يُخَادِعُونَ اللّهَ – yuhadiunALLAH

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يُخَادِعُونَ اللّهَ – YuhadiunAllah

Bakara 2;9

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ

Bunlar ALLAH’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. (DİB Meali)

Ayetimiz “يُخْدِعُ ” (yuhadiu) fiilinin eylemini yerine getirenlerin çoğulu olan ve ‘blöfçüler, hileciler, aldatıcılar (boş umutlarla), ihanetçiler, dolandırıcılar, çekiciler, göz kamaştırıcılar, cezbediciler, oyun oynayan, yanıltıcılar, yalpalayan, adaletsiz davrananlar’ manalarına gelen “يُخَادِعُونَ” kelimesi ile başlamaktadır. 

Arapça’da “خدِعُ”(hadiu) kelimesi, 2:7 ayetinde “غِشَاوَةٌ” (ğışavetun) kelimesinde aldatma, tahrifat, sahtekarlık, hile, ihanet vb anlamında incelediğimiz Arapça “غش” (ğ+ş) kelimesinin eş anlamlısıdır.

https://synonyms.reverso.net/synonym/ar/%D8%AE%D8%AF%D9%90%D8%B9%D9%8Fhttps://synonyms.reverso.net/synonym/ar/%D8%AE%D8%AF%D9%90%D8%B9%D9%8F
  • Bu nedenle, “يُخَادِعُونَ” (yuhadiune) ihanet eden, aldatan, tahrif eden, küçümseyen, aldatan, akılsızlaştıran, hile yapan ve blöf yapanlardır.
  • ” يُخَادِعُونَ اللّهَ ” (yuhadiunALLAHe) ALLAH’ı aldatanlar, ALLAH’a ihanet edenler, ALLAH’a tuzak kuranlardır.
  • ” وَالَّذِينَ ” (velleziyne), “وَ ” bağlacının bir araya gelmesiyle: ‘ve, ayrıca, hem de’ anlamındadır.
  • “الَّذِينَ” ellezine; hangi, o, kim anlamlarına gelen özne zamiridir.
  • Bir sonraki “آمَنُوا ” (amenuu) ifadesi, “آمَنُ ” ve “وا ” ile oluşturulur; burada “آمَنُ ” (amenu) fiilimsi isimdir ve “sözleşme, akit, yemin veya diğer resmi anlaşmalarla bağlı (destekleyen, takip eden, bağlı kalan)” anlamına gelen bir sıfattır; örneğin Cenevre Sözleşmesi’ ne bağlı
  • “وا” (u) eki öznenin nesnel çoğul zamiri olduğundan çevirisi her zaman özneye göre değişir, yani cümlenin başında ‘siz’ gibi ikinci bir çoğul kişi geliyorsa “وا ” (u) fiilimsi isim veya sıfatla birlikte otomatik olarak “sizin” anlamına gelir. Üçüncü çoğul şahıs ve üçüncü çoğul şahıs zamirleri de dahil olmak üzere diğer tüm durumlarda aynı “وا” (u) “onların”, “bunlar”, “onlar” anlamında alınır. “وا” (u) eki, incelediğimiz “يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا ” ayetindeki “يُخَادِعُونَ ” (yuhadiune) konusuna geri döner.
  • “آمَنُوا” kelimesini körü körüne ALLAH’ a inanlar olarak tercüme etmek yerine onların müritleri, onların taraftarları veya onların bağlıları olarak anlamlandırılmalıdır. “آمَنُوا ” (amenuu) ifadesi dilbilgisi kurallarına göre ayette “يُخَادِعُونَ ” (yuhadiune) kelimesi ile tanımlanan hilecilerin, aldatıcıların, blöfcülerin, tahrifatçıların inanları, taraftarları ve destekçileridir. “ آمَنُوا ” (amenu) ibaresi ve “امن ” (amene)’ nin fiil, isim ve sıfatları genellikle yemin etmek, akit veya diğer resmî anlaşma ile bağlama, tasdik etmek, bağlı kalmak veya bir şeye veya birine sarılmak anlamındadır.

