir.

Bakara 2;275

الذين يأكلون الربا لا يقومون إلا كما يقوم الذي يتخبطه الشيطان من المس ذلك بأنهم قالوا إنما البيع مثل الربا وأحل الله البيع وحرم  الربا فمن جاءه موعظة من ربه فانتهى فله ما سلف وأمره إلى الله ومن عاد فأولئك أصحاب النار هم فيها خالدون

Riba (Aşırı fiyatlandırma, ücretlendirmeyi) kullananlar (tüketenler / faydalananlar) gelişmezler (ilerlemezler). Sadece şeytanın onu savurduğu (empoze ettiğine) gibi kendilerine görünenden hissettikleriyle ilerleyenler, açıkça Ribanın (aşırı fiyatlandırmanın, değerlemenin) ticaret standardına (kuralında / ilkesinde) uygun olduğunu söylediler. ALLAH ticarete izin verdi ve aşırı fiyatlandırmayı yasakladı. Kime Rabbinden bilgi (açıklama / talimat) gelirse O’nun için bıraksın (sonlandırsın), (zaman/süre) akıp gitmedi (geçmedi). İş ALLAH’a yönelir, kim tekrar yaparsa onlar cehennemin ehli ve sakinidir.

Kur’anımızda “riba”, ALLAH’ın, temelde / esasen kamu malı olan servet üzerinde ALLAH’ın hakkını tesis eden, erişim zenginliğine sahip kimseler için ALLAH’ın borcu olarak da anılmış ve Nisa 161. ayette, insanların onu kötüye kullanmaları engellenmiştir. Kâğıt ya da madeni para ve her türlü türev ürünler üzerinden para sömürüsü de aynı kategoriye girer.

Ali imran 2;130 ayeti serbestçe kullanılan parayı tüketmek için çeşitli taktikleri kullanmayı açıkça durdurur. 2;134. ayet ise aynı bağlamda insanları, insanlar arasındaki dengeyi korumak için parayı dağıtmaya ve yönlendirmeye teşvik eder. Bir sonraki ayet ise zalimlere, yukarıda belirtilen zalimliklerinden dolayı mağfiret dilemelerini tavsiye eder.

Aynı şekilde Bakara 2;275 ayeti de Kur’an’da farz kılınan sadaka yoluyla muhtaçların refahı için para verilmesi kapsamına girmekte ve aynı Bakara 2;275 ayetinin ifadesi, “ربأ” (riba)’nın edebi anlamı olan boğarak insanların parasını veya mallarını tüketmeyi bıraktırmaktadır.

Bakara 275 ayeti, Kuran’da farz kılınan sadaka yoluyla muhtaçların refahı için para dağıtma kapsamına girer ve aynı ayetteki ifade de insanların parasını veya malını tüketmeyi durdurur.

ربأ (riba) kelimesinin edebi anlamı insanları boğan, insanları nefes alamayacakları kadar zor bir duruma sokan ve hayatta kalmalarını riske atan boğulmadır.

Aynı ربأ kelimesi, genel olarak Arapçada nefes almada güçlük anlamına gelen tıbbi bir terim olarak kullanılmaktadır. Astım hastalığı ربأ (riba) olarak ve “bronşiyal astım” genel Arapça’da “الربو” (al rabu) olarak adlandırılır. Bu mana, tüm Arapça tıp bilimleri kitaplarında görülebilir.

Bakara 2;276 ayet, insanların yararına olan bakış açısıyla (الصَّدَقَاتِ sadakati), onu ALLAH ın hakkı “يَمْحَقُ اللّهُ (yemhakullah)” olarak tanımlar.

Ancak ne yazık ki, “ربأ” RİBA ayetleri hem gelenekçiler hem de Kur’ancılar tarafından geleneksel batıl inançlara göre “faiz” ile sınırlı kılacak şekilde her zaman yanlış tercüme edilmiştir.

Oysa Kur’an’daki “ربأ” (riba) kelimesi, Kur’an’ımızda; paranın her türlü kötüye kullanılması, tekelleşmesi, manipüle edilmesi ve insanların hayatını zorlaştıran sömürüyü yok etmek için, Arapça’da “ربأ” (riba) denilen astım krizine yakalanıp ve nefes almakta güçlük çekenlerin haline benzeştirilerek kullanılmıştır…

Yukarıda anlamı insanları boğan, insanları nefes alamayacakları kadar zor bir duruma sokan ve hayatta kalmalarını riske atan boğulma olarak açıkladığımız riba kavramının ekonomik faaliyetler ile sınırlandırılamayacağını belirtmiştik. İmkanları belli iken eşlerin aşırı isteklerde bulunarak birbirlerine zulmetmesi adeta boğması da iş yerinde üst görevde olanların altlarındakilere keyfi sıkıntı yaşatarak onları boğmaları da -ki batı bunu keşfetmiş ve mobbing olarak tanımlayıp suç saymıştır- rüşvet almaksızın işini yapmayan ya da göz göre göre haksızlığa sebep olan yetki sahibi de muhataplarını zor durumda bırakarak onları maddi ve manevi sıkıntı içine sokmuş olurlar…

Zayıf olanın güçlü karşısında yasal haklarını kullanamayacak durumda olması, Allah’ın KIST olarak belirlediği çizgilerin kaybedilip yerine hakim olanın değer ve kuralları konularak özellikle kamu gücü ile zayıf olanın zulme uğratılmaya devam ettirilmesi kabul edilemez.

Tüm bu ve benzeri hallerin, riba kavramının anlamı ile hangi düzeyde sosyal hayatta karşılık bulduğu üzerinde derinlikli çalışmalara ihtiyaç vardır…

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/genel/" rel="category tag">Genel</a> Bir yorum yapın

اللّهُ لاَ إِلَـهَ – Allahu Lâ İlâhe

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اللّهُ لاَ إِلَـهَ – Allahu Lâ İlâhe

اللّهُ kelimesinin kökü; putları ifade etmek için kullanılan ھ+ ل+ء (hemze + lam + he) olarak üç harften oluşan ألّه kök kelimesi değildir!

اللّهُ kelimesi, iki harf kökten oluşan ھ + ل (lam + he) له dan türetilmiştir.

  • ھ+ ل+ء (hemze + lam + he) harflerinden oluşan (ألّه/ إله) kelimesi ile
  • ھ+ ل (lam + he) harflerinden oluşan (له) kelimesini Arapça sözlüklerde arayarak bu iki kök kelime ve anlamlarının arasındaki farkı görebilirsiniz.

Ancak Müslüman alimlerimiz; Kur’an tercümanları veya Müslüman yayıncılar tarafından derlenen sözlüklerde hem ALLAH’ı hem de putperest ilahları veya tanrıları türetmek için tek kök kelime olan hemze + lam + he (ألّه / إله) kökü kıstas alınarak, Kur’an’ın meal veya çevirilerine putçuluk ve paganlığın sinsice taşınmasına ve yerleşmesine sebep olunmuştur.

Pagan ve putçu olanlar ALLAH (اللّهُ) kelimesini put, ilah veya tanrı ile aynı kök olan “إله” kelimesinden türeterek “إله” kelimesinin önüne ال ilave ederek ALLAH (اللّهُ) kelimesini özel veya özellikle bilinen bir ilah yaptılar. Oysaki Kur’an’da ALLAH’ın (اللّهُ) ilah olduğu belirtilmemesine rağmen, kelime oyunları ve yanlış tercüme vasıtasıyla, alimler(!) ALLAH’ı ilah yaparak, “ALLAH’tan başka ilah yoktur.” çevirisini uydurup zihinlere kazımışlardır.

ھ+ ل+ء (hemze + lam + he)  ve   ھ+ ل  lam + he  kök kelimelerini inceleyelim.

ھ+ ل+ء (hemze + lam + he)

Kök anlamı; ululaştırmak, bir kişiye veya bir şeye aşırı saygı, hayranlık göstermek, bir kişi veya nesneyi övmek, kutsal saymak, bir nesne veya kişiyi tanrı konumuna getirmek, idol yapmak, ilahlaştırmak, yüceltmek, tanrılaştırmak, putlaştırmak anlamlarına gelmektedir.   

إله İlah kelimesinin anlamı: ilah, tanrı veya tanrıça, ilahi olarak tapınılan, ibadet edilen herhangi bir nesne.

  • الإيمان بوجود إله  (El iman bivucudillah) cümlesi (tanrının varlığına inanmak)  teizm anlamına gelir,
  • المؤمن بوجود إله  (El mü’min bivucudillah) cümlesi (tanrının varlığına inanan) ise teist anlamına gelir.

Oysa “آله ” türevi, tanrılarını bir yüce Tanrı’nın mini tanrıları olarak aldıkları Arap putperestlerinin müşrik inancını tekrar tasvir eden “mikro” veya “mini” anlamına gelir.

الإِلهِيَّات El İlahiyyat kelimesi de “teoloji”, “din çalışması” veya “teistik” anlamına gelen aynı “إله” kökünden türetilmiştir. Aynı kökten türetilmiş أُلُوهِيَّة (uluhiyye) kelimesi ise ilahlık, tanrı gibi olma durumu, dini inançlar anlamlarına gelmektedir.

https://www.luggat.com/index.php#ceviri
https://www.almaany.com/en/dict/ar-en/%D8%A5%D9%84%D9%87/?c=T%C3%BCm

Hangi din olursa olsun ibadet etmek ve vazedilen ritüelleri yerine getirmek için bir ilah veya tanrı figürüne ihtiyaç duyar. İşte bu yüzden bilginlerimiz, ALLAH (اللہ) kelimesini yanlış bir şekilde ilah kelime kökünden türetmişler ve O’na yapılacak ibadet ve yönelişleri, müşrik pagan ataların pis ilahlarına taptıkları ritüellere benzeştirmişlerdir. Oysa İslam, ALLAH tarafından insanlığa teklif edilmiş bir yaşam biçimidir. Ancak bu ve benzer anlayışların etkisiyle bir ritüeller inancına büründürülmüştür. Muhammed (as) ve sadık sahabelerinin ölümünden sonra İslam; kitleleri güden bir ritüeller dinine dönüştürülerek, kendisi asla idol olmayan ALLAH, geçmiş dönemlerin karanlık çağ putperestliği ve müşrikliğini yeniden başlatmak için yanlış şekilde, oluşturulan din anlayışının yüce bir tanrısı haline getirilmiştir.

Tam da burada, ilah veya tanrı figürüne ihtiyaç duyma konusunda şu noktayı da açıklığa kavuşturmak gerekir. ALLAH’ı insan zihnin kapsamı içinde sebep sonuç ilişkisine dayalı bir gerçeklik olarak tanımlamak, ALLAH’ı çevreleyen ya da kapsamaya çalışan bir aklın tasavvurudur. Bu akıl, ALLAH ile mücadele içindedir. Oysa ALLAH gerçeğin ta kendisidir ve onu kuşatabilecek bir zihin düşünülemez. İşte bu anlayışla ALLAH’ı başka varlıklar gibi saymak şirkin ta kendisidir. Burada şirk olan ALLAH’ı da diğer mevcutlar listesine katmaktır. Böylelikle ALLAH, her ne kadar sıfatları “en geniş” anlayış ile ifade edilmeye çalışılsa da yaratılmış varlıklar ile benzer bir sahaya indirgenmiş olunur. Diğer yandan ALLAH’ın Kur’an’da İlah olarak tanımlayıp bize bildirdikleri yaratılmışlardır. Bunlar insanlar tarafından tapılacak ve yardım istenecek varlıklar olarak tanımlanmaktadır. Kur’an’ımızda geçen “İlah” ibaresi hem anlam hem de etimolojik olarak “sahte olan” ve “gerçek olan” ayrımını içermez. Bu söylem; sadece ALLAH’ı ilah olarak gören anlayışın, kendini tefsir ile temize çıkarma gayretidir.

*****

Hac 30 ayetinde Rabbimiz; فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ

“İdollerin pislik olduğunu ve onlardan sakınılması, kaçınılması” gerektiğini vurgular.

İdollerden kaçınılması gerektiği apaçık ortadayken, bir kısım alimlerimizin ilahların pisliğinden sakınmak ve ALLAH’ ı putların pisliğinden uzak tutmak yerine, aynı kök kelimeden hemze + lam + he (ألّه), ALLAH (اللّهُ) kelimesi türetmişler sonradan gelenler de bu oluşumdan hiçbir şekilde rahatsız olmamışlardır.

Müşrik putperest inançlarını tatmin ve taklit etmekten başka bir gerekçe olmaksızın (اللّهُ) ALLAH kelimesinin Arap müşrik zihniyetinden esinlenerek, ilah/put kökünden kasten türetilmesi, ALLAH’ı aşağılanan ilâhlar ile aynı seviyede denk tutulmasına neden olmuştur.

ALLAH’ın bir ilah olduğu doğru değildir ve اللّهُ kelimesi aslında puta tapılan ilahları türetmek için kullanılan hemze + lam + he (ألّه) kökünden türememiştir.

Ancak, cansız ilahlar ve yasaklanmış ibadetlerinin kökünden ALLAH (اللّهُ) kelimesini türeten gafil alimler ve onların kör müritleri, hemze “ء” ile kök Arapça bir kelime gelmediğini ve dolayısıyla hemze + lam + he (ھ+ ل+ء) ve lam + he (له) aynı kökler olduğunu söylerler.

Bu kişiler ve takipçileri (ء) hemze’nin bulunduğu;

ء ت ي ; ء خ ذ ; ء س س ; ء ف ل ; ء ك ل ; ء ل ل ; ء م ر ; ء م ن ; ء وب ; ء و لköklerini ve diğerlerini de hatırlamaları gereklidir.

https://en.wiktionary.org/wiki/Category:Arabic_roots

“ALLAH”, eşsiz özellikleriyle herkes tarafından bilinen aynı zamanda evrensel ve ehad olan Rabbimizin diğer unvanlarını yitirmeyen Arap dilinde sadece Rabbimizin sıfatı, unvanıdır.

Meryem 19;65


رَبُّ
 السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا۟

Rabbu-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ fa’budhu vastabir li’ibâdetih(i) hel ta’lemu lehu semiyyâ(n)

(ALLAH) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (DİB Meali)

ل + ه (lam + he) 

اللہ ” kelimesinin gerçek kökü (lam + he) “له” dir. Bu durum iki harfli kökler hakkında hiçbir bilgisi olmayan alimlere ve onların takipçilerine muhtemelen garip görünecektir. Ancak gerçekte bu kök “له” (lam + he) Arapça dilinde mevcut olup tüm standart akademik sınıf uluslararası Arapça sözlüklerinde usulüne uygun olarak bulunur.

https://www.arabdict.com/ar/turkish-arabic/%D9%84%D9%87
https://www.wordreference.com/aren/%D9%84%D9%87
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D9%84%D9%87/

” له ” ALLAH’ın tüm sıfatlarını tasvir eden benzersiz bir ön köktür.

Hemze + lam + he harflerinden oluşan “ألّه” ve “إله “ kök kelimeleri cansız tanrıları, tanrılara tapınmayı, putperestliği, dini ritüelleri, dini, inancı ve teizmi ifade eder,

Lam + he harflerinden oluşan “له” kök kelimesi ise; her an diri olan, her şeyin kendisine ait olduğu, her şeyin yaşayan sahibi, liyakate ve itibara göre meselelere karar veren, sebep olan, her türlü ölçünün ötesinde güçlü, yaratan, Rab, yapıcı, …….. Tek, benzersiz ve eşsiz olan ALLAH…

اللہ kelimesi له kök kelimesine ilave edilen belirlilik takısı ال ile له + ال= اللہ türetilmiştir.

Bu nedenle, “له ” kök kelimesi ile “ال” (el) belirlilik takısının doğrudan birleşimi nedeniyle, “اللہ ” kelimesi, ALLAH’ın sıfatlarına tam olarak uyan ilk kök “له” ın tüm temel özelliklerini çevreler.

Farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde, farklı zaman dilimlerinde ilahlarını farklı sıfat veya yeteneklerle tanımlayan, ayıran pagan inancı yüzyıllar boyunca devam etmiş ve halen devam etmektedir,

Ay tanrısı Aztek kültüründe coyolxauhqui; Maya kültüründe ixchel; Grek kültüründe selene (daha sonraları artemis olarak ilişkilendirilmiştir); Roma kültüründe diana; Çin kültüründe chang’e (chang o); Japon kültüründe tsuki-yomi; Eski Mısır’da ayın durumuna göre yah, khonsu, thoth; Güneybatı Yemen kültüründe ilmuquh vey almaqah; Pagan Arap kültüründe hubel olarak adlandırılmış ve benzer rituellerle kendilerine ibadet edilmiştir.

Güneş tanrısı Aztek döneminde huitzilopocochtli; Eski Mısır döneminde ra; Roma ve Grek döneminde apollo; Eski Japon döneminde amaterasu, olarak adlandırılarak yine benzer ritüeller ile kendilerine ibadet edilmiştir.

İlah örneği konusunda farklı coğrafya ve medeniyetlerde, içeriği aynı fakat isimleri ayrı olan ilahlara ibadet edildiğini vurgulamak için isimleri bu seçilenlerden farklı olan ilahlara ve detaylarına yapılacak basit araştırmalarla kolaylıkla ulaşılabilir.

Sadece Ay ve Güneş ile sınırlı olmayan çok farklı meziyetlerle tanımlanan sayısız ilahlar yeryüzünün farklı yerlerinde farklı din ve kültürlerde mevcut olmuş ve halen de varlıklarını sürdürmektedirler.

Pagan aklının veya ilahları hayatlarında hâkim kılan aklın eşsiz, kıyas edilebilecek benzeri kesinlikle olmayan, tek olan ALLAH inancını kabul etmemesi Hud as’ın çağrısına karşılık verilen cevapta gayet açık olarak önümüzdedir,

Araf 7;70

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

Kâlû eci/tenâ lina’buda(A)llâhe vahdehu veneżera mâ kâne ya’budu âbâunâfe/tinâ bimâ ta’idunâ in kunte mine-ssâdikîn(e)

Onlar, “Sen bize tek ALLAH’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler. (DİB meali)

Hud as cevabı ilahların veya ilahlarının aslında özünün ne olduğunu bize açıklıyor:

Araf 7;71

اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ

Kâle kad veka’a ‘aleykum min rabbikum ricsun veġadab(un)etucâdilûnenî fî esmâ-in semmeytumûhâ entum veâbâukum mâ nezzela(A)llâhu bihâ min sultân(in)fentazirû innî me’akum mine-lmuntazirîn(e)

ALLAH’ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler (düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? (DİB meali)

Halen de hayatımızda, farkında olduğumuz veya olmadığımız ilahların varlıklarını sürdürme konusunda ısrar etmekteyiz. Yakından bakıldığında hayret ettirecek derecede zihinlere nüfuz ettirilmiş bu isim ve ritüellerin birkaçına göz gezdirelim…

Günler ve ayları takip etmek üzere kullandığımız takvimde geçen, aslında hiç dikkatimizi çekmemiş son derece tanıdık olan ayların isimlerine baktığımızda çoğunda gizlenmiş anlamlar ve ritüeller ile karşılaşırız. Temmuz bunların en çarpıcılarındandır:

https://tr.wikipedia.org/wiki/Tammuz

Takvimlerimizde bulunan ve bize ait olduğunu düşündüğümüz: Şubat, mart, nisan, mayıs, haziran, vd ayların asıl olarak ne ifade ettiğini merak ediyorsanız biraz zaman ayırarak araştırmanızı rica ederiz.