Kur an kelimelerinin bağlamlarına ve gramer oluşumlarına bakmadan aynı anlamını alarak yapılan Kur anımızın tercümelerde “ آمَنُوا ” (amenu) ifadesi, “inananlar” veya ALLAH’ a inananlar olarak tercüme edilmiştir. Dolayısıyla, “ آمَنُوا ” (amenu) kelimesini her yerde ALLAH’ a inananlar anlamında almak yerine aynı ayette geçen diğer tüm kelimelerin bağlamına ve gramer yapısına göre doğru anlamında almak gerekir.

  • Daha sonra gelen وَمَا ifadesi وَ (ve) bağlacı ve مَا olumsuzluk ekinin bileşiminden oluşur. وَ (ve) bağlacı bir ayette birden fazla kez geldiğinde ve ayrıca, yanı sıra, ek olarak,… manalarına çevrilebilecek şekilde baştaki cümleyi vurgular.

“وَ” (ve) bağlacı ile gelen “مَا” (ma) eki, “değil” anlamında bir olumsuzlama ifade eder.

  • Bir sonraki kelime olan “يَخْدَعُونَ” (yahdeune) ise “يَخْدَع” (yahdea) fiilinin eylemini alan         edilgen cümledir.

“يُخَادِعُونَ” (yuhadiuna) öznesi, “aldatılanlar”, “ihanete uğrayanlar” anlamına gelen “يَخْدَع” (yahdea) fiilinin eylemini üzerine alır;

“يُخَادِعُ” (yuhaadiu) kelimesi “يُخَدِعُ” (yuhadiu) fiilinin harflerinin ortasına elif harfi eklenerek yapılan ismi fail veya özne yani “يَخْدَع” fiilinin eylemini yerine getiren öznedir.

  • إِلاَّ (illa); …den başka, sadece, ancak.
  • أَنفُسَهُم (enfusehum) kelimesi أَنفُسَ (enfese) + هُم (hum) kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur.

أَنفسسَ (enfuse) bir insanın, kişinin hayatının veya ruhunun en değerli şeyidir.

  • Yine tipik bağlaç ve olumsuzluk eki olan “وَمَا” (vema) ‘ve değil’ anlamına geliyor.
  • Rabbimizin bize ikramı olan ayetin son kelimesi يَشْعُرُونَ (yeşurun), anlamı çok etkilenmek, alt üst olmak, dikkat çekmek, hissetmek ve gerçekleştirmek olan يَشْعُرُ (yeşuru) fiilinin eylemini yapan kişilerdir.

Ancak “يَشْعُرُ” aslında dikenlere veya dikenli ya da keskin iğneleme cismine dokunulduktan sonra ortaya çıkan ve unutulmaz bir idrak uyandıran ve yaşatan yoğun bir duyguya işaret eder.

Aslında, يَشْعُرُونَ (yeşurun) iğnelenmiş olanlardır, kalplerine bir şey doğrudan gider, hissetmek için zihinlerine bir şey nüfuz eder, bir şey onları fark etmeleri için iğneler, bir şey onları dikkat etmeleri için diken diken eder.

Oysa “ومَا يَشْعُرُونَ” (ve ma yeşurun) aslında “ve kışkırtılmazlar”, “farkında değiller”, “saçları diken diken olmaz”, “hissetmezler” ve “gerçekten duyarsız olanlardır” anlamına gelir. Bununla birlikte, kışkırtmak, birinin duyguları üzerinde güçlü bir etkiye sahip olmak, birisine belirli bir duygu veya güçlü duygular hissettirmek veya bir tepkiye, özellikle de sıkıntılara veya belirli bir duyguya neden olmak anlamına gelir.

Bakara 2;9

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ

ALLAH’ı aldatanlar ve onların yandaşları (sadık destekçileri olanlar), ancak (sadece) kendi nefislerinden başkasını aldatmayanlar ve fark etmeyenlerdir (kavramayan / hissetmeyen / gerçekten duyarsız olan).