Son yıllarda ısrarla tanıtımı yapılarak çizgi filmler ile çocukların, film ve diziler ile yetişkinlerin zihinlerine yerleştirilen Cadılar Bayramı:

https://www.milliyet.com.tr/molatik/galeri/16-maddede-cadilar-bayrami-nedir-ne-degildir-76997/1

Batı dillerinde kullanılan haftanın günleri de pagan ritüellerinden özenle seçilmiştir:

Sunday/Pazar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Sunday

Monday/Pazartesi :

https://en.wikipedia.org/wiki/Monday

Tuesday/Salı :

https://www.dictionary.com/e/tuesday/

Wednesday/Çarşamba :

https://www.britannica.com/topic/Odin-Norse-deity

Thursday/Perşembe (Thor):

https://en.wikipedia.org/wiki/Thor

Gerçekte pagan ilahlarından biri olan Tor, elinde büyük bir çekici ile hayatımıza çizgi filmler aracılığıyla süper kahraman olarak yerleştirilen karakterlerden biridir.

Friday/Cuma (Frigg) :

https://en.wikipedia.org/wiki/Frigg

Markaların birçoğu da benzer konumda imgesel anlamları alışkanlıklar üzerinden yaşamımıza sokarak zihinlerde sempati oluşturmaktadır.

Freja veya Frigg bir kahve markasının sembolü olarak günlük hayatımızda yer almaktadır. Freja veya Frigg day, aynı zamanda afrodit / venus / isis günü anlamındadır…

Saturday/Cumartesi :

https://www.timeanddate.com/calendar/days/saturday.html

Roma paganizminde Saturnalia bayramı olarak tanınan ve ibadet edilen günün yüzyıllar sonrasında aynı tarihte farklı ad ve kutlama olarak yansıması ilginç olup bu tür anlayış ve yönelişlerin halen devam ettiğini göstermektedir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Saturnalia

Beltane olarak anılan ve gece ateş yakarak eğlence ile devam eden ritüel de bir pagan bayramıdır. Ancak ne hikmetse şekil değiştirerek aynı 1 Mayıs tarihinde, bazılarına göre Bahar Bayramı bazılarına göre Emekçi Bayramı olarak kutlanmaktadır.

Bunların ve daha birçoğunun hepsi bir tesadüf olabilir mi?

https://en.wikipedia.org/wiki/Beltane

Genel olarak birçok tarihçiye göre Yahudilik bilinen en eski tek tanrılı din olup Hristiyanlık ve İslama kaynaklık etmiştir. Toplumumuzda var olan Yahudiliğin tek tanrı dini olduğu inancı biraz incelemeye başlandığında, aslında birden çok tanrının varlığı rahatlıkla görülebilir.

Konu ile ilgili olarak Tel Aviv üniversitesi profesörlerinden Ze’ev Herzog tarafından 29 Ekim 1999 tarihinde Haaretz gazetesinde yayınlanan makalesini okumanızı tavsiye ederiz:  https://ksuweb.kennesaw.edu/~tkeene/ogtIsraelHerzog.pdf

Çok tanrının en belirgin örneklerinden birisi golden calf olarak adlandırılan buzağı ilahıdır. Halen İsrail de bir kasabada bu olay canlandırılarak tekrar hatırlatılır.

https://www.zoharworks.com/einhod/events_calf.html

Tanah bölümlerinde birçok ilah ve ilahenin adını geçmektedir.

The Hebrew Goddess (ISBN 0-8143-2271-9) Raphael Patai tarafından yazılan kitapta, bu ilahların bir kısmı hakkında bilgi verilmektedir, konu ile ilgili farklı kaynaklara da kolaylıkla ulaşılabilir.

Listelenen ilahlar arasında ilgimizi çeken bizim de günlük hayatımızda kullandığımız kısmet ifadesinin karşılığı olan ilahe Ashima, yine Arap paganların kader ilahesidir. Kur’an’ımızda geçtiği için bilinen Menat ile bağlantılıdır. Ayrıca tek tanrı olarak kabul ettikleri Yahvenin hanımı ve tanrıların annesi olarak anılan ilahe Ashera veya diğer deyişle pagan Arapların ilahesi olan Elat, diğerlerinin arasında farklı olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca Âdem as’ın ilk hanımı olduğunu iddia ettikleri ilahe Lillith (toplumumuzda da inanılan loğusalık döneminde çocukları öldüren) belli başlılarıdır. Daha fazla Yahudilere ait ilah veya ilahelere kısa bir araştırma yaparak kolayca ulaşabilirsiniz.

https://en.wikipedia.org/wiki/Ashima
https://tr.wikipedia.org/wiki/İbrani_tanrıçaları

Ayrıca Yahudilerin de kabul ettiği balık ilah olan NUN, etkisini farklı biçimde Hristiyanlıkta da göstermektedir.

Bahsettiğimiz ve örneklediğimiz başlıklar halen devam eden pagan dini ve ilahlarının oldukça küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Aslında günlük hayatımızı kuşatmış olan ve tatil imkanı sağladığı için hoşumuza giden tüm kutlanılan gün, hafta gibi kutsallaştırılmış günlerin de adet, gelenek, görenek olarak farkında olmadan uyguladıklarımızın da tamamının arkasında insanlar tarafından oluşturulup yerleştirilmiş bir pagan propogandası mevcuttur.

Konu ile ilgili inceleme yapmak isterseniz şu birkaç örnek soru ile size yardımcı olalım. Soruların arka planlarına göz atmanızı öneririz…

  • İslam için herhangi bir delil, ispat olmadan yeşil renk kim tarafından seçilmiştir?
  • Neden mahkemede hâkim, yargıç, avukat, siyah renkli cüppe giyer?
  • Neden üniversite mezuniyetinde siyah cüppe ve adı kep olan başlık takılır?
  • Neden evlenirken yüzük takılır? (Bağlılık simgesi olması gerçek dışıdır…)

Bu ve benzeri birçok yaşamımızda yer etmiş ritüelleri sorgulamanızı rica ediyoruz.

*****

لاَ Lâ; olumsuzluk edatı olarak, kendisini takip eden ismin yokluğunu gösterir. Olumsuzluk yanı sıra; hiç bir, hiç, yok, değil anlamı katar.

https://turkcenedemek.com/arama/l%C3%A2/
https://en.wiktionary.org/wiki/%D9%84%D8%A7

Bakara 255

اللّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ

ALLAH, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur (DİB Meali)

  • اللّهُ   ALLAH
  • لاَ إِلَـه ilah değildir.
  • إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ  Sadece O hayyum, kayyumdur…   

“ALLAH ilah değildir. Sadece O hayyum, kayyumdur (canlı, yaşayan).

Bakara 2;255 ayetinin muhtelif mealler ve diğer yazılanlarda; “O’ndan başka ilah, tanrı yoktur” ifadesi farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Fakat, başka kelimesi de yoktur kelimesi de ayette geçmemektedir. Çevirilerde ibaresine, Arapça Leyse anlamı giydirilmektedir ve bu çeviri galatı meşhur olmuştur. ALLAH’ın diğer ilahlardan farklı olduğu, tefsirler ile yapılmaya çalışılır.

Ancak tüm gelenekte ALLAH diğer ilahlar gibi tasavvur edilmek istenmiş ve cümle metnin gereği olması gereken şekilde doğru tercüme edilmemiştir.

(اللّهُ) ALLAH (لاَ) değildir (إِلَـهَ)  ilah

İbarenin doğru olarak kelime kelime tercümesi bu şekildedir.

 “اللّهُ لاَ إِلَّهَ” ifadesinin kelimesi kelimesine doğru tercümesi; “ALLAH ilah değildir.”

Kuran’ı tebliğ eden alimlerimiz ve onların temsilcileri bunu hazmetmezler, çünkü onların birçoğu Kur’an’ın Arapça’ dan başka herhangi bir dile tercüme edilemez olduğu iddiasındadırlar. Onlar, Kuran’ın doğru tercümesi ışığında yanlış olan inançlarını terk etmek istemezler.

Pagan inancın geliştirdiği ve halen devam eden akıl, asla farklı ilahların yaptıkları veya onlara yüklenen görevleri sadece eşsiz ve benzeri olmayan Rabbimizin yapabileceğini bildikleri halde, inceliği algılamamakta ve ALLAH’ı diğer ilahlar ile yan yana koyabilmektedir.

Oysa ki Rabbimizin bize arapça lisanı ile ikramı olan Kur’an’ımızda çok kolay anlayabileceğimiz şekilde mevcuttur.  Musa as ile ilgili olan izleri takip ettiğimizde Taha suresi 20/12 ayetinde Rabbimiz

Taha 20;12

إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى

Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar, çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva’dasın (DİB meali)

Kendisini “Ben senin Rabbinim kelimeleri ile kendi tanımını yaptıktan sonra;

Taha 20;14

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

“ben ALLAH’ım ilah değil sadece/ancak benim”

kelimelerini takip eden;  فَاعْبُدْنِي  emri  “yerine getir / hizmet et“ anlamı olması gerekirken “ibadet edin” olarak tercüme edilmektedir.

Arapça عبد (abd) kelimesi semitik kökenli “abd” (ع ب د) kelimesi ile aynıdır.

عبد (abd) kelimesinin asıl anlamı “insan” veya “hizmet eden” olmakla birlikte Arapçada “itaatkâr” anlamında kullanılmıştır.

 عبد Abd kelimesi Kur’an’ımızın kelimesidir. Ancak yanlış olarak, başlangıçta Kur’an’ımızı ilk tercüme eden Farisi, Zerdüşt ve Maniheist kökenli alimler tarafından, Farsçada kullanılan عبادت (ibadat) ve عبودیت (ubudiyet) kelimeleriyle değiştirilmiştir. Arapça fiil isimleri عِبَادَة (ibade) ve عُبُودِيَّة (ubudiyye) yerine Farsça عبادت  (ibadet) ve  عبودیت (ubudiyyet) sözcükleri kullanılmıştır.

Oysa Arapça “عبد” (abd) kelimesinin anlamı; doğru olarak hizmet etmek, itaat etmek ve teslim olmak demektir. Arapça “عبادۃ” (ibadet) kelimesi hala tüm Arap ülkelerinde “hizmet edenler” anlamında kullanılmaktadır. Hiçbir köle ya da çalışan aslında iş sahiplerine ibadet etmez yani tapmaz. Sadece itaat ve hizmet eder. Bugüne kadar hiç sahibine tapan bir köle görülmüş müdür?..

Dolayısıyla Kuran’da kullanılan Arapça “عبد” (abd) kelimesi ve türevleri, kulluk ve itaatten başka bir anlamı ifade etmemektedir. Ayrıca Arapça العِبَاد ‎(el ibad) kelimesi, günümüzde hala “insanlık” anlamında kullanılmaktadır.

 حقوق العباد “Hukukul  ibad” tabiri Arapça’da hala “insanların hakları” anlamında kullanılmaktadır.

https://translate.google.com/?sl=fa&tl=tr&text=%D8%B9%D8%A8%D8%A7%D8%AF%D8%AA&op=translate
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%B9%D8%A8%D8%A7%D8%AF%D8%AA&matchtype=default

Arapça عبادۃ ibadet kelimesi, halen günümüzde de hizmet eden anlamı ile kullanılmaktadır.

https://arapca-turkce.cevirsozluk.com/#ar|tr|%D8%B9%D8%A8%D8%A7%D8%AF%DB%83

Bizden kendisine asla tapmamızı istemeyen emretmeyen Rabbimiz; tüm yarattıkları için geçerli, kendisine ait sistemin uygulamasını yerine getirmemizi ve kendisine hizmet etmemizi istemektedir.

Firavun ve kavminin yaptıkları ne varsa yerle bir edildikten sonra Musa as kavmi ile olan yolculuğunda putperest kavmi ile karşılaştıklarında kavminin istekleri tümüyle akıl dışıdır:

Araf 7;138

وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَآئِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْاْ عَلَى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَى أَصْنَامٍ لَّهُمْ قَالُواْ يَا مُوسَى اجْعَل لَّنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ  

İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.” (DİB meali)

Musa (as)’nın kendilerine verdiği cevabı dikkatlice okuduğumuzda, tercümeler veya tefsirlerde de yaklaşık aynı cümle ile karşılaşırız: ALLAH’tan başka

Araf 7;140

قَالَ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ

Sizi alemlere üstün kılmış olan ALLAH’tan başka bir tanrı mı arayacağım?” dedi. (DİB meali)

Yaşadığı zaman içerisinde yukarıda gördüğümüz ayetler doğrultusunda, ALLAH’ın ilah olarak algılanmaması için mücadele eden Musa (as)’ya yapılanın haksızlık olduğu ortadadır. Bu haksızlık halen devam etmektedir.

Okunuşu, telaffuzu ve yazılışı aynı olan Farsça غَيْرَ “gayri” kelimesi; … den başka, …başkası anlamlarındadır.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%A7%D8%BA%DB%8C%D8%A7%D8%B1&searchhws=yes&matchtype=exact

Günümüzde de halen kendi lisanımızda “…başkası, …diğeri, …olmak üzere” gayri kelimesini farsça anlamında kullanmakla beraber Arapça anlamını da kullanmaktayız.

غَيْرِ kelimesi Arapça “…olmayan” anlamındadır

Gayri meşru    = meşru olmayan

Gayri menkul   = menkul olmayan

Gayri muslim   = muslim olmayan

Öncelikle Rabbimizin bize ikramı olan Kur’an’ımızın Arapça lisanı ile indirildiğini kabul etmemiz gerekmektedir. Araf 7;140 ayetinin Arap lisanı ile doğru tercümesi aşağıdaki gibi olmalıdır.

أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَهًا    ALLAH olmayan, ilah mı arayacağım!..

https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%BA%D9%8A%D8%B1&op=translate
https://arapca-turkce.cevirsozluk.com/#ar|tr|%D8%BA%D9%8A%D8%B1

Kur’an’ımızın hiçbir ayetinde Rabbimiz kendisini ilah olarak tanımlamamıştır. İlah kelimesi, Rabbimiz için inanmayan, pagan, putperestler tarafından kullanılmaktadır.

Musa (as) Rabbimizden asla ilah olarak bahsetmemesine rağmen;

Araf 7;105

حَقِيقٌ عَلَى أَن لاَّ أَقُولَ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ قَدْ جِئْتُكُم بِبَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَرْسِلْ مَعِيَ بَنِي إِسْرَائِيلَ

Bana, ALLAH’a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder. (DİB meali)

Ancak Firavun ısrarla ve inatla ALLAH yerine “Musa’nın ilahı” tanımını kullanmaktadır.

Mu-min 40;36-37

أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا وَكَذَلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُوءُ عَمَلِهِ وَصُدَّ عَنِ السَّبِيلِ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ إِلَّا فِي تَبَابٍ    

Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı. (DİB meali)

Nas suresinin 114;3. ayetinde (إِلَهِ النَّاسِ) “insanların ilahı”, yani insanlar tarafından benimsenen ilah anlamında kullanılmıştır. Nas suresinde geçen “رب” (Rab), “مَلِكِ” (melik/kral), “إِلَهِ” ve “مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ” ibarelerinin meallerde halen sorgulanmadan nasıl olup da ALLAH ile aynı kategoriye alınarak tercüme edildiği şaşırtıcıdır.  Oysaki sığınmamız sadece Rabbimize, ALLAH’a olmalıdır.

Araf 7;200

وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen ALLAH’ a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (DİB meali)

Nahl 16;98

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan ALLAH’ a sığın (DİB meali)

Mumin 40;56

 إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ          

ALLAH’ ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş bir delilleri olmaksızın tartışanlar var ya, onların kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır. Onlar, tasladıkları büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen ALLAH’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (DİB meali)

Fussilet 41;36

وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen ALLAH’ a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (DİB meali)

Araf 7;158

لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِـي وَيُمِيتُ   

O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. (DİB Meali)

İlah değildir, ancak (sadece) O hayat verir ve öldürür.

Yukarıdaki 2:255 ve 7:158 ayetlerinin hem doğru hem de yanlış tercümelerine dikkatlice bakıldığında, putperestlerin tanrısının bir görüntüsünün, ay tanrısı olarak da bilinen yüce veya ana tanrıları Hubel’in onlara yaşam ve ölüm verdiği inancının, açıkça her iki ayetin ana akım yanlış tercümesine eklendiği görülebilir.

Gerçekte ilahları, cansız ölü putlara çağrılır, ancak ALLAH cansız bir ölü değildir.

ALLAH, her zaman yaşayan yaratıcıdır. Tüm evrenlerin ve göklerin ve yerin içindeki ve dışındaki her şeyin her zaman sahibi ve tek hakimidir. Yaşam, diriltme ve öldürme gücü yalnızca ALLAH’a aittir.

Âl’i İmran 3;6

لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

İlah değil fakat (sadece/ancak) O aziz, hakimdir.

En’am 6;102

ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ

Rabbiniz olan ALLAH’ınız ilah değildir fakat (sadece/ancak) O her şeyin yaratıcısıdır.

Bakara 2;163

وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ

وَإِلَـهُكُمْ   ;Ve sizin (tek ilah, ilah olarak anlayışınız, yönelişleriniz) ilahınız ilahtır

وَاحِدٌ     ; tek, eşsiz, benzersiz olan

لاَّ إِلَهَ     ; ilah değildir

إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ ; Ancak (sadece) O, rahman rahimdir

وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ

Ve sizin (tek ilah, ilah diye aklınızda-hayatınızda bildiğiniz ilah anlayışlarınız, yönelişleriniz, yöneldiğiniz) ilahınız ilahtır. Tek (eşsiz / benzersiz) olan ilah değildir. Fakat (sadece) O rahman, rahimdir.

Sad 38;5

اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ

“İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!” (DİB meali)

Nebilere karşı çıkanlar, ALLAH’ı ısrarla tek ilah olarak adlandırmakta ve kabul etmeyecekleri tek ilahtan bahsetmektedir. Oysa ALLAH ilah değildir.

Yazılanların da yazılacakların da geleneksel algılar ile yoğrulmuş anlayış sahipleri için asla yeterli olamayacağını biliyoruz. Aramızı ayıran aslında basit bir çizgi olduğunu hatırlatmak için mümkün olduğu kadar kısa bahsettik. Sayfalarca yazılacak bir konu olmasına rağmen, ehad olan Rabbimiz asıl gerçeği en kestirmeden bize şöyle söylüyor:

Sebe 34;20

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقًا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular. (DİB meali)

Yukarıda geçen ayeti yeniden hatırlatarak, Rabbimizin sorusunu tekrarlamak istiyoruz:

Meryem 19;65


رَبُّ
 السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا۟

Rabbu-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ fa’budhu vastabir li’ibâdetih(i) hel ta’lemu lehu semiyyâ(n)

(ALLAH) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (DİB Meali)

Araf 7;71

ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ

ALLAH’ ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler (düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? (DİB meali)

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ
 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 
اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ
 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/allah/" rel="tag">allah</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/allah-ilah-degildir/" rel="tag">allah ilah değildir</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/allahu-la-ilahe/" rel="tag">allahu la ilahe</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/cadilar-bayrami/" rel="tag">cadılar bayramı</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/carsamba/" rel="tag">çarşamba</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/cuma/" rel="tag">cuma</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/cumartesi/" rel="tag">cumartesi</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/frigg/" rel="tag">frigg</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ilah/" rel="tag">ilah</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/pazar/" rel="tag">pazar</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/pazartesi/" rel="tag">pazartesi</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/persembe/" rel="tag">perşembe</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/sali/" rel="tag">salı</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/torr/" rel="tag">torr</a> Bir yorum yapın

İnnema ilahukum ilahun vahidun – أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

  أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ – innema ilahukum ilahun vahidun

Politeist paganlar Rabbimizi kendi tanrılarıyla aynı seviyede tanıtmak için, O’nun bize ikramı olan Kur’an’ımızda geçen اله (ilah) kelimesinin anlamını değiştirerek ALLAH’ı معبود (ma’bud) idol olarak adlandırıp عبادت (ibadet) idolizasyonu başlattılar.

https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D9%85%D8%B9%D8%A8%D9%88%D8%AF&op=translate
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D9%85%D9%8E%D8%B9%D9%92%D8%A8%D9%8F%D9%88%D8%AF/?c=T%C3%BCm
https://sozluk.gov.tr/
https://turkcenedemek.com/kelime/idol/

Bazı sözlükler معبود (mabud) kelimesinin anlamını verirken (yanlışlıkla olduğu umuyoruz) ALLAH kelimesini put, tanrı kelimeleriyle yan yana getirmektedirler. Buralarda tercümeler, mealler ve tefsir kitaplarında اِله  (ilah) kelimesinin anlamı معبود (mabud) olarak belirtilmekte, اله ve معبود kelimeleri, ALLAH için ve diğer put veya tanrılar için kullanmaktadır.