*************

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

قلوب – kulûb

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قلوب (kulûb)

Bakara 2;7

   خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

ALLAH, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. (DİB meali)

Kur’an’ımızdaki bu ayet ختم (hateme) kök kelimesinden türeyen geçmiş zaman خَتَمَ (hateme) fiili başlamaktadır ve doğru anlamı: işaretlemek, belirlemek, hitap etmek (dikkatine sunmak), değerlendirmek, onaylamak, tanımlamak, saptamak, değerlendirme yapmak, bir şeyin statüsünü veya konumunu belirlemek, resmi ciro, belirgin işaretleme, mükemmelliği kanıtlamak için işaretleyici, ayırt edici işaret, bir şeyin statüsünü belirlemek…

Arapça “ختم الشہادۃ” (hatemul şehade) ifadesinde görüldüğü gibi tanıklığın onaylanması anlamına gelir.

  • خَتَمَ اللّهُ (hatem ALLAHu) cümlesinde ALLAH özne ve خَتَمَ (hateme) fiildir.
  • خَتَمَ اللّهُ  (hatem ALLAHu) cümlesinin anlamı: ALLAH işaretledi / ALLAH not etti / ALLAH hitap etti veya ALLAH değerlendirdi.
  • حرف جر (harfi cer) edatlar Arapça fiiller ve fiilimsi isimlerin doğru anlamlandırılmalarını sağlar.
  • خَتَمَ اللّهُ عَلَى (hatem ALLAHu ala) doğru anlamı: “ALLAH işaretledi”

Manası farklı fakat seslendirme ve yazımı aynı olan خَتَمَ (hateme) kelimesinin bitirmek, sonlandırmak, sona erdirmek olan Farsça anlamı ilk zaman kuran çalışmalarında yazılan eserlerde arapça خَتَمَ kelimesinin manasının yerini almıştır.

Kur an ımızın diğer ayetlerinde de geçen خَتَمَ kelimesi maniheist ve zerdüşt inancı ile yapılan tercüme ve çalışmalarda Farsça anlamını muhafaza etmiştir ve derlenen arapça sözlüklerde de farsça anlamı yer almıştır.[1]

  • قُلُوبِهمْ (kulubihim) kelimesi, çoğul olan قُلُوبِ (kulub) ve üçüncü çoğul şahıs iyelik zamiri همْ (him) kelimelerinin bileşiminden oluşur.

قُلُوبِ (kulub) kelimesinin anlamı; tersini çevirmek, döndürmek, altüst etmek, (sıfat) insani duyguyu, düşünmeyi, eğilimi, tepkiyi (isim) kalp, zihni, içtekini, bir şeyin merkezi anlamlarına gelen قلب (kalebe) kök kelimesinden türemiştir.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%AE%D8%AA%D9%85&matchtype=default
https://translate.google.com/?sl=fa&tl=en&text=%D8%AE%D8%AA%D9%85&op=translate
https://www.dict.com/arapca-turkce/%D9%82%D9%84%D8%A8

Aynı kalb kelimesini kendi lisanımızda da kullanmaktayız.

https://www.etimolojiturkce.com/kelime/kalp2
https://en.wiktionary.org/wiki/%D9%82%D9%84%D8%A8

‏قَلَّبَ صَفَحَاتِ الْكِتَابِ  (kallebe safahatil kitab)  kitabın sayfalarını çevirmek anlamındadır.

Kendi ana dilimizde ve arapça da aynı diğer dünya dillerinde aynı söylendiği gibi “taş kalpli”, “kalbimi verdim”, “kalbimi kırdın” vb cümlelerde bahsedilen kalp kelimesinin vücudumuz içerisindeki kan pompalayan organ olmadığını ve kastedilmediğini, duygularımızın ifadesi ve dışa vurumu, samimi eğilimlerimiz ve düşüncelerimiz olduğunu  herkes bilir.