أله kelimesinin anlamı standart Arapça sözlüklerde; makine, mekanizma, enstrüman, takım, cihaz olarak yazılıdır. اِله (İlah) kavramının fiil olarak anlamı ise Arapça sözlüklerde; ululaştırmak, tanrılaştırmak, yüceltmek, idolizasyon (putlaştırma) olarak yazılıdır.

https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%A3%D9%84%D9%87&op=translate
https://arapca-turkce.cevirsozluk.com/#ar|tr|%D8%A3%D9%84%D9%87

İbranicedeki alef + lamed + he harflerinden oluşan “אלה” (ALH) kelimesi, Arapçada da aynı harfler ile elif + lam + he “اله” olarak mevcuttur. (ALH) Arapça kelimelerin “kök sözcüğü halinde أِلٰه (ilah) ve أَلٰه (Alah) formundadır. Arapça “اله” kelimesinin geleneksel kaynağı ve etimolojisi sadece yanlış değil; aynı zamanda putlara ve tanrılara tapanlar tarafından ALLAH’ı da put veya ilah şekline dönüştürmek maksadıyla uydurulmuş, Kur’an’a atfen yanıltıcı tercümelerdir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0brani_alfabesi

Orijinal Arapça kök kelimenin birincil anlamı أَلٰه (Alah): Özgün İbranice kökene göre, Yemin, ahit yemini, Tanrı veya insanlardan lanet yemini olarak şuralarda geçer;

Tekvin 24:41, Tekvin 26:28, Levililer 5:1, Sayılar 5:21, Sayılar 5:23, Sayılar 5:27, Tesniye 29:12, Tesniye 29:14, Tesniye 29:19, Tesniye 29:20, Tesniye 29:21, Tesniye 30:7, 1. Kırallar 8:31, 2.Tarihler 6:22, 2. Tarihler 34:24, Nehemya 10:29, Eyüp 31:30, Mezmurlar 10:7, Mezmurlar 59:12, Özdeyişler 29: 24, İşaya 24:6, Yeremya 23:10, Yeremya 29:18, Yeremya 42:18, Yeremya 44:12, Hezekiel 16:59, Hezekiel 17:13, Hezekiel 17:16, Hezekiel 17:18, Hezekiel 17:19

https://www.studybible.info/strongs/H423
https://biblehub.com/hebrew/elleh_429.htm

אלה  (İlah) kelimesi ise; “bunlar” (toplum, halk veya insanlar) anlamında Yeremya 10:11, Yaratılış 9:19, Yeşeya 49:12 ve 2.Samuel 23:8 de geçer…

Not: Aşağıdaki sayfada, kırmızı ok ile işaretlenen butona basarak ibarenin okunuşunu dinleyebilirsiniz.

https://www.studylight.org/lexicons/eng/hebrew/0428.html
https://www.studylight.org/interlinear-study-bible/hebrew/genesis/9.html
https://www.studylight.org/interlinear-study-bible/hebrew/2-samuel/23.html
https://www.studylight.org/interlinear-study-bible/hebrew/isaiah/49.html

Kur’an’ımızda geçen أله kelimesi ve türevlerinin, daha önce gönderilen kitaplardaki kullanımı ve etimolojik yapısına göre anlamı; halk ve insanlar için gösterge, işaret, ahid, yemin, iman, inanç şeklindedir.

أله kelimesinin daha önceki kitaplarda kullanılmasını inceledikten sonra tekrar Arapça sözlüklere dikkatlice bakıldığında, ibarenin; cihaz, aygıt, tanrılaştırma, kutsallaştırma, dindarlık, azizleştirme, putlaştırma, insanların veya halklarının inancı ve tapınması anlamına geldiği görülecektir.

Bahsettiğimiz anlam أله (alah) kelimesi ve türevlerinin gerçek ifadesini yansıtır. Kur’an’ımızın ayetlerinin içeriği ve konu bütünlüğüyle alakalı olarak أله (alah) kelimesi ve türevleri farklı ayetlerde farklı durumlar için geçer. Kur’an kelimelerinin bağlamlarına, konu bütünlüğüne ve bu kelimelerle gelen dil eklerinin farklı ayetlerdeki anlamlarını değiştirmesine bakılmadan, körü körüne أله (alah) kelimesi ve türevlerinin her yerde, tanrı veya tanrılaştırmak anlamında alınarak, ALLAH’ı put veya ilah olarak ifade etmek yanlıştır!..

Enbiya 108

قُلْ إِنَّمَا يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ

De ki: “Bana ancak, ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık müslüman oluyor musunuz?” (DİB meali)

  • قُلْ (Kul) kelimesi genelde, söyle olarak tercüme edilmesine rağmen aslında; düşünmek, varsaymak, açıkça ifade etmek, kabul etmek, ifade etmek, telaffuz etmek, dikte etmek, üzerinde düşünmek, incelemek, belirtmek, iletmek anlamlarındadır.
  • إِنَّمَا kelimesi  إِنَّ  ve مَا kelimelerinin bileşiminden oluşmaktadır.
  • إِنَّ  şu, o anlamında olup مَا ise ne, hangi anlamına gelen konu, özne isimdir.
  • إِنَّمَا ise tam olarak; …ki, …dığı anlamındadır. Aynı kelime إِنَّمَا   bir şeyin gelişmesini, büyümesini ifade eder.
  • يُوحَى kelimesi ise telkin eden, ilham veren, açığa çıkaran  anlamına gelen isim fiildir.
  • إِلَيَّ kelimesi “bana” şeklinde anlamlandırılarak yanlış tercüme edilmiştir. Kelimenin sonunda yer alan ي harfi iyelik zamiridir. Konu ile ilgili detaylı bilgiyi, yayınladığımız inni yazımızdan http://kimsin.kim/%d8%a5%d9%90%d9%86%d9%90%d9%91%d9%8a-inni-kelimesi/ okumanızı tavsiye ederiz.

Bana olarak tercüme edilen إِلَيَّ kelimesi incelemeye çalıştığımız Enbiya:108 ayetinde aşağı, üstüne, karşıya ve içine anlamında kullanılmaktadır.

Enbiya 108 ayetinde de geçen ve yazımızın başında yaptığımız incelemelerde إِلَهٌ (ilahun) kelimesinin yemin, söz, ant ve inanç, itikat anlamlarının olduğunu görmüştük.

  • إِلَهُكُمْ kelimesinden bulunan كُمْ (kum) eki iyelik zamiridir ve sizin anlamındadır. إِلَهُكُمْ sizin yemininiz,  sizin inancınız, itikadınız
  • وَاحِدٌ (Vahidun) kelimesi bir anlamında olup kelimenin sonundaki damme tenvini, kelimenin anlamının tek, sadece bir olduğunu vurgular.
  • فَهَلْ (Fehel) kelimesinin başındaki فَ  harfi; öyle, o zaman anlamlarını ifade etmekle beraber sözün çok doğru, gerçek olduğunu, evrensel gerçek, son derece doğru ve gerekli olduğunu da ifade eder.
  • هَلْ (hel) kelimesi ortaya çıkmak, var olmak, oluşmaya başlamak anlamlarını ifade eder. Ayrıca “هَلْ” kelimesi, son ve kesin hükümden sonra başka seçenek kalmadığında, sorulan soruyu şimdiki zaman veya geçmiş zaman kapsamında destekler.

“Kararları kabul ediyor musun veya ettin mi?”

Soru, başka seçenek bırakmamak açısından kabul emri veya seçeneği, yalnızca kabul etmek olması durumu için verilmiştir. Bu nedenle ayetin “oluyor musun” şeklindeki meali yerine ayetteki “فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ” kelimelerinden “مُّسْلِمُونَ” sözü, söylenenleri kabul edenleri ifade eder. “مُّسْلِمُونَ” (Muslimûn) kabul eden demektir.

Enbiya 108

قُلْ إِنَّمَا يُوحَى إِلَيَّ أَنَّمَا إِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ

İnancınızın tek bir inanç olduğunun indirilmesini iletin (açıkça ifade edin). Bu yüzden (öyleyse) kabul edenlerden misiniz?

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/allah-ilah-midir/" rel="tag">allah ilah mıdır</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/idol/" rel="tag">idol</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ilah/" rel="tag">ilah</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ilahun-vahidun/" rel="tag">ilahun vahidun</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/innema-ilahikum/" rel="tag">innema ilahikum</a> Bir yorum yapın

Ahsen-el Hadis – احسن الحدیث

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

احسن الحدیث – Ahsen-el Hadis

Nebiler, Kur’an’ımızda حدیث (hadis) olarak adlandırılan olayların, (vakaların olup biten yaşanan veya yaşanmış olayların, hadiselerin nedenleri sebepleri ve gerekçeleri ile birlikte olayların) neticeleri akıbeti, sonuçları hakkında bizlere doğru ve gerçek bilgileri ilettiler.

Rabbimizin bize Arapça lisanı ile ikram ettiği Kur’an’ımızda kullanılan احسن الحدیث kelimesinin doğru anlamı:

  • Olayların, vakaların, olup bitenlerin, neticeleri, sonuçları, nedenlerinin, sebeplerinin en uygun, doğru sıralaması, bilgi haline getirilmesi, ortaya çıkarılması.
  • Olayların şemasını çıkararak neden ve sebeplerin irdelenerek ortaya konulması.
  • Olayın, sebebin yöntemi ve bilinmeyen şeylerin gerçeklere dayalı olgusal bilgisini ortaya çıkarmak.
  • Vakaların, olup bitenin, gerekçesi ve sebebinin ölçüsü ve bilinmeyen şeylerin gerçek bilgisini ortaya koymak.
  • Yenileme yöntemi, güncel uygunluk, geliştirilmiş değerlendirme, yeniden yapılan ölçü, sonucun güncellenmesi, uygunluk, uyum, eşitlik ve dengenin geri getirilmesi, uygun hale getirilmesi, uyumun gerçekliğin sağlanması. 

احسن الحدیث  kelimelerini incelersek:

  • احسن  (Ahsen) kelimesi Arapça حَسَنَ (hasen) fiilinden türemiştir: Yerleştirme, uyarlama, uygun hale getirme, uyumlaştırma, ayarlama, denkleştirme, eşleştirme, bütünleştirme, uyum sağlama, yerleşme, uyma, koordine etme, uygun şekilde kabul edilebilir, alışılmış, uygun sırada, optimal orantı, fiziksel denge, araçlar, şema, yöntem, ölçü, biçimlilik veya bir şeyi şekillendirme, amaca uygun anlamlarındadır.
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=642
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=54
  • احسن  Ahsen kelimesine “en güzel” manası vermek için ancak ve ancak fonetik ve yazılım olarak aynı olan Farsça حسن kelimesinden türeyen ve yine Farsça’da kullanılan احسن  kelimesini dikkate almak gerekir.
  • الحدیث El hadis kelimesi Arapça حدث fiil kökünden türemiş olup doğru anlamı; olay, vaka, olan biten, sebep, neden, cereyan eden olay, bilinmeyen şeyler hakkında bilgi edinmek veya olgusal bilgileri meydana getirmek, yenilik, yenilemek, canlandırmak, yeniden yeni bir şekilde yapmak, yeniden inşa etmek veya inşa etmek, (hasardan sonra, yenilemek, modernize etmek), birine veya bir şeye taze güç veya hayat vermek, restore etmek, yeniden inşa etmek, bir şeyin görünümünü iyileştirmek, bir şeyi tekrar sağlığa kavuşturmak, güçlendirmek, kullanmak, aktivite, güncellenmiş; modernize, güncel hale getirmek, isabet, gerçekleşme, meydana gelme, sebep ve bir şeyin meydana geldiği veya meydana geldiğine dair bilgi getiren.
https://www.almaany.com/ar/dict/ar-ar/%D8%AD%D8%AF%D8%AB/

Günlük hayatımızda kullandığımız حادِثَة HADİSE kelimesi de حدث fiil kökünden türemiştir.

https://www.luggat.com/index.php#ceviri

Arapça أَحْدَثَ kelimesi, sonucundan netice çıkarmak / yapmak anlamında olan رَتَّبَ kelimesi ile eş anlamlıdır.

Eğer Arapça olarak, “Ne oldu?” sorusunu sormak istediğinizde ما الذي حدث ؟ (Ma ellezi hadese?) cümlesini kurmanız gerekir. Bu cümledeki حدث kelimesi Muhammed (as)’nin söz veya sözleri anlamında olmayıp olan biten, vaka, meydana gelen, herhangi bir olay veya kişi hakkında bilgi anlamındadır.

Arapça حدث بالتقويم (hadis biltakvim) sözcükleri takvim etkinliklerini ifade eder. Burada da حدث kelimesi söz söyleme değil, olay anlamı taşır.

Arapça telekomunikasyon terimi olan olay bildirimi veya çağrısı anlamı taşıyan حدث المكالمة (hadis el mekalemet) sözünde bulunan المكالمة söylemek anlamında olup حدث kelimesi de olay anlamındadır.  

حدث kelimesi günlük ve edebi Arapçada kullanılmasına rağmen حدیث kelimesinin karşılığı fonetik ve yazılımı aynı olan Farsça “Peygamber Sözü Terminolojisi”nin aynısını ifade etmek üzere Farisi İslam alimleri tarafından Farsçadan alınmıştır. 

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=628
  • Talak 65:1 ayetinde يُحْدِثُ بَعْدَ ذَلِكَ أَمْرًا cümlesi genel olarak “Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır (DİB meali)” olarak manalandırılmaktadır. Ayette يُحْدِثُ kelimesine söylemek yerine olay, durum, yeni bir şey getirme, yeni bir şeyin olmasına sebep olmak, gelecek için yeni bir şey/netice/vaka manası verilmiştir. 
  • Taha 20:113 ayetinde أَوْ يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا cümlesi genel olarak; “yahut onlara bir uyarı versin diye (DİB meali)”olarak manalandırılmaktadır . Ayette geçen يُحْدِثُ kelimesine; söylemek yerine başlatmak, bilgilendirmek, kaynaklanmak, neden olmak, haber vermek, başka bir seviyeye yükselmek, yeni bir şey oluşturmak olarak mana verilmiştir. 
  • Kehf 18:70 ayetinde حَتَّى أُحْدِثَ لَكَ مِنْهُ ذِكْرً cümlesi genel olarak; “sana o konuda bilgi verinceye kadar … (Diyanet Vakfı Meali)” olarak manalandırılmaktadır. Ayette أُحْدِثَ kelimesi söylemek yerine tanıtmak, takdim etmek, hakkında bahsetmek, … nakletmek, ilişkilendirmek olarak mana verilmiştir. 
  • Zilzal 99:4 ayetinde يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ أَخْبَارَهَا cümlesi genel olarak “kendi haberlerini anlatır (DİB Meali)” olarak manalandırılmaktadır ve تُحَدِّثُ kelimesine söylemek bağlantı kurmak, ilişkilendirmek, haber vermek, bilgilendirmek olarak mana verilmiştir.                                                                        
  • Naziat 79:15 ayetinde هَلْ اَتٰيكَ حَد۪يثُ مُوسٰىۢ cümlesi genel olarak “Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?  (DİB Meali)” olarak manalandırılmaktadır ve حدیث kelimesi söz, ifade anlamında olmayıp Musa (as) nin hayatının başlaması, vahyi alması ve vahyi uygulama mücadele sırasında yaşadığı gerçek olaylar, vakalar, hadiseler zinciridir.
  • Zümer 39:23 ayetinde أَحْسَنَ الْحَدِيثِ cümlesi genel olarak oluşmuş ve geleneğimizde kemikleşmiş حدیث kelimesinin nebinin sözleri olduğu kanı, bilgi doğrultusunda “…sözün en güzelini… (DİB Meali)” olarak mana verilmiştir.

Ancak hem gelenekselci hem de Kur’an’cıların bayraktarlığıyla حدیث (hadis) kelimesinin Arapça anlamı; fonetiği aynı Farsça “حدیث” (hadis) kelimesinin söz anlamı ile değiştirilip, Rabbimizin vurguladığı ve lisanı Arapça olan Kur’an’ı anlamak için kullanılmaktadır. Günümüzde “حدیث” (hadis) kelimesinin galatı meşhur olan Farsça anlamın, orijinal Arapça anlamın yerine geçmesi nedeniyle kendimizin yarattığı ve temelsiz olan “حدیث” (hadis) meselesi üzerinde mücadele edilmektedir. 

Kur’an’ımızın indirilmesinden yüzyıllar sonra (yaklaşık dört nesil) ortaya atılan “حدیث” hadis = söz ifadesinin; Zümer 23 ayetindeki (اَللّٰهُ نَزَّلَ اَحْسَنَ الْحَد۪يثِ), Araf 185 ve Mürselat 50 ayetindeki (فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ) ve Casiye 6 ayetindeki (فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ) geçen ifadeleri karşılaması mümkün değildir.

Araf 7:185 ayetinde geçen فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ ifadeyi dikkatlice okuyup incelendiğinde Araf 7:181 ayetinde geçen “وَمِمَّنْ خَلَقْنَا” ibarenin, Araf 7:185 ayetinde geçen “فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ” bağlamında olduğunu; “وَمِمَّنْ خَلَقْنَا” açılış cümlesinde görüldüğü gibi meydana gelen üretme veya yaratma olayını (vakasını) tasvir ettiği görülür. Bir sonraki ayet olan Araf 7:182 de ise “وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا” ifadesi ile meydana gelen olayın ayetlerini reddetmenin veya inkâr etmenin “sonucunu” anlatılmaktadır. Takip eden (Araf 7:183) ayetinde ise “وَأُمْلِي لَهُمْ إِنَّ كَيْدِي مَتِينٌ” ifadesi onlara olan ve olacak olay, vaka hakkında düşünmeleri için zaman (mühlet) verildiği ifade edilir. Bir sonraki Araf 7:184 ayetinde ise “أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُواْ” kendilerini geliştirmedikleri, iyileştirmedikleri belirtilmektedir. 

Araf 7:185 ayette yine “وَلَمْ يَنظُرُواْ فِي مَلَكُوتِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ” bizi kuşatan atmosferlerin, kat kat göklerin ve yerin özellikleri ve ALLAH’ın bir şey veya bir maddeden yarattığını veya yarattıklarını neden görmediklerini ifade eder. Ayetin sonunda yer alan “فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ” ifadesi onların verdikleri “Peki, bundan sonra artık hangi söze inanacaklar?” anlamını asla ve asla vermemektedir. 

 “فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ” ifadesi diğer söz ettiğimiz ayetlerle bağlantılı olarak meydana gelen, olan biten, vukuu olan olaylar, hadiseler silsilesi, zinciri bağlamındadır.

“فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ”

“Hangi olgusal bilgiyi, (güncellemeyi, sonucu, nedeni, sebebi, olayı, vakayı veya hadiseyi) “O” ndan sonra kabul ediyorlar, inanıyorlar?”

Mürselat 77:50 “فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ” ayetinde yer alan “حَدِيثٍ” kelimesi ayetin öncesinde yer alan diğer ayetlere konu olan olayların (vukuat, hadiseler silsilelerinin) sonuçları, nedenleri, sebepleri, olguları ile bağlantılıdır.

Yukarıda belirtilen Kur’an ayetlerinin kelime analizi; Kur’an’ın ve ALLAH’ın diğer tüm vahiylerinin, herhangi bir ifade/söz değil vakalar, olaylar, nedenler, hadiseler, başlatma, yeni bir şey çıkarma, olgusal ve fiili bilgi, kaynak, üreten, isteyen, uyandıran, bilgi veren, gerçeklerle ve sonuçlarıyla ilgili yeni bir seviyeye yükselten veya ortaya çıkaran, yeni bir şey ortaya çıkmasına neden olan anlamına gelen “حَدِيثٍ” (hadis) olarak adlandırıldığını ortaya koymaktadır. 

  • Talak 65:1         يُحْدِثُ بَعْدَ ذٰلِكَ اَمْرًا  
  • Taha 20:113      يُحْدِثُ لَهُمْ ذِكْرًا
  • Zilzal 99:4        يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَاۙ

Söz veya ifade değiştirilebilir ancak Ehad olan Rabbimiz tarafından uygulanan evrensel gerçek, olgusal ve fiili bilgi, herhangi bir olayın meydana gelen gerçek sonucu asla değiştirilemez!.. 

  • Ahzab 33:63     يَسْـَٔلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَر۪يبًا / İnsanlar sana kıyametin zamanını soruyorlar. De ki: Onun bilgisi Allah katındadır. Ne bilirsin, belki de zamanı yakındır. (DİB Meali)
  • Isra 17:77          سُنَّةَ مَنْ قَدْ اَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنْ رُسُلِنَا وَلَا تَجِدُ لِسُنَّتِنَا تَحْو۪يلًا۟ / Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın. (DİB Meali)
  • Fetih 48:23       سُنَّةَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا / Allah’ın, ötedenberi süregelen kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın. (DİB Meali)
  • Fatır 35:43        …فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلًا / Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allah’ın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın. (DİB Meali)
  • Mu’min 40:85  فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ ا۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَاۜ سُنَّتَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ ف۪ي عِبَادِه۪ۚ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ / Fakat azabımızı gördükleri zaman imanları kendilerine bir fayda vermeyecektir. Allah’ın kulları hakkında süregelen âdeti budur. İşte o zaman kâfirler hüsrana uğrayacaklardır. (DİB Meali)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/ahsenel-hadis/" rel="tag">ahsenel hadis</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/hadis/" rel="tag">Hadis</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/olay/" rel="tag">olay</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/soz/" rel="tag">söz</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/vakia/" rel="tag">vakıa</a> Bir yorum yapın

El Mescid’il Aksâ – الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى

El Mescid’il Aksâ – الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

İsra 17:1

 سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Günümüzde Mescidi Aksa olarak adlandırılan yapının Kur’an’ımızın indirildiğinde var olmadığı ve hatta Muhammed (as) hayatı süresince inşa edilmediği, ilgili tarih ve arkeoloji alanında yapılan çalışmalar incelendiğinde görülebilir. Özetle geleneksel olarak Mescid-i Aksa olarak adlandırılan yapı, ilk defa ikinci “Halife Ömer” zamanında resmi ofis veya kurum olarak yaptırılmıştır. Bu yapı Emevi halifesi Abdulmelik zamanında daha genişletildi. Oğlu olan Velid, inşaatı Mescid-i Aksa olarak tamamladı. 746 yılında depremde tümüyle yıkılan yapı Abbasi halifesi Mansur döneminde tekrar inşa edildi. Halefi Mehdi döneminde 780 yılında ilavelerle yapı yeniden inşa edildi. 1033 yılında yaşanan deprem ile büyük bir kısmı yıkılan binayı Fatimi halifesi Ali Az Zahir, iki yıl sonra şu an ki haline dönüştürmüştür.

Siyasi mülahazalar ile Mescid-i Aksa olarak yüzyıllardır öne çıkarılan binanın bu çok kısa ve farklı kaynaklarda da doğrulanabilir tarihçesinin ardından mescide yüklenen anlamı ele alan yazıya geçebiliriz. Ancak başlamadan önce, konunun daha iyi anlaşılması için daha önce ele aldığımız SECEDE kavramına ait yazıyı (http://kimsin.kim/secede-%d8%b3%d8%ac%d8%af%db%81/) okumanızı önemle rica ederiz.

Mescid-i Aksa:

  • الْأَقْصَى (aksa) kelimesi قصص  kökünden gelmektedir.

Aynı قصص kelimesi Farsça’da; hikâye, söylenti, hikâye etmek, öykülemek, (hikâye, öykü, masal, rivayet) anlatmak, seslendirmek anlamındadır. Kur’an’ımızda geçen قصص kelimesi ve türevlerinin Farsça olarak anlamlandırılması tümüyle doğru anlamının dışına çıkılmasına sebep olmuştur. Örneğin Yusuf 3. ayetinin (اَحْسَنَ الْقَصَصِ / ahsenel kasas) meallerinde olduğu gibi…

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D9%82%D8%B5%D8%B5+&matchtype=exact

Oysaki Arapça isim olarak قص kelimesi;

  • Bir şey yapmak için kesme/kırpma, stil, yol, yöntem (طريقة), 
  • Tedarik (باحكام), 
  • Kavrama, yakalama, tutma, beşik (وضع طفل في مهد), 
  • Koruma, barınak, kalkan, muhafaza, sur (وقاء), 
  • Kurucu (أنشأ), 
  • Yetiştirme, üreme, besleme, (ربى)

Arapça fiil olarak قص kelimesi; 

  • Atfetmek, …e bağlamak (نسب الى), 
  • Atanmış, ulaşma, bağlanma, katılma, yaklaşma, ilgili, saygı, çağrı (اتصل), 
  • Sulama (روى), doyurma, daldırma, su yolu, kanal (قناة), savak, yıkama, durulama,  
  • Temizleme ve arındırmak, kınamak, iletmek, yeniden yerleştirmek, kural, tasarı, ilan   etmek, ilan etmek (أعلن), protesto etmek, kutlamak,

Arapça sıfat olarak قص kelimesi;

  • Eski çağlar, antik dönem (القديمة), 
  • Eski (عتيق- قديم – سابق)
  • Antik, abartılmış, eski moda, arkaik, antika, çok eski, klasik, ilkel (بدائي, فطري,), geri, eski zaman, eski yerleşik.

Tac ul Arus  خَرَجَ فُلَانٌ قَصَصًا فِى أَثَرِ فُلَانٍ (filan kişi falan kişinin ayak izlerinin peşinden gitti) atasözünü örnek olarak verir. Sihah ise “قَصَصٌ” kelimesinin anlamının peşinden gidilen, aranılan, rağbet edilen olduğundan bahsetmiştir.

الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى (Mescid-i Aksa) ayetinin ifadesi, olağan yapı malzemesi ile inşa edilmiş bir   bina, ev veya mezar değil, takip edilecek, izlenecek eski, kadim veya en eski kadim asıl ve hakiki gerçek konumdur. Bu ALLAH’a yaklaşmak, O’na bağlanmak, için hücrelerimizde, genlerimizde, kökenimizde, yaşamımızın başında, annelerimizin rahminde, beşiğimizde kesilmiş / biçilmiş / şekillendirilmiş ve atanmış yol veya hükümdür.

  • الْأَقْصَى (Al Aksa) koruyan, zırh, sığınak, kalkandır.

الْأَقْصَى  (Al Aksa) kelimesinin anlamı, ALLAH’ın insanlığın kaynağında kökeninde ilk yaratılışta verildiği kadar eski olan, “ona bağlanma yolu” olduğunu açıkça göstermektedir.

Bu nedenle المسْجِدِ الْحَرَامِ putlara idol ibadeti ve o yerdeki / makamdaki / noktadaki / mekandaki / mevkideki putlar tapınma ve pagan ritüelleri nedeniyle yasak ve hukuksuz görev olarak adlandırılır. Ancak sadece Allah’ın meşru kıldığı noktası / yeri / mevkii / mekânı / makamı الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى olarak anlaşılmalıdır. 

Hac suresinde ALLAH ın en eski, kadim tüzüğü (kuralları, Anayasası) olan الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى dan بَيْتِالْعَتِيقِ (beyt-il atik) olarak bahsedilir ve maalesef بَيْتِالْعَتِيقِ gelenekçi veya Kur’an’cı alimler tarafından بیت الحرام ALLAH’ın eviolarak manâlandırılmıştır.

  • İsra:1 ayetinde geçen الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى (mescidi-l-aksâ) tüm insanlık için tek başına Allah’ın ilk / kadim ve en eski tüzüğü / anayasasıdır. Minaresi, kubbesi ve binası yoktur. Kavram temel olarak uyulması, itaat ve takip edilmesi gereken ALLAH’ın emir ve kurallarını inşa etmektedir.
  • Hac:24 وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِالْحَمِيدِ (vehudû ilâ sirâti-lhamîd(i)) “Medhedilen / övülen yola doğru tam bir rehberdir.”
  • Kehf:64 قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا (Kâle żâlike mâ kunnâ nebġ(i) ferteddâ alâ âśârihimâ kasasâ(n)) “Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisin geri döndüler. (DİB meali)

Rabbimiz; قَصَصً kelimesini الاقصیٰ kelimesinin kökü olup ayak izlerinize geri dönmek, geldiğiniz gerçek yolu takip etmek, gerçek yolunuza geri dönmek ve ilk işaretinizin izini sürmek anlamında kullanmıştır.

  • Kasas:11                                                                                                                        وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَايَشْعُرُونَ (Vekâlet li-uḣtihi kussîh(i) febesurat bihi an cunubin vehum lâ yeş’urûn(e))

“Annesi, Mûsâ’nın kız kardeşine, “Onu takip et” dedi. O da Mûsâ’yı, onlar farkına varmadan uzaktan gözledi.” (DİB meali)

Yukarıdaki ayette geçen ve aynı kökten türeyen قُصِّيهِ (kussîh(i)) kelimesi, genel olarak yazılı metinlerde doğru olarak manâlandırılmıştır.

Kur’an’da قِصَاصٌ (kısas) kelimesi 2:178, 2:179, 2:194 ve 5:45 ayetlerinde geçer: Bir şeyi geri vermek, geri döndürmek, iade etmek manasındadır.

Genel olarak meallerde misilleme, cezalandırma anlamları verilmesine rağmen; mükafat veya cezanın iade edilmesi, bir kişinin eyleminin veya kendi yaptığının iadesi geri döndürülmesi, kıymetinde tazmin etmek veya aynı değer ve ölçüyle karşılık vermek manasındadır.

Geleneksel ilme tabi olanlar اقصیٰ (aksa) kelimesini; aşırı, uzak, en uzak anlamında olan قصو (k+s+v) kök kelimesinden türetmişlerdir. Bazıları ise Mekke’nin güneyine doğru uzaktaki mescid olduğunu veya Medine’deki Mescid-i Nebevi olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Ancak ayetin indiği zamanda Mescid-i Nebevi henüz yoktu(!). 

Kuran’ımıza göre “الْأَقْصَى” (el aksa), “aslına dönüş” anlamına gelir.

Genelde hepimizin rastladığı “yukarıda ALLAH var” sözünü veya göğü işareti, -tüm diğer dillerde benzer biçimde ifade ile edildiği gibi- dilimizde de Rabbimizin her şeyin üstünde (her konumun üstünde) olduğunu ifade etmek için kullanırız. İşte اقصیٰ kelimesi de aynı anlamı المسجد الاقصیٰ kelimelerinde taşır. Üst mescid, en yüksek mescid, kadim ve ilk mescid...

Üst, en üst anlamına gelen أَقْصَى kelimesi ve türevleri مَكَانًا قَصِيًّا sözcük grubunda olduğu gibi yer, zemin seviyesinin üzerinde olan herhangi bir şeyle gelebilir. Fakat المسجد الاقصیٰ tamlamasında bulunan المسجدkelimesi, sorumluluk alanı veya سجدہ itaat edilme hakkı sadece ALLAH a ait olduğundan, أَقْصَى kelimesi bu sorumluluk alanını yüce, yüksek, daha yüksek, en üst yapmak için kullanılır. Diğer bir deyişle المسجد الاقصیٰitaat alanı/ hakkı olan mescid olup, yeryüzünde veya dünyada illegal, yasaklanmış, kanunsuz Haram Mescid’in (المسجد الحرام) üzerindedir. 

مَكَانًا قَصِيًّا Meryem:22

Makanan “مَكَانًا” bir yerdir ve “قَصِيًّا” (kasiyyan); ‘üst basamaktan’ veya zemin seviyesinin üzerindeki herhangi bir yerden bahsetmek için kullanılmıştır. Kavram “مَكَانًا قَصِيًّا”; bir mekânı, toprak seviyesinin üzerinde bilinir bir yer haline getirmek için (ال) kullanılmamıştır. Kasiyyan “قَصِيًّا” kelimesi ayrıca bunun yeni bir yer olmadığını, daha önce Meryem (as)’ a ait olabilecek eski veya çok eski bir yer olduğunu da gösterir. 

Meryem (as)’ın, toprak veya yer seviyesinin üzerinde yüksekte olan eski yerinde kaldığı daha doğru olacaktır, bu da bir tepecik veya tepecikler kümesi gibi yer olabilir.

  • Kasas:20 وَجَاءَ رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ “bir adam üst kasabadan, şehirden geldi”
  • Yasin:20  وَجَاءَ رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ “bir adam üst kasabadan, şehirden geldi”

Kasas:20 ve Yasin:20, her iki ayette الْمَدِينَةِ kelimesini takip eden يَسْعَىٰ bu kişinin yukarıdaki şehirden ilk defa geldiğini değil, haber veya mesaj getirmek ve götürmek için yukarıdaki şehire düzenli olarak gidip geldiğini göstermektedir. Bilindiği üzere eski zamanlarda haberciler, başka köy ve kasabalarda yaşayan insanlara çağrı, davet ve mesaj göndermek için kullanılırdı. 

Bu nedenle, Arapça’da kurye ile gönderme ve alma; kurye habercileri hala “الساعی” (essaai) olarak adlandırılmaktadır. Bu, gramer olarak “سعیٰ” fiilinin geçişsiz halidir ve bir yerden bir yere veya oradan oraya (mekik dokumak) gidip gelmek anlamına gelir.

https://translate.yandex.com/?lang=ar-tr&text=%D8%A7%D9%84%D8%B3%D8%A7%D8%B9%DB%8C

Ehad olan Rabbimizin bize Arapça lisanı ile ikram ettiği Kur’an’ımızda geçen سعیٰ kelimesi okunuşu, fonetiği aynı olan fakat farklı mana ifade eden Farsça anlamı (çabalamak, yapmaya çalışmak, gayret etmek, …)alınarak ayetlerin ifade ettiği mana değiştirilmiştir.Umre veya hac sırasında say yapmak ifadesi aslında Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek, mekik dokumaktır. Hem anlam olarak hem de fiili olarak yapılan eylemin ve buna benzer diğer kelimelerin Arapça anlamı yerine Farsça anlamı ile sinsice yapılan farklılaştırmanın oluşturduğu sapmaların etkisini ve sonuçlarını düşünmenizi rica ederiz.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=1163

Geleneksel tercümede, hayatımız boyunca bizi takip eden Kur’an’ın takdir kavramını sabote etmek için kader, kısmet gibi yanıltıcı kelimeler eklenmiştir. Kur’an-ı Kerim âlimleri de ahiret kavramını yok etmek için, hayat ve ölüme ait ayetlerin geleneksel tercümelerini hep muhafaza edegelmişlerdir. 

  • Necm:39 ayeti وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى İnsan için ancak çalıştığı vardır.

Yukarıdaki DİB meali ve benzeri meallerde Arapça سعیٰ kelimesinin Farsça anlamı ile ayetin anlamı değiştirilmiştir. Öldükten sonraki hayatımız ve kaderin hayatımızdaki rolünü açıklayan önceki ve sonraki ayetlerin de anlamları da farklılaşmıştır. Pagan Araplar ve Zerdüşt politeistlerin ölümden sonraki yaşama inanmadıkları, ölümden sonraki hayat ile ilgili Muhammed (as)’a -adeta alay edercesine- sordukları sorularda görülmektedir. Oysaki Necm:39 ayetinde insanın oradan oraya gidip geldiği mekik dokuduğu söylenmekte, takip eden ayetlerde hayatımız ve ölümünden, Kaderin kendi ellerimizle ileriye taşıdıklarımıza dayanarak derlenip oluştuğundan bahsedilmektedir. İmanımızın, inancımızın asli unsuru olan آخِرۃ âhiretin yani gelecek hayatımızın anlaşılması için Necm:39 ayeti ile ondan önceki ve sonraki ayetlerin doğru tercüme edilmesi gerekir.

  • Enfal:42 إِذْ أَنتُم بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُم بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوَىٰ (İż entum bil’udveti-dunyâ vehum bil’udveti-lkusvâ) 

Eğer siz dünyanın düşmanları ile beraberseniz” (ki onlar الْقُصْوَىٰ yüce / ulu / kadir / en üst olanın düşmanlarıdır) onun (الْقُصْوَىٰ yüce / ulu / kadir / en üst) düşmanları olan onlarla berabersiniz.”

Eddunya “الدُّنْيَا” kelimesi dünyayı ve dünyada yaşayanları kapsar. Ayette dünyaya düşmanlık edenin, aslında ALLAH’ın düşmanı olduğu yazılıdır. 

Dünya الدُّنْيَا kelimesi, رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَة ayetinde doğru anlamlandırılmasına karşın Enfal:42 ayeti meallerinde “Hani siz vadinin (Medine’ye) yakın tarafında; onlar uzak tarafında (DİB meali)” denilerektümüyle farklı bir mana ile anlamlandırılmıştır…

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170

Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/ahiret/" rel="tag">ahiret</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/aksa/" rel="tag">aksa</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/hikaye/" rel="tag">hikâye</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kader/" rel="tag">kader</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kasas/" rel="tag">kasas</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kisas/" rel="tag">kısas</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kismet/" rel="tag">kısmet</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/mescidi-aksa/" rel="tag">mescidi aksa</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/mescidil-aksa/" rel="tag">mescidil aksa</a> Bir yorum yapın

Secede – سجدہ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

سجدہ – Secede

Ehad olan Rabbimizin bize Arapça lisanı ile indirdiği Kur’an’ımızda geçen سجدہ kelimesi Arapça    سجد (secede) kök kelimesinden türemiştir. Aşağı inmek, dinlenmek, destek olmak, razı olmak, boyun eğmek, ikna etmek, kabul etmek, bir şeye yönelmek, meyilli olmak, alçakgönüllü olmak, itaatkâr olmak veya birine itaat etmek anlamlarında kullanılmaktadır.

Esas, Sihah, Tac ul arus, Kamus ve Misbah sözlüklerinde سجد (secde) kelimesi; mütevazi olmak, alçak gönüllü olmak, boyun eğmek manalarındadır. 

  • Boyun eğmek, teslim olmak manasında خَضَعَ fiili ile eş anlamlıdır,                                          
  • Tabii olmak, katlanmak, kontrolüne almak manasında استسلم fiili ile eş anlamlıdır,                      
  • Durmak, zorlamak, desteklemek manasında تحمل fiili ile eş anlamlıdır,                                           
  • Boyun eğmek, uymak, riayet etmek manasında أطاع fiili ile eş anlamlıdır.

Ibn Mukerrem yazdığı Lisan ul arab adlı eserinde, سجد kelimesinin selamlama eylemi olduğunu yazar. Ebu’l-Feyz es-Seyyid Murteza ez-Zebidi,  Tac-ul arus adlı eserinde aynı konudan bahsetmiş, hem Lisan-ul Arab  hem de Tac-ul arus da şu örnek verilmiştir: سَجَدَ لَهُ onu selamladıaynı zamanda ona saygı gösterdi, onu onurlandırdı

Muğrib ve Tac ul arus da şu ifade yer almaktadır; “ سَجَدَتِ النَّخْلَةُ  Hurma ağacı (meyvelerin çokluğundan) yere doğru meyletti, eğildi, kıvrıldı.” 