Kulub  “قُلُوب ” kelimesini vücudumuzun bir organı olarak fiziksel kalp  anlamında alırsak,     “خَتَمَ اللّهُ عَلَى” (hatemALLAhu ala) kelimelerinin ifadesi ile organları vücudumuzdan çıkarmadan işaretleme eylemini gerçekleştirilemez. Âlimlerimizin dediği gibi “خَتَمَ” (hateme)’ yi  damga veya mühür anlamında kabul etsek,  organlarımıza veya fiziksel kalplerimize vücudumuzdan çıkarılmadan o organa nasıl damga vurulacak sorusu gündeme gelecektir. Hateme “خَتَمَ” kelimesini vucudumuzdaki organımız için bir şeyin sonu, bitişi veya sona ermesi anlamına gelecek şekilde çevrirsek, canlı olan kalbin çalışmasının durması ve hayatın son bulması gerekecektir!…

Onlar “kalp” organında “خَتَمَ” (hateme) kelimesini son, bitiş veya bitiş anlamına gelecek şekilde çeviremediler. Bu nedenle, fiziksel kalpleri sonlandırmak veya bitirmek yerine bir süreklilik damgası veya sürekli çalışan bir mühür koymaya karar verdiler, aksi takdirde kalp atışları duracak ve kanı pompalama işlevi “خَتَمَ” (hateme) kelimesi (sona erdirmek veya bitirmek veya sonlandırmak anlamı) ile sona ermesi gerekecekti…

Bununla birlikte, “قُلُوب ” (kulub) kelimesini organ veya fiziksel kalp anlamına gelmezse, kalplerde oluşan düşünceleri, tepkileri, eğilimleri, davranışları, duyguları ve istekleri ayırt edebilir ve işaretleyebilirsiniz.

Antik çağlardan beri kalp, her zaman içinde bilgeliğin, düşüncelerin, hislerin ve duyguların üretildiği bir akıl, ruh, içsel dünya veya yaşam özü evi olarak kabul edilmiştir.

Eski Mısırlılar, Kalbin “düşünce ve ruh evi” olduğuna inanıyorlardı. Aynı Mısır kavramı üzerine, kalbin duyum, düşünce ve vücut hareketini kontrol ettiğini öne süren “Kardiyosentrik” hipotez geliştirilmiştir. “Kardiyosentrizm” ilk olarak kalbin düşünce ve ruh evi olduğu eski Mısır inancından türetilmiştir.

Eski Yunan’da Aristoteles, kalbin düşünce ve ruhun evi olduğuna dair eski Mısır inancından türetilen Kardiyosentrizm’ den ilham almıştır. Aristoteles hayvanları incelemiş ve bazı ilkel hayvanların beyinleri olmadan hareket edebildiğini ve hissedebildiğini buldu ve beynin hissetmekten sorumlu olmadığını tespit etmişti.

Mısırlılar, bir şekilde, insan bilgeliğinin kaynağının beyinden çok, kalp olduğuna inanmaya başladılar. Tüm fizyoloji ve hastalık kavramları, kavram olarak kalbe bağlıydı ve Tanrı’nın konuştuğu, eski Mısırlılara Tanrı’nın bilgeliğini ve Tanrı’nın iradesini veren kalp aracılığıyladır. Bu nedenle mumyalama sırasında vücuttan atılmayan yegâne organlardan biri kalptir ve mumya da kalp olduğu gibi kalır.

MÖ dördüncü yüzyılda, Karystus’lu Diocles, kalbin, duyum ve düşüncenin fizyolojik merkezi olduğunu tekrar ileri sürdü. Diocles, kalbin dinleme ve anlama için beyne baskın olduğuna inanıyordu. Karystus’lu Diocles, kalbin iki kalp kulağına sahip olduğunu da buldu ve dinleme ve anlamada kalbin beyne baskın olduğuna inanıyordu.

Çinliler, fiziksel kalbin insan bilişinin merkezi olduğuna inanıyorlardı, bu yüzden ‘kalbi’ “akıl” ve bazen de “kalp-zihin” olarak tercüme ediyorlar.