Esas ve Tac ul Arus’da verilen başka bir örnek; السَّفِينَةُ تَسْجُدُ لِلرِّيحِ / gemi rüzgârın etkisiyle meyleder, yönlenir, döner.

Meşhur olan her iki yazarda سَجَدَ kelimesini dönmek, meyletmek, boyun eğmek, eğilmek olarak manalandırmışlardır. 

Meşhur Arapça dilbigisi alimi El Ferrâ; وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ  55/6) ayetini; “otlar ve ağaçlar güneşe döner” olarak ifade etmiştir.

Kamus ve Sihah سجد (secede) kelimesinden türeyen سَاجِدٌ (sacidun) kelimesi için; alçak gönüllü, itaatkâr manasını vermiştir.

Tac ul Arus’da; سُجَّدًا لِّلّهِ ayetini (16/48) “itaatkârlıkla ALLAH a boyun eğerler” manasında ifade eder.

Yine Esas sözlüğünde “ شَجَرَةٌ سَاجِدَةٌ ve شَجَرٌ سَاجِدٌ / ağaç, ağaçlar eğilirler” olarak ifade edildiği gibi Kamus da ise benzer cümle olan  نَخْلٌ سَوَاجِدُ  ifadesi “hurma ağacı eğildi” olarak ifade edilir.

Yukarıdaki satırlarda efsane Arap alimlerinin kitaplarından ve Kuran kelimelerinin anlamı üzerinde otorite kabul edilen Arapça sözlüklerden gördüğümüz üzere, سجد kelimesinin anlamı: birine veya bir şeye yönelmek, birinin/bir şeyin karşısında alçakgönüllü olmak, birine itaatkâr olmak, birine uymak ve itaat etmek, itaat etmek.

Arapça “سجد” kelimesini ve türevi olan “سجدہ” kelimesi yüzünü veya alnını yere sürmek olmayıp, sayamayacağımız kadar fazla ve bilgimiz dışında olan tüm olayları kesintisiz ve sürekli yöneten, her zaman hayy olan;

  • Rabbimizin emirlerine uymak,
  • Yalnız Allah’a meyletmek, 
  • Yalnız Allah’a yönelmek,
  • Allah’a karşı tevazu göstermek,
  • Sadece Allah’a itaat etmektir. 

Pagan Araplar, Zerdüştlerin yaptığı gibi halen Hindular, Darthi maa olarak adlandırdıkları ve dilimizde tam karşılığı “Toprak ana” olan ilahelerine yönelişlerini, yüzlerine toprağı sürmek gibi fiiller ile saygı gösterme veya ibadet olarak yerine getirmektedirler. 

darthi-mm
ttps://tr.wikipedia.org/wiki/Toprak_Ana

Filmlerde veya günlük hayatımızda genelde yurtdışından gelenlerin yere (toprağa) alınlarını koyduklarını veya diz çökerek yeri (toprağı) öptüklerine şahit olmuşuzdur.

Kuran’ımızın; 6:92 ve 42:7 ayetlerinde “أُمَّ  الْقُرَى ” olarak da bilinen “yeryüzü tanrısı” uyarılmaktadır. “أُمَّ الْقُرَى ” ifadesinin gerçek anlamı “küre ana / toprak ana” dır.

  • أُمَّ kelimesi anaanne anlamına gelir, 
  • الْقُرَى kelimesi küre veya dünya anlamına gelir. 
  • Dünyanın küçük alan oluşturan kısmına “قَرْيَةٍ (karye)” denir. 2:58, 2:259, 4:75, 6:123, 7:4, 7:82, 7:88, 7:94, 7:161, 7:163, 10:98, 12:82, 15:4, 16:112, 17:16, 17:58, 18:77, 21:6, 21:11, 21:74, 21:95, 22:45, 22:48, 25:40, 25:51, 26:208, 27:34, 27:56, 28:58, 29:31, 29:34, 34:34, 36:13, 45:23, 43:31, 47:13 ve 65:8 ayetlerde Kur’an’da dünya gezegenindeki kasabalar ve şehirler kastedilmektedir. Bu nedenle yerkürenin tamamına “قُرَى ” denilir ki bu Kur’an’ın birçok ayetinde de geçer. Belirlilik ifadesi “ال” (el) harfinden sonra, kelimenin sonunda gelen ىharfi “benim” anlamına gelen iyelik zamiridir.

Dolayısıyla birleşik kelime “أُمَّ الْقُرَى” Hinduizm’de ve Arap putperestleri ve diğer birçok, çok tanrılı dinde “Dharti Maa” (yer ana veya toprak ana) olarak da bilinen “Toprak Anam” anlamına gelir. Ana tanrıya dünya çapında çok tanrılı putperestler tarafından tapılır. Bu yeryüzü tanrısı “أُمَّ الْقُرَى” Arap edebiyatında “bütün yerleşimlerin anası” olarak da bilinir.

Kuran’ın 6:92 ve 42:7 ayetlerinde tüm mealler, tercümelerde “uyarı” ifadesiyle yer aldığı açık olan şekilde Allah, “أُمَّالْقُرَى / ummul kura” üzerine uyarı göndermiştir. Ancak bu uyarının neden yapıldığını üzerinde düşünülmediği için konu anlaşılamamakta, “وَلِتُنْذِرَ / ve litunżira” uyarı ibaresi geçiştirilmektedir. 

Rad 15 وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ ayeti genel olarak meallerde ve diğer yazılı eserlerde; “yerde ve göklerdeki kimseler ….. ALLAH’a secde ederler” şeklinde geçtiği için, bunun nasıl olduğunu anlamakta zorlanmamız, secde kelimesini alınları yere koymak olarak düşünmemizdendir.

Oysaki açık olarak ayetin anlamı; “itaat, boyun eğme göklerde ve yerde bulunanlardan ALLAH içindir” veya “göklerde ve yerde kim varsa ALLAH’a itaat edin / meyledin / uyun!..” şeklindedir.

Nahl 16:49 وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِن دَآبَّةٍ وَالْمَلَآئِكَةُ وَهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ “Göklerde ve yerde canlılar (hayvan/böcek/organizma) ve melekler ALLAH’a itaat eder / ALLAH’a uyar / ALLAH’a yönelir ve onlar büyüklük taslamazlar” ayetinde geçen secde kelimesi de ilk aklımıza geldiği şekilde yere kapanarak alınları yere koyma olmamalıdır. 

Hac 18 ألم تر أن الله يسجد له من في   السماوات ومن في الأرض والشمس والقمر والنجوم والجبال والشجر والدواب 

ayeti genel olarak; “Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir (DİB meali)” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Oysaki; Güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçların alınları nedir ki yere diz çöküp yere değdirebilsinler?

Göklerde ve yerde bulunanların, güneşin, ayın, yıldızların / gezegenlerin, dağların, ağaçların ve canlıların / hayvanların ALLAH itaat ettiklerini görmedin mi?

İnşikak 84:21 وَإِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنُ لَا يَسْجُدُونَ Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar” (DİB meali)

Rabbimizin indirdiğini kabul etmeyenlere, “secde etsinler” diye düşünmeden oluşturulan mealler ayrı tuhaflık taşımaktadırlar. Neden itaat (secde) etsinler? Oysa Rabbimizin bu ayetinin doğru tercümesi; “Onlara Kur’an okunduğu zaman onu kabul etmezler / itaat etmezler / ona uymazlar ve ona meyletmezler” olmalıdır. 

Alak 96:19 وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ “Secde et ve Rabbine yaklaş.” (DİB meali)

Genel olarak bu ve benzeri verilen mealleri okuduğumuzda diz çökerek alnınızı yere koymak ilk aklımıza gelen ve yapılandır. Fakat ayette geçen Allah’a yaklaşmamızın altın kuralı, alnımızı yere koymak olmayıp ayetin insanda geliştirmesi beklenen tavır:“İtaat edin ve yakın olun / yönelin, takip edin ve yaklaşın” ifadesinin gereğidir.

Bahsi geçen ayetler ve diğer ayetlerde سجد kelimesi ve türevleri geleneksel anlamda diz çökerek yüzünü yere koymak olmayıp, سجدہ itaat etmek, takip etmek, yönelmek ve meyletmektir. Eğer bu meyletme ve yönelme ALLAH tan başka şahıslar veya nesneler veya ALLAH hariç başka kişilerin yönlendirmelerine itaat ise bu سجد الحرام (secedul haram) olup, المسجد الحرام (elmescidulharam) şeklinde icra edilir. 

Arapça dilbilgisi kurallarına göre مسجد (mescid) kelimesi سَجَدَ (secede) fiilinin masdarıdır. Arapçada fiilin başına م harfi eklenerek ibare isim yapılır. Feale فَاعَلَ fiilinden مْفَاعَلَ (mufaalae) isim fiili; fail فاعل fiilinden مْفَاعِل (mufail) isim fiili; کتب (ketebe) fiilinden, مکتب (mekteb)  isminin türetilmesi  gibi مسجد  محسن  مسلم  (Müslim, muhsin, mescid) kelimeleri de aynı şekilde türetilmiştir. Dolayısıyla Arapça “مسجد” (mescid) kelimesinin özne isim ve sıfat olarak gramer yapısına göre “مسجد” (mescid) kelimesi herhangi bir fiziki yapı veya herhangi bir kutsal yeri, mabedi ifade etmez. Arapça “مسجد” (mescid) kelimesinin karşılığının “cami” oluşu yanlış tercüme edilmesinden kaynaklanır.    

مسجد (mescid) kelimesi منصب (mansıb) kelimesi ile eşanlamlıdır.

سجادہ (seccade) kelimesi de oturmak için olan halı, kilim veya kumaştan olan yaygıdır.

مسجد (mescid) Kur’an kelimesi منصب (mansıb), مسند (mesned) anlamındadır: Bir kişinin mevki, makam, yer veya konumudur. Bu yer bir kişiye bina olan, toprak parçası veya sembol, abide değildir. Kişi olarak aynı olmayan, farklı “sorumluluk alanı” olan bir öğretmenin veya ebeveynin yerleri gibidir. ال  takısı مسجد (mescid) kelimesinin başına geldiğinde özel, belirli, hususi sorumluluk alanı, المساجد (elmesacid) ise çoğul olan özel, mesuliyet, güvenirlilik alanıdır. Elmesacid المساجد kelimesi ALLAH kelimesi ile kullanılırsa kendisine ait olan hiçbir bina veya yapı ile kuşatılıp kısıtlanamayacak yegâneliğe sahip رب العالمی (Rabbul Alemiyn) olan, kendisine ait dünyayı, tüm evreni, bizim bilmediklerimizi ve bilemeyeceklerimizi de kapsayan sorumluluk alanını ifade eder.

ttps://sozluk.gov.tr/

Kur’an’ımızın مسجد (mescid) tanımı; insanların sorumluluk, güvenilirlik alanı olarak tayin ettiği putların, idollerin, sembollerin olduğu yerler için geçerli değildir. Buraların yasak olduklarını, yaklaşılmaması, meyledilmemesi ve yönelinmemesini حرام (haram) kelimesi ile vurgular.

Cin 18. ayetinde geçen الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ [elmesacidelillah(i)]; arz edilen, sunulanlar, ricalar, yalvarmalar ve yönelmeler sadece ve sadece ALLAH’ın makamı, mevkisi içindir.

وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا

Ve makamlar (منصب mansıb / مسند mesned), mevkiiler, yönelmek (teslimiyet) için yalnızca ALLAH’a mahsustur.Öyleyse (dolayısıyla) ALLAH ile birlikte hiç kimseyi zorunlu, gerekli elzem veya mümkün kılmayın (ihtiyaç duymayın / çağırmayın).

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> 1 Yorum

Barekna – بَارَكْنَا

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

بَارَكْنَا – Barekna

İsra 17:1

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (DİB meali)

بَارَكْنَا (Barekna) kelimesi بَارَكْ + نَا [(bareke) + na] birleşiminden oluşmaktadır.

نَا (Na) kelimesi; bizim anlamına gelen birinci çoğul şahıs iyelik zamiridir. Ancak yazılan eserlerin çoğunda biz anlamına gelecek şekilde açıklanmıştır.

https://www.turkdilbilgisi.com/zamirler/ek-halindeki-zamirler.html

Arapça zamirler (ضمائر) konusuna bakıldığında; نَحْنُ (nahnu) kelimesinin birinci çoğul şahıs biz” anlamına geldiği [öznel zamirler (şahıs zamirleri) cümlede işi yapan kişiyi anlatır, bir başka deyişle cümlenin öznesidir] ve نَا (na) kelimesinin ise birinci çoğul şahıs iyelik zamiri “…..im” (bizim) anlamına geldiği görülecektir.

Alimlerimiz ALLAH’ın sözünü dil kurallarının dışında bir tutum ile değiştirmişlerdir. Bazı alimler, Kur’an tercümesinde, nesnel (iyelik) bizim zamirini öznel (şahıs) biz zamiri ile değiştirirken aslında hiç de geçerli olmayan mazeretler uydurmuşlardır. ALLAH’ın hiçbir şeyi unutmadığı ve kelimelerin sahibi olduğu gerçeği ihmal edilmiştir.

نا Na zamirinin انزلنا (enzalna) اعطینا (a’tayna) veya بَارَكْنَا (barekna) gibi fiillerin sonuna gelmesinin bir nedeni olabileceği nedense düşünülmemiştir(?)…

Eğer Kur’an’ın birçok “نحنْ” (nahnu/biz) kelimesini kullandığı ayetlerinde ALLAH; alimlerimizin(!) “نا” (na) nesnel zamirini “نحنْ” (nahnu/biz) olarak değiştirerek icat ettikleri formda ayetlerini ifade etmek isteseydi, buralarda “نحنْ” (nahnu) kelimesi yerine “نا” (na/biz) kelimesini çekinmeden kullanırdı.

Bu durumda alimlerimiz; ya ALLAH’ın “نَحْنُ” (nahnu / biz) nesnel zamiri yerine “نا” (na / bize / bizim) zamirini kullanma hatasını düzeltiyorlar ya da ALLAH’ın vahyedilmiş sözlerini değiştirerek Kur’an’ı kendi hikayelerine göre uyduruyorlar.

Kur’an’ da kullanılan “انزلنا” (enzelna), “اعطینا” (ateyna) veya “بَارَكْنَا” (barekna) gibi deyimleri, ALLAH Teâlâ’nın indirdiği şekilde, “نا” (na) nesnel zamiri ile doğru çevirmenin sakıncası nedir? 

İsra 17:1 ayetinde alimlerimiz بَارَكْنَا (barekna) kelimesini kendilerine ait olan seçimle نَحْنُ بَارَكْ (bereketlendirdiğimiz) şeklinde(ymiş gibi) ele almışlar ve üstüne Arapça بَارَكْ (barek) olan kelimenin anlamını farsça مبارک (mübarek) kelimesinin anlamıyla tasavvur etmişlerdir.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=254

Amaç kendilerince Medine şehri veya Mescid-i Nebevi’nin etrafının kutlu kılındığını, kutsandığını ispat etmek olsa gerektir. Tıpkı kendilerinden önceki Yahudi geleneklerini icat edenlerin ALLAH’ın Beytülmakdis’i ve çevresini kutsadığını uydurdukları gibi…

بَارَكْ Barek kelimesi ب ر ك / b+r+k kök kelimesinden türetilmiştir. Bir şeyi sabitlemek, düzeltmek veya sağlamlaştırmak için diz çökmek, düzeltmek veya sağlamlaştırmak için bir şeyi yere yatırmak anlamındadır. Aynı zamanda bir şeyi sabit kılmak, bir şeyi sağlam ve değişmez kılmak anlamına gelen “اِسْتَنَاخَ” (istanaha) ve “أنَاخَ” (anaha) kelimelerinin eş anlamlısıdır.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=1874

Misbah, Muğrib, Sihah, Kamus ve Tac-ul Arus sözlüklerinde بَرُكَ (beruke) kelimesinin anlamı; göğüs üzerine, bacaklar katlanmış halde uzanmak, diz çökmek, göğsünün yere yapışması, göğsü üzerine düşmek şeklindedir.

Tac-ul Arus şu örnekleri vermektedir:

  • بَرَكَتِ النَّعَامَةُ (beraketinnaama) devekuşu göğsünün üzerine yatardı. 
  • بَرَكَ عَلَى رُكْبَتَيْهِ (berake ala rukbeteyhi) dizlerinin üzerine çöktü.

Sihah, Kamus ve Tac-ul Arus açıklamalarında; herhangi bir şeyin sağlam, istikrarlı, sabit olması, sabit olarak devam etmesi veya kalması ifade edilir ve Arap edebiyatından şu örnek verilir:

  • بَرَكَ لِلْقِتَالِ (berake lilkıtal): O, savaşmak için kararlı oldu.

Esas da Tac-ul Arus بَرَكَ (bareke) kelimesinin sıfat olarak uzatmalı, uzun süren anlamında kullanıldığı yazar.

Kamus a göre; بارك عَلَيْهِ (barek aleyhi) sürekli veya azimli bir şekilde kendini tuttu veya uyguladı (bir ilişki veya ticaret, vb) anlamına gelir.

بَارَكْنَا Barekna ifadesinin bileşimine ve yukarıda belirtilen “بَرَكْ عَلَيْهِ” (barek aleyhi) örneğine baktığımızda “sürekli ya da azimli bir şekilde muhafaza etti ya da uyguladı” anlamına gelmektedir. 

ALLAH’ın “بَارَكْنَا” (barekna) kelimesini kullanarak “الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى” El Mescid-i Aksa’yı devamlı sabit olarak veya azimli bir şekilde kendisi için tuttuğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla kavram; “bizim için sabitlenen, uzun süreli korunan, devam ettirilen” anlamına gelmektedir.

Sihah ve Kamus da örnek olarak verilen أَبْرَكْتُهُ فَبَرَكَ (ebraktuhu feberake) “onu (insanı, hayvanı veya şeyi) göğsü üzerine yatırdı veya diz çöktürdü” anlamındadır.

Arap gramerinde bir otorite olarak bilinen ünlü gramerci Ebu İshak İbrahim İbn-Muhammed İbn es-Sari İbn Sehl ez-Zeccac’ a göre “بَارَكَ” (barek) kelimesi تَفَاعَلَ (tefa’ale) gibidir. Yarı geçişli olarak فَاعَلَ, yani بَارَكَ, tıpkı “تَبَاعَدَ “den “بَاعَدَ” olması gibi, “بَارَكَ” bir nevi “تبَرَكَ” ile aynı anlamı verir veya bir sıfat ya da zarf olarak çalışır, deyimsel sıfatlarda (öbek sıfatlarda) kullanılır.

Lisan el‐Arab ve Tac-ul Arus da başka bir Arapça deyişi; بَرْك الشِّتَآءِ (berkeşşitae) = kışın ilk kısmı, ana kısmı anlamında nakletmiştir.

Arap edebiyatında “İbn-i Arabi” adıyla tanınan ünlü Arap âlimi Ebu Abdullah Muhammed bin Ali bin Muhammed bin Arabi, Kuran’daki “بَارِكٌ” (barikun) kelimesini çok güzel açıklamış ve bu kelimenin doğru anlamını vermiştir; bir şeyde veya bir şey ile sabit kalmak. Konuyla ilgili Arapça deyim olan بُرَكُ عَلَى جَنْب الإِنَآءِ “geminin kenarında veya yanında sabit kalan” örneğini vermiştir. Kamus da yukarıdaki ifadeyi kopyalamış ve “بَارِكٌ” kelimesi için İbn Arabi’ nin verdiği anlamın aynısını kullanmıştır. Ayrıca Sihah ve Kamus da “بَرُوكٌ” (berûkun) kelimesi, buluğ çağında büyük bir oğlu olup evlenen kadın için kullanılır. “بَرُوكٌ” Berûkun kelimesinin yukarıda açıklandığı anlamda بَرَكَ (brk) fiilinden türeyen; koşarken acele etmek, sürat yapmak, çabalamak, çalışmak veya kendini zorlamak anlamına geldiği yazılıdır.

Sihah, Kamus ve Tac-ul Arus da; برَاكَآءُ (berakau) kelimesinin savaş veya harb da kararlılık, sebat anlamında olduğu da yazılıdır.

Efsane olmuş alimlerin meşhur kitaplarında, Arap edebiyatında, klasik Arap sözlüklerinde ve Arap gramerinin temel kitaplarında yeralan ve bir Arapça Kur’an kelimesi olan “بَرَكَ” (brk) ve türevleri “بَارَكَ” (bareke) ve “تبارک” (tebareke), Kuran’da yanlış tercüme edilen kutsamak veya kutsanmak anlamında kullanılamaz.

“برکت” (bereket), “تَبْركٌ” (tebruk) ve “مبارک” (mübarek) kelimelerinin, ALLAH tarafından apaçık Arapça lisanı ile indirilen Kur’an’ımızın açıklama, tefsir, meal ve tercümelerine eklenmiş nimet, bereket ve tesbih anlamları, fonetik ve yazım benzerliği olan Farsça kaynaklıdır. Kilise ve Yahudi geleneklerinden ilham alan ve Farisi Zerdüşt etkilerini benimsemiş Müslüman alimler, Arapça olan Kur’an kelimelerinin anlamlarını bu anlayışlar doğrultusunda değiştirmişlerdir.

İncelediğimiz “بَارَكَ” (bareke) kelimesi dilbilgisi olarak “بَرَكَ”(barek), geçişsiz bir fiildir. Kavram Arap edebiyatında fiil olarak; bir şeyi dinlendirmek, yüzüstü yatırmak, sağlam olmak, sabretmek, sebat etmek, bir yerde sabit kalmak, devam etmek anlamlarındadır. Sıfat olarak ise; sürekli, azimli olarak ilişki, ticaret, vb korunması, uygulanması veya kullanılması, bir şeyi yere yatırmak veya göğsünün üzerine diz çöktürerek sabit tutma, uzun süre sabit istikrarlı kalması anlamında kullanılır.

Bir şeyi diz çöktürmek, bir şeyi yere yatırmak; bir şeyi dinlendirmek veya bir şeyi yere yatılı bırakmak eylemlerinin amacı; o şeyi sabit tutmak, onu sabit kılmak ve sağlam kılmaktır ki Kur’an’ daki “بارك” (barek) kelimesinin gerçek anlamı da budur...

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/barek/" rel="tag">barek</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/bereket/" rel="tag">bereket</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/mubarek/" rel="tag">mubarek</a> Bir yorum yapın

essemîy’u elbasiyru – السَّمِيعُ البَصِيرُ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

السَّمِيعُ البَصِيرُ – essemîy’u elbasiyru

İsra 17:1

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (DİB meali)

السَّمِيعُ البَصِيرُ Essemîy’u elbasiyru kelimeleri yukarıdaki tercümede de görüldüğü gibi genellikle “işiten/duyan ve gören” olarak meal, tefsir, sözlük vd yazılı kaynaklarda yer almış ve bu şekilde zihinlerde kökleştirilmiştir.

Sözlüklerde Arapça kelimelerin anlamları genel kategorisinde yazılıdır. Kur’an kelimeleri ise ayrıca kategorileştirilerek Arapça tercümelerinde kullanmak üzere servis edilmektedir. Arapça kelimelerin tahrif edilmiş yanıltıcı anlamları yaşayan hayatta kullanılan Arapça dilinde tanınmaz, ancak Müslüman dünyasında sadece Kur’an’a atıfta bulunularak tanımlanan kelimeler olarak bilinirler.

Böylece Kur’an’ımıza tuzak kuranlar ya da bilmeden onların değirmenine su taşıyanlar; alfabesi, yazımı Arapça ‘ya benzeyen fakat anlam ve mana bakımından aslından uzaklaşmış yeni bir Kur’an dili icat ettiler. Geleneksel alimler ve Kur’an’cı olduklarını iddia edenler, Kur’an’ımızda kullanılan dilin genel Arapçadan farklı olduğu inancını yerleştirerek Kur’an’ın açık ifadelerini dönüştürdüler.    

Oysaki Rabbimiz, bize ikram ettiği Kur’an’ın dilinin apaçık ve kolay anlaşılabilir Arapça lisanı ile olduğunu belirtmiştir.             

Doğru anlamları tahrif edildiği için السَّمِيعُ البَصِيرُ (essemîy’u elbasiyru) kelimelerinin karşılığı da ilk bakışta sözlüklerde görülmez. Bu durumda Kur’an’ın Arapça kelimelerinin doğru anlamını, genel Arapça kategorisindeki doğru kök kelimelerinden aramaya başlamamız ve kavramın sıfat, zarf, isim, fiil anlamlarına bakmamız gerekecektir.  

Örneğin السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesine bakıldığında anlamının dinleyici olarak verildiği görülür.

ttps://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%A7%D9%84%D8%B3%D9%8E%D9%91%D9%85%D9%90%D9%8A%D8%B9%D9%8F&op=translate

Sözlükler dinleyici kelimesinin çoğulunun السامعون (essaamî’un) olduğunu gösterir.

ttps://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%A7%D9%84%D8%B3%D8%A7%D9%85%D8%B9%D9%88%D9%86&op=translate

Oysaki السامعون (essamî’un) kelimesinin tekil hali السامع (essamî’u) dur.

Dolayısıyla السَّمِيعُ kelimesi tekil olup, hatalı ve tahrif edilerek dinleyici, işitici anlamı verilmiştir.

Kur’an’ımızda geçen السَّمِيعُ البَصِيرُ kelimelerinin doğru anlamlarını bulmaya çalışalım...

Kur’an’ımızda geçen السَّمِيعُ kelimesi; kulak veya kulaklar ile duymak manasında olan سمع  (س م ع) kök kelimesinden türemiştir.  Arap edebiyatı ve dilbilgisi ile Arapça sözlüklerde سمع (semea); aynı zamanda “فهم (fhm)” veya Arapçada “anlama” yanı sıra “علم من طريق السماع” (işiterek bir şey hakkında bilmek, bilgi sahibi olmak) olarak bilinen bir isim olarak “kulaklar” anlamında kullanılmaktadır.

Standart Arapça sözlükler “سمع” kelimesine:

(صوت) “Ses”, (فهم / فطن/ تبين) “fark etme, kavrama” ve (ضرب/ وقع/ أصاب) “çarpmak, aklına gelivermek, izlenim uyandırmak” anlamları da vermektedir.

Saffat 37:8 ayetinde geçen لَّا يَسَّمَّعُونَ kelimesi; kulak vermezler / işitmezler / dinlemezler / öğrenmezler / bilgi almazlar / anlamazlar anlamındadır.

Misbah, Tac ul Arus ve Kamus sözlüklerinde سَمِعَ kelimesinin “anlamak” manasında olduğu ve geniş zaman, şimdiki zaman (muzari) fiil يَسْمَعُ; anlayış, anlama, kavrama olarak kullanıldığı yazmaktadır.

Teravih namazının kılınması sırasında imamın şaşırması ihtimaline karşın sağ arkasında duran hafız kişi السامع (essamî’u) olarak adlandırılır. Genel olarak Arapça dinleyici, işiten anlamı için tekil olarak السامع (essamî’u) ve çoğul olarak السامعون (essamî’un) kelimeleri kullanılır. Teravih namazı esnasında “işitici” olarak tayin edilen kişi için “سامع” kelimesini kullanılıyorsa ve aynı “سامع” kelimesi de genel olarak Arapçada “işiten” kişiyi adlandırmak için yaygın olarak kullanılıyorsa, o zaman Kur’an’ımızda kullanılan ” السَّمِيعُ ” (essemîy’u) kelimesinin anlamı nedir?  

Eğer; “السَّمِيعُ” (essemîy’u) kelimesi “işiten” anlamına geliyorsa, teravih namazı esnasında bulunan o kişiye neden “السَّمِيعُ” (essemîy’u) denmiyor? Arapça lisanında “işitici” kelimesinin çoğuluna neden “السامعون” (essamî’un) deniyor?

Bu sorular, Kur’an’ımızın “السَّمِيعُ” kelimesine “işiten veya dinleyen” manası veren âlimleri(!) açmaza sokan sorulardır.

Aslında unutulan veya görmezden gelinen en önemli konu; ALLAH’ımızın görme ve işitme fonksiyonunun, yarattığı kullarına ikram ettiği göz ve kulak gibi organların fonksiyonundan çok daha üstün ve başka olmasıdır. ALLAH’ımızı sınırlayabilecek bir şeyin olması mümkün olmadığı gibi O hiçbir şeye muhtaç veya bağımlı da değildir.

Bu yüzden O; kullarına ikram ettiği türden, sınırları olan organlar benzeri bir şeye ihtiyaç duymaz. Ayrıca insanlar “beyin” adı verilen; diğer organlar yoluyla elde edilen ses ve görüntülerin şifresini çözen, yine kendilerine ikram edilmiş bir organa ihtiyaç duyarlar. Beyin olmaksızın diğer organların anlamı olamaz. Halbuki ALLAH’ımız; hata olasılığı dahi olmayan sınırsız kaynak ve bilgiye sahiptir.

Bu nedenle Arapça Kuran’daki “السَّمِيعُ” (essemîy’u) kelimesinin doğru anlamı, anlamlandırılan bir şeyin niteliği yani sıfatıdır. Bu sıfatlar (nitelikler) bize işittiren ve anlayışımızı geliştiren Rabbimize ait olduğu için, beyin fonksiyonu ALLAH ile birlikte kullanılır. Dolayısıyla “السَّمِيعُ” (essemîy’u) kelimesi yaratan ALLAH için kullanır. Doğru ile yanlışı birbirinden ayırırken muhakkak bizi “işitici” ve “dinleyici” kılan, yaratıcımız ALLAH dır…

Çalışmamız için ele aldığımız 17/1 ayetinde Rabbimiz; bize gösterdiği (لِنُرِيَهُ) işaretlerini (delillerini, ayetlerini, kanıtlarını), (آيَاتِنَا) anlamamız (işitmemiz) için bu sıfatları (nitelikleri) kullanmıştır.

نُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ linuriyehu min âyâtinâ innehu huve-ssemîy’u kelimeleri, aslında kendi kendisini açıklar… ALLAH’ın ayetleri veya işaretleri bizim anlamamızı sağlar, bize bilgi verir, doğru tavrı göstermemiz için bizi etkiler.

Bu açıklamalar البَصِيرُ elbasiyrukelimesinin gören, görme manasının yanlışlığını ortaya çıkarır.

Görme رأى (ra+elif+ye) kökünden türetilen یری (yera) kelimesidir. Arapça görmek manasında olup isim olarak رؤية (ruyet) kelimesidir.

Bakmaالنظرة Ennazara kelimesidir.

Olay yeri, manzara, sahne, görüntü kelimesinin karşılığı مشهد meşhud olup, göz ile görme anlamında شھد (şehede) kelimesidir. شاھد Şahit gözleriyle bir şeyleri gören ve شھادۃ (şehade) göz ile tanıklık, bir şeyin ispatı ve delilin kanıtıdır.

 لبَصِيرُ Basiru kelimesine yukarıdaki anlamların herhangi birine dahil olmamasına rağmen, farisi Zerdüşt imamlar ve ilk İslam alimleri tarafından Farsça, görüş anlamına gelen بصارت (besarat) kelimesi üzerinden anlam verildiği için Arapça sözlükler de görme anlamı verilmiştir.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=+%D8%A8%D8%B5%DB%8C%D8%B1%D8%AA&matchtype=exact
ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%A8%D8%B5%D8%B1+&matchtype=exact

Benzer şekilde Arapça olan السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesinin anlamı da Farsça bir kelime olan   سماعت (semaat) ile değiştirilmiştir. İşiten veya dinleyen anlamına gelen Farsça “سمیع” kelimesinin çoğulu olan سامعین kelimesi, dinleyiciler anlamına gelen Farsça bir kelimedir.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%B3%D8%A7%D9%85%D8%B9%DB%8C%D9%86&matchtype=exact
tps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%B3%D9%85%D8%A7%D8%B9&matchtype=exact

Arapça’ da işiten veya dinleyen için “السامع” (essamîu) kelimesi ve çoğulu olan “السامعون” (essamîun) kelimesi kullanılmaktadır.

İlk İslam Farisi alimleri Arapça البَصِيرُ (elbasiyru) kelimesini, anlamı Farsça görme gören olan بصارت kelimesi ile eşleştirmişlerdir.

البَصِيرُ Basiyru kelimesi Arapça بصر kök kelimesinden türetilmiştir: Tasavvur etmek, görselleştirmek, algılamak, yargılamak, gerçekleştirmek, hayal etmek, düşünmek, gözlemlemek...                  

بَصِيرَة (basiyra) kelimesi isimdir: Vizyon, hayal gücü, algı, duyular, düşünce, sağduyu, bilgelik, ayırt etme, farkındalık, hızlı ve kolayca anlam ve öğrenme, zor koşullarda hızlı ve akıllıca düşünme, kavrayış; öğrenme, anlama ve karar verme yeteneği, keskinlik, olayları hızlı ve net bir şekilde anlama ve yargılama yeteneği; kurnazlık; fark etme veya anlama konusunda sağduyuya sahip; gözlemci ve ihtiyatlı…

مبصر Mubessir kelimesi; gözlemci olan, vizyonunu/duygusunu/yargısını/ bilgeliğini vb kullanan… Yani بصر besara kök kelimesinin ve بَصِيرَة (basiyra) isminin ifade ettiği anlama gelen yukarıdaki tüm yetenek ve becerilere sahip olan biri için kullanılan kelimedir.

Eğer Arapça بصر kökü “görmek” anlamında alınırsa, Arapça “مبصر” (mubessir) kelimesinin de gören manasında çevrilmesi gerekir. Nitekim 7:201 ayetinde geçen (مُبْصِرُونَۚ) mubsirûn(e) kelimesini alimlerimiz fiil formunda “görenler” anlamında çevirmek istemişlerdir. Ancak çevirilerin çoğunda bir şeyler oturmadığı için ayette isim formunda olan ibareye “(gerçeği) görürler” şeklinde fiil anlamı vermek zorunda kalmışlardır. Bu ayet, Kur’an’ımız da ki البَصِيرُ kelimesinin asıl anlamını çarpıtanların hatalarını açığa çıkaran ayettir.

Bu durumda; çoğul olan مُّبْصِرُونَ (mubsirun) kelimesi “görenler”, tekil olan مُّبْصِرُ (mubsiru) kelimesi “gören” anlamına geliyorsa, البَصِيرُ kelimesinin anlamı ne olacak sorusu sorulmalıdır. 

Başka bir deyişle, مُّبْصِرُ (mubsiru) kelimesi zaten aynı anlamda kullanılıyorsa, البَصِيرُ (elbasiyru) kelimesi nasıl “gören” olarak tercüme edilebilir ya da anlamlandırılabilir?  

Kur’an’daki البَصِيرُ elbasiyru kelimesinin anlamı, مبصر (mubsiru) kelimesinin anlamı ve işlevinin yerine konulmuştur.

البَصِيرُ Elbasiyru kelimesinin anlam ve işlevi olmamasına rağmen yanlış tercüme edilerek “gören” olarak manalandırılmış, keza السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesi de asıl işlev ve anlamından farklı olarak “duyan” olarak tercüme edilerek yanlış kökleştirilmiştir.

Keza, Kur’an’ımızda kullanılan البَصِيرُ (elbasiyru) kelimesinin de doğru anlamı “gören” değil; tasavvur, hikmet, anlayış, muhakeme, vd’lerini yaratan var eden ve geliştirendir.    

Kur’an’daki السَّمِيعُ essemîy’u; (işitme ve dinlemeye neden olan) kelimesinin anlam ve işlevi de السامع (essamîu) (işiten/dinleyen) kelimesinin anlam ve işlevi yerine konulmuştur.

Aslında السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesinin anlamı; kulak zarına vuran ve işitmeye sebep olandır

İşitmemiz içerisi endolenf ve perilenf sıvıları ile dolu kulak salyangozu ve yarım daire kanallarına bağlıdır. Aynı şekilde, görme de ışığa tepki veren bir organ olan gözlere bağlıdır. Rabbimiz kendi kendine yeterlidir ve herhangi bir maddi organa bağlı değildir. İşitme ve görme gibi zayıf kelimeler, kendisi işitme ve görmenin yaratıcısı, ehad olan Rabbimizin niteliklerine, sıfatlarına uymaz. Bu nedenle Rabbimizin; “işiten” ve “gören” yerine, “السَّمِيعُ البَصِيرُ” kelimelerini kullandığı görüşündeyiz. Dikkatli okunduğunda “لسَّمِيعُ البَصِيرُ” kelimeleri arasında çok sık kullanılan “و (ve)” bağlacının olmadığı görülecektir. Bununla birlikte bazı kafası karışık alimler, çevirinin akışını sağlamak için çevirilerine bağlaç ekler… Bazıları da tutarsız bir şekilde bu ifadeyi “işiten ve gören” anlamında kullanır. Bu anlamsız ve tutarsız çeviriler; Kur’an’ın belirli bir ayetinde ne söylendiğinin anlaşılamadığını veya ayetin gerçek anlamının üzeri örtülerek Kur’an’ın ifadesinin başka tarafa yönlendirmeye çalışıldığını gösterir.

Müktesebatta, Ehad olan Rabbimizin eli olup olmadığı konusunda sayfalarca yazan ve hala da tartışılan anlamsız ve tutarsız konulara, göz ve kulak gibi diğer organları neden katmadıkları da tuhaftır. Aslında ard, sema ve ikisinin arasındakilerin tek yaratıcısı olan Rabbimiz; aynı zamanda duyma, işitme, görme, konuşma ve bunlara ilaveten olması gereken lisanlar, dilbilgisi, matematik, kimya, fizik ve sıralamaya güç yetiremeyeceğimiz diğerlerinin yaratıcısıdır… O yarattıklarına asla muhtaç değildir.

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

Beşer – بشر

Şura 42:51

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ

Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. (DİB Meali)

كَانَ (kane) fiili; olmak fiilinin geçmiş zamanıdır. Bu fiil olmak anlamında, bir şeyi tasvir etmek ya da bilgi vermek veya birinin ya da bir şeyin durumunu belirtmek için kullanılır.

لِبَشَرٍ (libeşerin) kelimesi; …e, …a, …mek/mak için, … diye anlamına gelen لِ (li) kelimesi ve بَشَر (beşer) kelimesinden oluşmaktadır.

بَشَر (beşer) kelimesi; Kur’an’ımızda bahsi geçtiği yerlerde ve yazılı kaynakların genelinde, insanları yanlış yönlendirmek için sinsice farsça yazılışı ve okunuşu aynı olan; insan veya insanoğlu anlamı ve yine farsça sevindirici haber veya müjdeleri önceden haber veren, kehanette bulunan, gaipten haber veren anlamındaki بشارت beşerat kelimesinin anlamıyla birlikte kullanılmaktadır.

Farsça بَشَر beşer kelimesi insan, insanoğlu anlamlarında fars edebiyatında sıklıkla kullanılmaktadır. Farsça بندہ بشر bindu beşer deyimi de bunlardan birisidir. Farsça بشارت (bişarat) kelimesi, Fars ve Hint azizlerinin ruhani hikâyelerinde de yaygın olarak kullanılmaktadır.