Çin Tıbbında kalp, diğer tüm enerji sistemlerinin imparatorudur. Kalbin işlevi, vücuda kan pompalamanın batı anatomik kullanımına neredeyse benzer, ancak bunun yanı sıra zihinsel ve duygusal işleme ile yakından ilgilidir. Kalbin en önemli rolü, vücudun üç hazinesinden biri olduğu bilinen aklın veya ruhun bulunduğu yerdir. Düşünceleri, duyguları içerir ve duyusal bilgileri işleyebilir. Bu nedenle, duyu bozukluklarından zihinsel, fiziksel, kişilik bozukluğuna veya duygusal dengesizliğe kadar tüm hastalıkların tümü, kalbin içindeki zihin veya ruhun zayıf veya temelsiz olmasından kaynaklanır.

Erken modern tıbbın babası, İslam filozofu ve tıp alimi Ebu Ali Sina (İbn i Sina) da daha önceki kardiyosentrik hipotezi sürdürdü ve gönüllü hareket için aktivasyonun kalpte başladığını ve daha sonra beyne taşındığını belirtti.

Orta Çağ’ın tanınmış Alman fizyoloğu ve biyoloğu Albertus Magnus, sinirlerin beyinden ayrıldığını, ancak kökeninin kalp olduğunu öne sürdü. Felsefi olarak, tüm meselelerin kalpten kaynaklandığı sonucuna vardı.

Kanın kalp tarafından vücudun geri kalanına pompalandığı dolaşım sisteminin temel işleyişini tanımlayan erken modern bir İngiliz fizyolog olan William Harvey, bulgularında kalbin vücudun merkezi ve hayatın kaynağı olduğunu açıkladı.

https://tr.upwiki.one/wiki/xin_(philosophy)

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, kalbin beynin serebral korteksini atlayarak bağımsız bir karar verebileceğini ve şaşırtıcı bir elektromanyetik alanla kalbin beynin ürettiğinden 5.000 kat daha güçlü ve beyindeki aktivitelerden 60 kat daha fazla elektrik alanı olduğunu göstermektedir.

Yani kalp, insan vücudundaki en güçlü elektromanyetik enerji üreticisidir ve beyin tarafından üretilen elektriksel aktiviteden yaklaşık 60 kat daha fazla genlikli en büyük ritmik elektromanyetik alanı üretir. Elektrokardiyogram (EKG) şeklinde ölçülen bu alan, vücuttan birkaç metre uzakta her yöne tespit edilebilir. Araştırma bulguları, kalbin ürettiği elektromanyetik sinyallerin çevremizdeki diğerlerini bir şekilde etkileyebileceğini, bir kişinin diğerinin beyin dalgalarını değiştirebileceğini ve iki denek arasında kalp ve zihin arasındaki senkronizasyonun (eş zamanlılık) mümkün olduğunu göstermektedir.

Bir zamanlar beynin kalpten daha güçlü olduğu düşünülürken, şimdi kalbin dehası ve beyin üzerinde sahip olduğu güç, dünyayı hayrete düşüren sıcak bir konu oldu ve bilim adamları kalp ve akıl (zihin) bağlantısını buldular.

Eski Sami dilleri profesörü ve Kudüs Üniversitesi Koleji’nde Sami Dilleri Bölüm başkanı Dr Eldon Clem, Sami dilinde “KALP” kelimesinin “ZİHİN” olarak çevrilmesi gerektiğini söyledi. Bu bilgi aslında birçok İncil metninin ve Kuran’ın doğru okunması için çok önemlidir.                      Dr Eldon Clem, istisnasız tüm Sami dillerinde Kalbin “Akıl” anlamına geldiğinin dilbilimsel bir gerçek olduğunu söylüyor. Dr Eldon Clem ayrıca bir metni okurken, bağlam kan pompalayan fiziksel organdan bahsediyorsa, ancak o zaman Kalbin “kalp” olarak tercüme edilmesi gerektiğini açıkladı. Başka herhangi bir bağlamda, “Kalp”, “akıl” anlamına gelir ve bu, İbranice ve Arapça da dahil olmak üzere tüm Sami dilleri için geçerlidir.

https://torahtruths.com/student-resources/lev/
https://studybible.info/strongs/H3821

İbranice İncilin bahsettiği kalp de akıldır.