Onlar بشارت bişarat, yani Tanrı’dan müjde verirler ve ayrıca masum halka veya kör müritlerine “بشارت” bisharat veya iyi haberi önceden bildirirlerdi.

https://glosbe.com/fa/tr/
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%A8%D8%B4%D8%B1&searchhws=yes
ttps://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%A8%D9%8E%D8%B4%D9%8E%D8%B1%D8%A9/?c=T%C3%BCm

بَشَر Beşer kelime kökünden türeyen بشرة (beşra) kelimesi Arapça sözlüklerde arandığında; deriyi soyma, kabuk, kılıf, içten bir şey göstermek için kılıf anlamlarına karşılık geldiği görülür.

Diğer bir deyişle بشرة (beşra); altında, içerisinde, gizli veya deri altında olan, kılıf veya kılıfla kaplı bir şeyi gösteren veya ifşa eden anlamındadır.

بَشَر Beşer kelime kökü Arapça olarak; teşhir, gösterme, iletişim kurma, doğrudan iletişim yayın, yayınlama, sunma, iletme, dağıtma, dolaşıma sokma, yayma, davranış, vaaz, tanıtım, kılavuz, duyurma, bildirme, ortaya çıkarma, duyuru, bildiri, yorumlama, izah, anlatım, ortaya çıkma, yükselme, ifşa, inceleme, dışarı çıkma, keşfetme, bildirme, ortaya çıkarma, gösterme, belli etme, olayların ipucu veya işareti,… anlamlarına gelmektedir.

  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça طلع (tala’a) kelimesinin eş anlamlısıdır. Yükselmek, artmak, çoğalmak, uzaklaşmak, çekip gitmek, ayrılmak, büyütmek, geliştirmek, yukarı çıkmak anlamındadır,
  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça خَرَجَ (harace) kelimesinin eş anlamlısıdır. Çıkmak,  ….den/dan çıkmak, görünmek, belirmek, ortaya çıkmak,  gözükmek anlamındadır.
  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça صَعِدَ (saide) kelimesinin eş anlamlısıdır. Artmak, çıkmak, yükselmek, tırmanmak, çoğalmak anlamındadır.
  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça ظَهَرَ (zahera) kelimesinin eş anlamlısıdır. …gibi gözükmek, açığa/meydana çıkarmak, görüş alanına girmek, göstermek, belli etmek, belirmek, göstermek anlamındadır.

Canlı TV yayınlarında veya Arap TV kanallarının doğrudan yayınlanan programlarında görüntülenen Arapça مباسر  (mubaşir) kelimesi; Kur’an’da insan ve iyi haber  ve anlamına gelen yanlış çevrilen aynı Arapça kök kelime “بسر” (beşer) türevi ismi faildir

https://context.reverso.net/translation/arabic-turkish/%D9%85%D8%A8%D8%A7%D8%B4%D8%B1
http://www.arabic-philosophy.com/dict/#b-%C5%A1-r

مبشر (Mubaşir) ve بشیر (beşiyr) kelimeleri; Kur’an’ımız ile ilgili yapılan çalışmalarda kendisine müjde verilen veya diğer kişilere iyi haber veya müjde getiren anlamında yanlış olarak ele alınmıştır.

مبشر (Mubaşir) ve بشیر (beşiyr) kelimeleri; sıfat, ismi fail ve özne olarak teşhir eden, açığa/meydana çıkaran, vaiz, haberci, propaganda yapan/yayan anlamında aynı kök kelime بَشَر (beşer)den türetilmiştir.

Şura 51. ayetinde geçen لِبَشَرٍ cümlesindeki بَشَر (beşer) kelimesi Arap lisanında; yorum, anlatım, yayılma, dağılım, genelge, duyuru, propaganda, tezahür, gösterge, kanıt, yayma (bilgi, fikir), iletme, yönlendirme, gösteri, duyurma, iletişim kurma, doğrudan iletişim yayın, yayın yapma, neşretme, sergileme, sunuş, teşhir, vaaz verme, telkin etme, açıklama, ilan etme, artma, yükselme, oluşum, ortaya çıkma, gelişme, ilerleme, belirmeye başlama, görünme, görünüm, üstünlük, nüfuz, tırmanma, çoğalma, yayımlama, konu, yayın, mesele, gizli saklı olanı ifşa etme, dikkatli okuma, inceleme, bildiri getirme, ilan, beyan, tebliğ, keşif, bulgu, …den önceki, mukaddim, önce gelen, tanıtma, istikamet, doğrultu, yön, yayınlama, öğüt, tavsiye, kılavuz,  başlangıç, ön söz, mukaddime, olacak olayın ipucu, işareti  anlamlarına gelmektedir.

Kur’ân kelimelerinin manalarının bütün Kur’ân âyetleri bağlamında aynı anlamının alınması yöntemine karşın, بشر (beşer) kelimesi ve türevleri farklı anlamlarda kullanılmış olabileceğinden ötürü بشر (beşer) kelimesinin Kur’an’ın diğer ayetlerindeki türevlerini tercüme etmek için; bağlamlarını, konuşmada geçen diğer maddeleri, diğer kelimelerin gramer oluşumlarını ve kelimenin doğru anlamının uygunluğunu dikkatlice incelemek gerekir.

 بشر (Beşer) kelimesi ve onun doğru anlamlarından olan türevleri bu yazıda vermeye çalıştık.

وَمَاكَانَ لِبَشَر (ve ma kane libeşerin): İletişim / duyuru / oluşum / ortaya çıkma için

أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ (en yükellimehullahu): ki ALLAH onunla sözlerini (kelimelerini), iletmesi (duyurması / ulaştırması)

إِلَّا وَحْيًا (illa vahyen): ancak vahiy

أَوْ مِن وَرَاءِ حِجَابٍ (ev min verai hicabin): أَوْ veya + مِن  …den + وَرَاءِ  geri/uzak uç/arka + حِجَابٍ  gizli, saklı olanın konusu cümlenin “yahut perde arkasından” meali tümüyle yanlıştır.

Ancak ilk cümle إِلَّا وَحْيًا ve sonraki أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِحِ cümlesi; bir duyuru, teşhir, keşif, ortaya çıkma, iletim ve iletişimin konusu olarak ardı sıra geliyor.

42:51 ayetinin başında ALLAH’ın, herhangi bir şeyi açığa çıkarmak için sözlerini kendisinin iletmesinin hiç gerçekleşmediği açıkça belirtilmiştir (وَمَاكَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ). Dolayısıyla ayetin cümleleri; iletişimin açığa çıkmasını, vahiy ne olduğunu ve nasıl geldiğini açıklamaktadır.

إِلَّا وَحْيًا illa vahyen: fakat / ancak vahiy (telkin, ilham)

أَوْ مِن وَرَاءِ حِجَا Burada da bize ALLAH’ın perde veya örtünün arkasından konuştuğu asla söylenmiyor.

Aslında bu cümle vahy ile; gizli bir şeyin açıklandığını (keşfedildiğini, ortaya çıktığını) ve en ucundan açığa çıktığını, böylelikle gerçeği arayanlara (düşünürlere veya gerçeği kökünden ve uzaklardan çıkarmak için gece gündüz çalışanlara) bir ilham kaynağı olduğunu açıklıyor.

Dolayısıyla “وَرَاءِ (verai)” sözcüğünün anlamını, bizim cahil âlimlerimiz ve kör mütercimlerimiz değil ama derinlere inip gizli bir hakikati, gerçeği (حِجَابٍ) bulmaya çalışan araştırmacılar (düşünürler, bilim adamları ve filozoflar) daha iyi anlamaktadır.

أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ ; cümlesi aynı şekilde teşhir, keşif ve zuhur konusunda gelmektedir.

رَسُولًا (Rasulan) kelimesinin yanıltıcı tercümesinde, cahiliye döneminin Pagan Araplarının ve günümüzün geleneksel Müslümanlarının inancına göre vahyi indiren bir baş melek veya Cebrail anlamına gelecek şekilde yanlış kodlamışlardır. Daha sonraki alimler de رَسُولًا (rasulan) kelimesini batıl inançlarına göre tercüme ettiler.

Kısaca değinmek gerekirse:

رَسُول Rasul kelimesi yazışma, haberleşme, mesaj, ileti, duyuru, bildirme anlamındadır.

حَكِيمٌ (Hakiym) kelimesi ayetin son kelimesidir ve anlamı hem seslendirme hem de okuyuş olarak benzer olan bilge anlamındaki Farsça حَكِيمٌ (hakiym) kelimesi ile değiştirilmiştir.

Farisiler kendi bilgelerini, filozoflarını ve hekimlerini حَكِيمٌ (hakiym) olarak adlandırırlar. Oysa Arapça ya da Kuran’ daki حَكِيمٌ (hakiym) kelimesi; emir, yetki vb. anlamlarına gelen حکم h+k+m kökünden türetilmiştir. Bu nedenle, eğer Kuran’ın Farsça değil, Arapça olarak indirildiğine inanıyorsanız, Kur’an’ın tamamının tercümesinde kasten yapılan bu yanlışı da düzelterek Kur’an’daki حَكِيم (hakiym) kelimesini doğru anlamıyla alın; yetkili veya otorite…

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=658

Vahiy kuralları:

1. ALLAH hiçbir şeyi açığa çıkarmak için sözlerini asla iletmez, sözcüklerle anlatmaz.

2. İç görü, anlatım veya keşif sadece söz ile değil, seçilmiş kişilerin kalbine ister bilinçli hallerinde ister rüyada girebilen bir fikir olan ilham ile yapılır.

3. Gizli, örtülü, saklı olanı kendi arkasından, peşi sıra ortaya çıkarır.

4. Vahiy mesajı, O’nun yetkisiyle başlatılır ve izniyle iletilir.

Dolayısıyla, yukarıdaki Kuran ayeti, vahiyde hiçbir kelime kullanılmadığını, ancak bir ilhamın gizlendiğini veya vahyedilmeyen veya henüz ortaya çıkmamış olanın ortaya çıktığını, nakledildiğini ve arkadan tebliğ edildiğini açıkça ortaya koyar.

Ayetin son cümlesi ALLAH’ın belirlediği ölçüler veya O’nun yetkilendirmesi (يَشَاءُ yeşau) devreye girdiğinde vahiy mesajının da aktarıldığı veya nakledildiği belirtilmiştir.

Şura 42:51

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ

  • ALLAH’ın 
  • anlatım (yasa / ortaya çıkma / keşif / olayın ipucu) için
  • kelimelerle aktarması (konuşması / söylemesi / bildirmesi / iletmesi / sunması)
  • sadece (ancak) bir ilham kaynağı  
  • ve 
  • örtülü (gizli) olanın arkasından (ardından, peşi sıra)
  • ve 
  • kendi izniyle (kendi emrinde / nüfuzunda / salahiyetinde / sultasında / yetkisinde)
  • ne istediğini açıklayan bir mesaj iletmesidir.
  • إنه علي حكيم / O yücedir, hakîmdir.

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170

Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/beser/" rel="tag">beşer</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/li-beserin/" rel="tag">li beşerin</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/sura-51/" rel="tag">şura 51</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/vahiy/" rel="tag">vahiy</a> Bir yorum yapın

merada – مرض

Bakara: 2/10

فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. (DİB Meali)

Ehad olan rabbimizin bize verdiği Kur’an’ın 2/10 ayetinin muhtelif tefsir ve meal kitaplarında bakıldığında مَّرَضٌ meradun kelimesinin anlamının hastalık olarak ifade edildiği görülür. Söz konusu ayette ve benzerlerinde hiçbir şekilde yer almadığı halde, “münafıklıktan kaynaklananibaresi, sanki varmış gibi hazfedilerek anlam kayması oluşturulmuştur.

Farklı sözlüklere bakıldığında da مَّرَضٌ meradun kelimesinin anlamı olarak her ne kadar hastalık yazılı olsa da satırların alt taraflarında, kavramın memnuniyet anlamının da yazılı olduğu satırlarla karşılaşılır.

https://www.almaany.com/en/dict/ar-en/%D9%85%D9%91%D9%8E%D8%B1%D9%8E%D8%B6%D9%8C/
https://translate.google.com/?sl=ar&tl=en&text=%D9%85%D8%B1%D8%B6&op=translate

Oysaki Arapçada hastalık kelimesinin karşılığı, Türkçeye de girmiş olan عِلّة illet kelimesidir.

https://sozluk.gov.tr/

Ayrıca سَقِيم sekiym kelimesi ve türevleri de hastalık ile ilgili yaygın olarak kullanılmaktadır.

https://kuranmeali.com/Kokler.php?kok=%D8%B3%20%D9%82%20%D9%85&harf=%D8%B3

Alimler veya Kur’an’ı açıklama amacıyla hareket ettiklerini iddia edenler kelimenin مرض (m+r+d) merada kökünden türediğini söyleyerek, esas türediği kök olan رضأ (r+d+e) kökünü konu etmeden karışıklığa sebep olmuşlardır.

رضأ (r+d+e) kökü ve bu kökten türeyen kelimeler; memnuniyet, kabul edilebilirlik, yeterince iyi olma hali, oldukça iyi, hoşgörü, rıza, izin, övgü, takdir, onay, memnuniyet duygusu anlamlarına gelmektedir.

https://www.luggat.com/index.php#ceviri

Hatta alimler ve Kur’an’ı Kur’an ile anlamak gerektiğini söz konusu edenler رضأ kökünün son harfinin ا veya و veya ی harfi ile bittiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

http://lexicon.quranic-research.net/data/10_r/127_rDw.html

Ehad olan Rabbimizin kitabında değişiklik yapmaya asla muktedir olamadıklarından ilk dönem Kur’an ile ilgili kitaplar ve Arapça sözlüklerini hazırlayanlar, kelimelerin anlamlarını eğip bükerek kendi Zerdüşt ve pagan dinlerinin dillerini, Kur’an’ın manalarına karıştırarak ayetleri anlamış ve aktarmışlardır.

https://translate.google.com/?sl=fa&tl=en&text=%D9%85%D8%B1%D8%B6&op=translate
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=1946
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D9%85%D8%B1%DB%8C%D8%B6&searchhws=yes
https://tr.glosbe.com/fa/tr/%D9%85%D8%B1%D8%B6
https://www.luggat.com/index.php#ceviri

Lügatlerde merade kavramının anlamına, girişte belirtildiği gibi ayetlerde yer almayan hazf üzerine geliştirilerek dile yerleştirilen hastalık manasına, aşağıdaki ayet direnmekte ve bu oluşuma geçit bırakmamaktadır…

Fecr; 89/28

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

İrci’î ilâ rabbiki râdiyeten merdiyye(ten)

Sen O’ndan razı, O’da senden razı olarak Rabbine dön!” (DİB Meali)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

Fettekû – فاتقوا

Bakara 2:24

 ….فَاتَّقُواْ النَّارَ الَّتِي ….

O hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. (DİB meali)

Bakara 2:24’de; “ateşten sakınma” ile başlayan cümle ile diğer cümlenin, “yakıtının insanlar ve ateş” olduğunu bildirmesi, aslında dünya hayatında taşların herhangi bir şekilde yanmadığını bilmemize rağmen mealler ve yazılı kaynaklarda hep aynı anlam üzerinden açıklanmaktadır.

فَاتَّقُواْ Fetteku (1) kelimesi; فَ (fe) harfi + emir fiil اتَّقُ (etteka) + şahıs zamiri olan واْ (û) harflerinden oluşmaktadır.

Not: (1) Fetteku Yazımıza Bakınız.

اتَّقُ (etteku) fiili; birleşmeye, izdihama neden olmak, birleşmek, kesişmek, kaynaşmak, toplamak, bir araya getirmek, belli bir konumda tutmak, takip etmek, peşinden gitmek, peşinden koşmak, izlemek, kovalamak, buluşmak, birine eşlik etmek, bağlantı kurmak, katılmak, bir araya gelmek, bağlı olmak, tabi olmak, itimat etmek, can atmak, özlem duymak, istemek, dilemek, arzu etmek, ümit etmek, çok arzulamak, uğrunda ölmek, yanıp tutuşmak anlamlarına gelmektedir.

https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%AA%D9%82%D8%A7%D8%A1&op=translate

Korkmak, endişe etmek, dikkatli olmak, itinalı olmak, önlemek, …e karşı tedbir almak, acımak, üzülmek anlamlarına gelen “تقی” (taki), “تقو” (taku), “تقا” (taka) ve “اتق” (etteka) kelimelerini yanlış tercüme etmek için uydurma “وقی” (vekı) kök kelimesi icad edilmiştir.

Ayrıca Arapça’daki korku kelimesi ” خوف ” havf olup Kur’an’da da aynı anlamda kullanılmakta olan “تقوى” Takva ve türevleri bundan tamamen farklıdır.

https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%AA%D8%A7%D9%82/?c=T%C3%BCm
https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%AA%D9%88%D9%82&op=translate

Bilerek ya da bilmeyerek Kur’an’ın yanlış tercümesini kalıcı kılacak şekilde sözlüklerde de kafa karışıklığı kökleştirilmiştir… Arapça sözlüklerin dil kaynakları değiştirilmiş ve buralara Kur’an’da kullanılan Arapça kelimelerin yanlış anlamları doldurulmuştur. Ele aldığımız kavram bu duruma bir örnektir.

تقی Taki veya تقو taku kelimelerinde başında bulunan ت harfi kaldırılarak وقی (veki) kök kelimesi oluşturulmuş ve تقی, تقو  veاتق, kelimeleri türetilmiştir. Bunu yapmak için de öncelikle تق kelimesi için kusurlu fiil yakıştırması yapılmıştır. (Sihah, Kamus, Tac ul arus, Tezhib vd sözlüklere bakılabilir.)

https://context.reverso.net/translation/arabic-turkish/%D9%8A%D8%AA%D9%88%D9%82

“ت” nin تقویٰ (takva), اتقوا (etku), ا تق (etka), تقا (taka), تقوا (taku), تقی (taki) ve متقین (muttakin) kök sözcüklerinin asli bir parçası olmadığını iddia edenler, “ت” yerine “و” yerleştirerek yanlış bir “وقی” kelimesi icat ettiler. Oysaki bu alimlerin Kur’an’da;

  • 2:21, 2:63, 2:179, 2:183, 23:87, 26:106, 26:124, 26:142, 26:161, 26:177 ayetlerinde geçen تَتَّقُونَ tettekun
  • 2:224, 3:28, 3:120, 3:125, 3:179, 3:186, 4:128, 4:129, 7:63 ayetlerinde geçen تَتَّقُوا tetteku, kelimelerinin başında da fazladan(!)  ت  te harfi olduğunu görmeleri gerekirdi.

Eğer تقی (takva),  تقوا (taki)  ve  تقا (taka) kelimelerinde bulunan ت (te) harfi onların ayrılmaz parçası değilde kusurlu fiil formunun bir göstergesi ya da kimi ulamanın ت (te) ön ekini fiil olarak çevirdiği gibi zorunlu bir parçacık ise; başında ت (te) olan bu tür fiillerin tercümesine emir fiilleri veya bu ت (te) nin aslen ikinci bir kişi zamiri olmasına binaen çeviriye ‘siz’ ekleyenlerin, yukarıda belirtilen ayetlerde geçen  تَتَّقُونَ  ve  تَتَّقُوا kelimelerinin başında başka bir ت (te) olmasına gerek kalmadığını görmeleri gerekirdi..

Yukarıda belirtilen Kur’an ayetlerinde geçen تَتَّقُونَ ve تَتَّقُوا kelimeleri; ت (te) harfinin تقی , تقوا ve تقا kök kelimesinin bir parçası olmadığını gösterir. Bunlar; “تقی”, “تقوا” ve “تقا” kelimelerinin kusurlu, özellikle emir fiilleri veya ikinci şahıs zamirlerinin bir göstergesi olduğunu kanıtlamak için ileri sürülen argümanları reddeder. تقی (Taki) kelimesindeki ت (te) harfini değiştirip yerine وقی (vaki) kökünü atayan alimlerin yanlışlığını kanıtlar.