Eski Ahit’ in ibranice kitaplarında insanın içi, ruh, zihin, irade, kararlılık (irade), düşünme, yansıma, hafıza, eğilim, vicdan, duygular, tutku ve cesaret anlamına gelir.

https://biblehub.com/bdb/3820.htm

Tevrat: Özdeyişlerin 12:25, 15:11 ve 23:15 ayetlerinde, Çıkış 9:14 ve 15:8 ayetlerinde,  Yaratılış 6:5, 8:5, 8:21 ayetlerinde, Tekvin 24:45, 35:26 ve 42:28 ayetlerinde,

Hakimler’in 19:3 ve 19:6 ayetlerinde, Yeşaya’nın 41:22, 44:18 ve 47:7 ayetlerinde,

Hezekiel’in 13:17. ayetinde, Zebur (Mezmur) ‘un 7:10 ve 125:4. ayetlerinde

Kalb; akıl, can, ruh ve irade anlamına gelmektedir.

https://bible.knowing-jesus.com/strongs/H3820

İbranice sözlüklerde kalp, akıl veya ruhun eğilimi anlamına gelir.

Akıl, düşüncenin, algının, duygunun, kararlığın, hafızanın ve hayal gücünün kalpte yer alan tezahürleridir. Zihin özellikle aklın düşünce süreçlerine atıfta bulunmak için kullanılır, ancak beynin ötesinde, bilgiyi depolayabileceği ve işleyebileceği çok daha yüksek bir zihin boyutu vardır. Dahası, noröloji bilimindeki ilerleme, kalpte onu beyne bağlayan nöronların olduğunu keşfetti. Öyle görünüyor ki, insan aklı hem beyinde hem de kalpte iki organ olarak birlikte var oluyor.

Şaşırtıcı bir şekilde Kur anımızdaki قُلُوبِ (kulub) kelimesinin oluşumu yukarıdaki keşfin ipucunu vermektedir.  Arapça fiil veya eylem yapılması neticesinde oluşan elde edilen netice veya ürün fiillerin son harfinden öncesine و (ve) harfi ilave edilerek yapılır:

  • خَرَجَ (harece) çıkmak                خُرُوجٌ (huruc) çıkış
  • دَخَلَ (dehale) girmek                 دُخُولٌ (duhul) giriş
  • قُلُوبِ (kulub) kelimesi de قلب (kalebe) fiiline eklenen و (vav) ile oluşturulmuştur.

Dolayısıyla “قلوب” (kulub), birlikte anıldığında hem kalbin hem de beynin ürünü veya toplamı gibi görünmektedir. Bu nedenle Kur’an hem kalbe hem de beyne hitap etmek için “قلوب ” (kulub) kelimesini tek kelimeyle “قلوب ” (kulub) ile “ZİHİN”i ifade etmek için kullanır, çünkü tek başına kalp zaten hemen hemen dünyanın tüm dillerinde akıl veya zihin anlamına gelir.

Bu nedenle Kur’an, hem kalbe hem de beyne hitap etmek için “قلوب ” (kulub) kelimesini tek kelimeyle “قلوب”  (kulub) ile “ZİHİN” anlamında kullanır.

عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ  (ala kulubihim ve ala semihim ve ala ebsarihim) ayetimizi okuduğumuzda قُلُوبِهمْ kelimesini  سَمْعِهِمْ kelimesi takip etmesi onların anlayışlarına veya dinleyişlerine atıfta bulunur. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz araştırmamız Kur’an’ımızdaki “قلوب ” (kulub) kelimesinin; ‘Kalp-Zihin’, ‘Zihin’, ‘Düşünceler’ veya ‘Düşünmek’ anlamlarında kullanıldığını kesinlikle kanıtlamaktadır.

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ (hatemALLAhu ala kulubihim)

ALLAH onların zihinlerini işaretledi,

ALLAH onların akıllarını işaretledi,

ALLAH onların düşünmelerini işaretledi

Bu cümlenin yukarıdaki anlamda olması gerekir.