Öte yandan تقی ve تقوا kelimelerinin doğru kökü تقاء (te-kaf-hemze) olmakla birlikte sözlüklerde تقأ ve kökü أقاء (hemze-kaf-hemze) olan sözcüklerin anlamları da karıştırılmaktadır.

Aslında أق (a-kaf) ön kökünün أقاء (hemze-kaf-hemze) kökünden وقأ ,  وقی ,  أقو , أقی ,  واقی , واق , اقية أقوی  gibi türevleri olan kelimeler; korunmak, önlemek, karşı korunmak, muhafaza etmek, barınak, kalkan, tampon, perde, ihtiyatlı olmak, farkında olmak, sakınmak vb. anlamlara gelmektedir.

https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D9%88%D9%82%D9%89/?c=T%C3%BCm
https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%A7%D9%82%D8%A7%D8%A1&op=translate

Bu açıklamalar; وقی veka kelimesinin doğru anlamı ile تقاء (te-kaf-hemze) kök kelimesi ve türevlerinin anlamına bilerek karıştırılan, doğrusu أقاء (hemze-kaf-hemze) olan kök kelimenin farkını, yukarıdaki deliller açıkça ortaya koymaktadır.

Sonuç olarak, “وقی” ve “تقی” veya “تقاء” kelimeleri ve türevlerinin anlamları tamamen farklıdır. Bu farkı تقاء ve أقاء köklerinden türetilen kelimelerin anlamlarında görmek mümkündür. 

“تقاء” Teka kelimelerinin “تاق” ve “توق” gibi türevleri, Arapça’da ulaç, ismi fail ve fiilimsi isim olarak hasret, arzulama, dileme, meyilli olma, güvenme, arzulama, şevk, ilgi, … e susamış olması, bir şeye istek duyması anlamlarındadır. 

(تقاء ) Teka kelimesinin  تق  , تقو ve  اتق  gibi türevleri ise yakınsama, birleştirmek, izdiham, toplamak, tutmak, takip etmek, kovalamak, fırlatmak, tanışmak, grup, eşlik etmek, birleştirmek, konsantre olmak, katılmak, bağlantı, güvenmek, bağımlı olmak, özlemek, istemek, talip olmak, can atmak, … için ölmek, … e yanmak, hevesli anlamlarında sıklıkla kullanılır.

Oysa أقاء (hemze+k+hemze) kök kelimesinin أقو , أقی , اقية , أقوی , وقأ , وقی , واقی , واق  gibi türevleri; koruma, doğru vasıtasıyla önlenmesi, önleme, uzak tutma, korunma, barınma, tamponlama, tarama, ihtiyatlı olma, farkında olma ve sakınma anlamlarındadır.

Bu anlamlar ele alınan hemen hemen tüm sözlüklerde vardır, ancak okuyucuların kafasını karıştırmak için sahte bir kök kelimenin türevleri listesinde hepsi bir arada verilmiştir.

اتَّقُواْ (etteku) kelimesinin; mani olmak, engellemek, sakınmak, ….e önlem almak, imtina etmek, kaçınmak ve korkmak anlamına gelmediğini bilmek gerekir.

Ancak تقاء (teka) nın اتَّقُواْ (etteku) kelimesinin doğru kökü ve Arapça “ صلاۃ ” ( salât ) kelimesinin eş anlamlısı olduğunun görülmesi gereklidir. Bu nedenle, تقاء kök sözcüğünün; أتق , اَتقوا , تقی , تقو  ve  تقا  gibi türevleri  صلاۃ (salat) kelimesinin eş anlamlısı olup çok kullanılan متَّقِی (muttaki)  ve çoğulu  متَّقِین (muttakin) kelimeleri aslında takipçiler, destekleyenleri, kaynaşanları, bağlıları, birleşenleri manalarına gelen مصلِّی (musalli) ve مصلِّین (musallin) kelimeleri ile benzeştir.

Yaşadığımız dünya hayatında geçmiş ve halen var olan korku algısı ile yerleşik siyasi ya da inanç düzenlerini devam ettirmek isteyenler; kendi iç dünyamızda zaman zaman çekindiğimiz korktuğumuz olayları, hatırlamak istemediklerimizi, korktuğumuz nesne, cisim vb sevmediklerimizi düşündüğümüzde, hemen kendi düşüncelerini baskın kılmak için devreye girmişlerdir.

Alimler ve din adamaları; oluşturdukları korku tanımlamaları ve kendilerinden menkul çıkarımlarıyla ihdas ettikleri emirleri üzerinden Rabbimizi -aslında O Kitabında kendisini Rahman ve Rahim olarak defalarca tarif etmesine rağmen- kendisiyle korkutulan olarak tarif etmeye devam etmektedir. Bu yaklaşım, insanların Rabbimizi neden ve nasıl sevmeleri gerektiğini belirsizleştirmekte ve “ALLAH SEVGİSİ” nin önünde nitelikli bir set olmaktadır.

Not : El Hicaretu yazımıza bakınız.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/allahi-sevmek/" rel="tag">allahı sevmek</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/allhtan-korkmak/" rel="tag">allhtan korkmak</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/atesten-sakinin/" rel="tag">ateşten sakının</a> 1 Yorum

Bakara 2:6. Ayet

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

(Bakara 2:6)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. (DİB meali)

Genel olarak meal, tefsir vb kaynaklarda ayete yukarıdakine benzer anlamlar verilerek açıklanmıştır.

Oysaki ayet yakından incelediğinde, farklı anlamı olduğu görülecektir.

أَأَنذَرْتَهُمْ E enzertehum:

أَأَنذَرْتَهُمْ E enzertehum kelimesi; أَ(e) + أَنذَرْتَ (enzerte) + هُمْ(hum) kelimelerinden oluşmaktadır.

  • أَ “E” kelimesi, başlangıçtaki elif “أَ” (e) harfi, hangisinin ne anlama geldiğini sorgulamak veya.. mı, ..mi, ..dir gibi yardımcı fiil olarak kullanılır.
  • أَنذَرْتَ “Enzerte” kelimesi; نذر (nzr) kök kelimesinden türemiştir.

نذر “Nzr” kelimesi; ikaz etmek, haber vermek, ihbarda bulunmak, izlemek, gözlemlemek, gözü üzerinde olmak, zihinsel baskı veya endişe duymak, kontrol etmek, yakalamak, çok dikkatli olmak (ihmal etmenin tam tersi), tetikte olmak, ihtiyatlılık (ihmalin zıttı), anlamlarında kullanılır.

أَنذَرْتَ “Enzerte” kelimesi; dilbilgisi kurallarına göre, dişil bir sıfattır ve aynı zamanda İsm-i tafdil olarak da adlandırılan ve fiilin başlangıcına elif eklenerek yapılan, emir kipi bir sözlü isimdir.

کَبَرَ Kebere kelimesinden أَکبر ek’ber,

نَزَلَ Nezele kelimesinden أَنزل en’zel,

فَعَلَ Feale kelimesinden أَفعل ef’al kelimesinin türetilmesi gibi.

أَنذَرْتَ Enzerte kelimesinin son harfi olan تَ (te) harfi bize, نذر nezir fiilinin veya kök kelimenin anlam listesindeki tam karşılığını seçmemize yardımcı olur. “İkaz edilmek, haber verilmek, tehdit edilmek, gözlemlenmek, gözetlenmek, zihinsel baskı altında olmak, endişe ve kaygı altında olmak” ile bunların isim ve sıfatları olan “alarm, zihinsel baskı, (endişe verici anlamlarda kullanılmış ihmalin zıttı olan) kaygı, endişe, gözlem, dikkat, tetikte olma, tedirginlik, uyanıklık.”

https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%A7%D9%86%D8%B0%D8%B1/

Bu açıklamalar çerçevesinde أَنذَرْتَ enzerte kelimesinin; endişe verici, ihtiyat/uyanıklık, tedirginlik olarak manalandırıması uygun olacaktır.

  • هُمْ (Hum) kelimesi, أَأَنذَرْتَهُمْ e enzertehum ifadesinde “onların” anlamına gelen üçüncü şahıs çoğul zamirdir.
  • أَمْ لَمْ (Em lem) ifadesindeki أَمْ “em” kelimesi, isim olarak anne için kullanılan kelime ile aynı olduğu ve fiilinin annemizin nitelikleri, özellikleri ve eylemlerine atıfta bulunduğu iki kelimedir.
    • Annemiz ilk liderimiz, annemiz ilk komutanımız, annemiz ilk yönetmenimiz, annemiz ilk eğitmenimiz, annemiz bizi yönlendirendir.

أَمْ “Em” kelimesinin; fiili yönlendirmek, emretmek, rehberlik etmek, yönlendirmek, yönelmek, kendine çekmek, dönmek, geri çekilmek, hareket etmek, koşmak, onarmak, gidermek anlamları olduğu gibi, أَمْ (em) kelimesi aynı zamanda iki veya daha fazla şey arasından herhangi bir şeyi seçmek yanı sıra başka bir şeyin kaynaklandığı, şekillendiği veya geliştiği yeri veya noktayı oluşturan bir şey anlamında da kullanılır.

لَمْ “Lem” kelimesi fiil olarak cümleyi reddetmek için değil, kişinin düşüncelerine veya   fikirlerine konsantre olmak, belirli örneklerden veya kanıtlardan genel bir sonuç çıkarmak için kullanılır. Aynı kelime لَمْ “lem” aynı zamanda جَمَعَ “cemea” fiilini ifade etmek için de kullanılır,

جَمَعَ “Cemea” kelimesi; biriktirmek, toplamak, bir araya getirmek, kademeli olarak bir kütle   toplayarak veya bir şeyden bir miktar alarak veya bir şey toplayarak elde etmek, bir dizi insandan toplamak veya almak, bir takım insanlardan toplamak veya elde etmek, parça veya üye olarak sahip olmak, aşırıya kaçmak, tıkanıklıkla etkilemek, kendi içinde sahip olmak veya tutmak, tutabilmek, dağınık olanların bir araya gelmesi anlamlarındadır.

لَمْ “Lem” kelimesi fiil veya fiilimsi isim ile geldiğinde Bakara 2:6 ayetinde olduğu gibi     değil anlamında olumsuzlayıcı olarak kullanılmaktadır.

  • تُنذِرْهُمْ (Tunzirhum) kelimesi تُنذِرْ + هُمْ kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır.

تُنذِرْ “Tunzir” kelimesi de yukarıda incelediğimiz أَأَنذَرْتَهُمْ (e enzertehum) kelimesi gibi نذر (nzr) kök kelimesinden türemiştir. Başındaki ت (te) harfi kelimeyi fiilimsi isim yapar.

Yukarıdaki paragraflarda bahsettiğimiz fiilimsi isim olan نذر (nzr) kelimesi; korkutan, teyakkuz hali, ikaz edilen, izlenen, zihinsel baskı altında, endişe verici, kuruntu, tetikte olmak, ihtiyatlı olmak anlamlarına geldiğinden تُنذِرْ (tunzir) kelimesi, “dikkat” anlamına gelecek şekilde tercüme edilecektir.

Bunun nedeni, endişe verici uyanıklık, uyanıklık, bir şeyi fark etme, bir şeye göz kulak olma, tedirginliğin, zihinsel baskı ve kaygının, özellikle “dikkatimizi” çeken bir şeyi fark ettiğimizde “dikkatimizi” çekmesidir.

Dolayısıyla, تُنذِرْ tunzir kelimesinin doğru anlamı “dikkat” olmalıdır ve “هُمْ” (hum) yine “onların” anlamına gelen üçüncü şahıs çoğul zamirdir.

تُنذِرْهُمْ “Tunzirhum” ifadesi, doğru bir şekilde “onların dikkati” ni ifade etmektedir.   

كَفَرُواْ “Keferu” kelimesi bir şeyi örtmek, gizlemek, saklamak anlamında olanکفر (k+f+r) kök kelimesinden türemiştir.

کفر “Kefera” kelimesi yeryüzünde toprağın altında tohumları gizleyen anlamında kullanılmıştır.  Günümüzde ALLAH ın gönderdiği mesajı kabul etmeyen anlamında kullanılmaktadır. 

کفر (Kfr) kelimesi; örtü, kaplama, kefen, mühür, gizleme, örtme, dönek, düşüncesizlik, densizlik, izansızlık, anlayışsızlık, düzensizlik, imansız, sadakatsiz, nankörlük anlamlarına gelmektedir.

Bakara 2:6

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَآءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ

  • إِنَّ İnne                   : o,
  • الَّذِينَ Ellezine               : ki onlar,
  • كَفَرُواْ Keferu                : o nankörler / sadakatsizler / dönekler,
  • سَوَآءٌ Sevaun                : kötülük yapıyorlar,
  • عَلَيْهِمْ Aleyhim             : kendileri üzerine, kendi kendilerine
  • أَأَنذَرْتَهُمْ Eenzertehum  : endişe verici uyarıları / tedirginlikleri / ihtiyatlıkları mı
  • أَمْ Em                            : çeker
  • لَمْ Lem                          : olumsuzluk
  • تُنذِرْهُمْ Tunzirhum       : dikkatlerini
  • لاَ La                             : ne de
  • يُؤْمِنُونَ Yu’minune      : sözlerinde duruyorlar, gereğini yapıyorlar

O sadakatsiz (nankör) olanların kendilerine kötülük yapmalarının tedirginliği (endişe duydukları; uyarılar / kaygıları / tetikte olmaları / ihtiyatlıkları) onların ne dikkatlerini çekiyor ne de gereğini yapıyorlar? (Tedirginliklerine / kaygılarına inanmazlar mı? Tedirginliklerinin gereğini yapmazlar mı?)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ 

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/bakara-6/" rel="tag">bakara 6</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/e-enzertehum/" rel="tag">e enzertehum</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/sevaun-aleyhim/" rel="tag">sevaun aleyhim</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/tunzirhum/" rel="tag">tunzirhum</a> Bir yorum yapın

“Sevaun” kelimesi – سَوَآءٌ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

سَوَآءٌ (Sevaun)

(Bakara 2:6) اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ ءَاَنْذَرْتَهُمْ اَمْ لَمْ تُنْذِرْهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ

Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar. (DİB Meali)

سَوَآءٌ (Sevaun)

  • سَوَآءٌ (Sevaun) kelimesi tefsir, meal, siyer diğer yazılı kaynaklarda benzer, aynı, eşit, hepsi bir, …anlamları ile manalandırıldığını gözlemleriz.
  • سَوَآءٌ (Sevaun) kelimesi أسأء (hemze+s+hemze) kökünden gelmektedir ve dil bilgisel oluşumu ism-i fail ve sıfattır. Arap dilbilgisinde; yapılan eylem veya yapılan iş neticesinde ortaya çıkan ürün, harflerin ortasına و (vav) harfi ilave edilerek elde edilir.

أصل (asl) kelime kökünden اصول (usul) kelimesinin türetilmesi,

رسل (rsl) kelime kökünden رسول (rasul) kelimesinin türetilmesi gibi

Benzer şekilde, ء+س+ ء (a+s+a) kökünden türeyen سَوَآءٌ sevaun kelimesi أسأء (asa)’nın bir ürünüdür; burada uzatılmış elif آ (aa), Arapça ifadelerde İsm-i Fail ve sıfatlar yapmak için kullanılan ek bir elif olarak çalışan elif harfinin çift sesidir.

Şu örneklerde olduğu gibi:

  • غلب (ğlb) kelime kökünden غالب (ğalib) kelimesinin türetilmesi
  • صدق (sdk) kelime kökünden صادق (sadık) kelimesinin türetilmesi
  • حکم (hkm) kelime kökünden حاکم (hakim) kelimesinin türetilmesi

سَوَآء Sevae kelimesinin sonunda olan hemzenin üzerine tenvin konulması; سَوَآءٌ “un” sesi kelimeyi belirsiz isim haline getirir…

أسأء Asa kelimesi; kötülük yapmak, yanlış yapmak, hata yapmak, günah işlemek, suç işlemek, zarar vermek, gücendirmek, bozmak, birinin üzülmesine sebep olmak, berbat etmek, kötü olmak anlamlarındadır,

سَوَآءٌ Sevaun kelimesi; kötülük yapma, yanlış yapma, hata yapma, gücendirme, küstürme, fenalık, bela, günahkarlık, kusur,… anlamlarındadır.

سوء Sue; çok kullanılan, tanınan ve kötü anlamına gelen kelime de aynı kökten türetilmedir.

https://www.almaany.com/en/dict/ar-en/%D8%A3%D8%B3%D8%A7%D8%A1/
https://en.wiktionary.org/wiki/%D8%A3%D8%B3%D8%A7%D8%A1
https://corpus.quran.com/qurandictionary.jsp?q=swA
https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%B3%D9%88%D8%A1&op=translate
  • سَوَآءٌ Sevaun: kötülük yapıyorlar…
  • عَلَيْهِمْ Aleyhim: kendileri üzerine, kendi kendilerine…
  • سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ Sevaun aleyhim: kendileri üzerine/kendi kendilerine kötülük yapıyorlar

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ 

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/aleyhim/" rel="tag">aleyhim</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/asl/" rel="tag">asl</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/sevaun/" rel="tag">sevaun</a> Bir yorum yapın

“Misl” Kelimesi – مِّثْل

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

مِّثْل (misl)

Bakara 2:23 فَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ

مِّثْلِهِ Mislihi kelimesi مِّثْل + هِ  kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.

Kendi lisanımız olan Türkçemizde de sık sık kullandığımız مِّثْل misl kelimesi:

https://www.luggat.com/index.php#ceviri

Kelimeye, Rabbimizin ikram ettiği Kur’an’ımıza dair hemen tüm meal, tefsir, vb kaynaklarda da aynı anlam verilir.

İlginç olan Farsça aynı harflerle yazılan ve aynı telaffuzu olan veya seslendirmesi aynı Arapça مِّثْل misl kelimesi gibi, benzer, benzerlik manalarına gelen kelimenin kullanılarak Bakara 2:23 ayeti ve diğer, Kur’anı’mızda مِّثْل misl kelimesinin kullanıldığı ayetlerde Farsça mana kullanılarak, tümüyle gerçek anlamının dışında farklı bir mana ile ayetlerin yanıltıcı ve yanlış anlaşılmasına sebep olunmaktadır.

فَأْتُواْ بِسُورَةٍ مِّن مِّثْلِهِ (fe/tû bisûratin min miślihi) Bu cümleyi eğerek, bükerek, çeşitli yönlere esneterek;

  • Onun benzeri bir sûre getirin.
  • Onun gibi bir sûre getirin.

Şeklindeki çeviri ile tümüyle ayetin gerçek anlamı farklılaştırılmaktadır.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D9%85%D8%AB%D9%84&searchhws=yes

Oysaki Arapça مِّثْل misl kelimesi; edebiyat ve felsefeyi ifade eden norm, standart, kural, ilke, formül, hukuk, düzenleme, temsil ve idealizm anlamlarına gelmektedir.

Ehad olan Rabbimizin Kur’an’ı bizim anlamamız için Arap lisanı ile gönderdiğini kabul ediyorsak, tüm kelimeleri olduğu gibi مِّثْل misl kelimesini de Arapça olarak anlamamız gerekmektedir…

مِّثْلِهِ (mislihi) kelimesi:

  • Onun normunda, onun standartında,
  • Onun kuralında, onun ilkesinde,
  • Onun formülünde, onun temsilinde…
  • Onun idealizminde 

anlamındadır…

مِّثْل Misl kelimesi arapça doğru olarak; edebiyat ve felsefeyi ifade eden ‘norm’, ‘standart’, ‘kural’, ‘ilke’, ‘formül’,’ hukuk’, ‘düzenleme’, ‘temsil’ ve ‘idealizm’ anlamına gelir.

İbarenin son eki olan هِ (hi); açılış cümlesinde belirtilen vahiy anlamına atfen, ‘onun’ anlamına gelen üçüncü şahıs tekil iyelik zamiridir.

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ 

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/milihi/" rel="tag">milihi</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/misl/" rel="tag">misl</a> Bir yorum yapın