Ancak kalplerin mühürlendiğini iddia edenler bu vahameti örtmek için sonraki iki cümle olan “وَعَلَى سَمْعِهِمْ” (ve ala sem’ihim) ve “وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ” (ve ala eb’sarihim) cümlelerini, ayette görüldüğü gibi, ‘kulaklarının ve gözlerinin üzerine‘ anlamına gelecek şekilde yanlış tercüme ederler.

Oysa Arapçada kulak kelimesinin karşılığı “الأذن” (el azn) ve çoğulu olan kulaklar kelimesinin karşılığı “الآذان” (el aazan), göz kelimesinin karşılığı ise “العين” (el ayn) ve çoğulu olan gözler kelimesinin karşılığı “العيون” (el uyun) olarak adlandırılır.  Peki, Arapça metnini incelediğimiz Kur’an’ımızın 2:7 ayetine ait mealler veya diğer yazılı eserlerde geçen “أذن” ve “عين” kelimeleri veya bunların çoğulları nerededir?

Rabbimizin söylemediğini söyleyenler nasıl alim sayılabilirler;  

Rabbimizin söylediğini değiştirmek, tahrif etmek ve üstüne bunlara saygı duyulması karşısında lütfen söyler misiniz kötülük başka nasıl olur?

Aslında “سَمْعِهِمْ” (sem’ihim) ifadesi hüküm, idrak, anlayış, kavrayış ve itibar (شهرة) anlamlarına gelen “سمعة” (semea) kelimesinin birleşimidir.

Kur’an’ımızdaki “سمعة” (semea) anlamak, yargılamak, ayırt etmek, duymak, vurmak ve seslendirmek vb anlamlarda kullanılan Arapça “سمع” (semea) kökünden türemiştir.,

Mahkeme Duruşmasına “سماعة” veya “سماعت” (semeat) denir ve davalar liyakatle (خَتَمَ) anlaşılır ve değerlendirilir (سَمَعَ).

Dolayısıyla, Kur’an’ımızdaki “سَمْعِهِمْ” (semihim) ifadesi, doğru olarak “onların anlayışı”, “onların hükümleri” veya “onların algıları” anlamına gelir.

Arapça bileşik سَمْعِهِمْ = (“هِمْ” + “سَمْعِة“) oluşumunda “ه” (he) harfi, “سَمْعِة” (sem i) ve “هِمْ” (him) arasında ortaktır, iki defa alınamaz ve bir bileşik oluşturmak için birbirleriyle birleştirilir. Bu nedenle, yaygın dil kurallarına göre, “سَمْعِة” (sem’i) ve “هِمْ” (him) kelimeleri arasında yalnızca bir “ه” (he) harfi kullanılarak “سَمْعِهِمْ” (semihim) “onların anlayışları” anlamına gelen bileşik kelime haline getirilir. 

Neden isim “سَمَعِة” (sem’i) ve neden fiil “سَمَعَ” (semea) değildir?

Bunun nedeni, Arapça dilbilgisinde fiilin eylemini gerçekleştirmek için bir fiilden (فعل) sonra bir özne (فاعل) veya öznel bir zamirin (ممیر فاعلی) gerekli olmasıdır.

Oysa “سَمْعِهِمْ” (semihim) bileşiğinde, “سَمَعَ” (semea) fiilinin eylemini gerçekleştirmek için bir fail veya aktif bir öznemiz veya öznel bir zamirimiz yoktur, bunun yerine “سَمَعَ” (samaá) fiilinin eylemini gerçekleştiremeyen nesnel bir zamirimiz “هِمْ” (him) vardır. Nesnel isimler ve nesnel zamirler, öznenin veya yapanın eyleminden teknik olarak etkilendiğinden, bu durumda genellikle isim veya fiilimsi isim kullanılır. Dolayısıyla dilsel nedenlerle “سَمَعَ” fiili yerine “سَمْعِة” (sem’i) kullanılmıştır. Ancak yine de “سَمَعَ” fiilinin işitme anlamında olduğunu kabul eden olursa, yine işitme, aslında kulak değil, sağduyu, doğru karar verme yeteneği, muhakeme ve değerlendirme yeteneğidir.

Aynı şekilde “أَبْصَارِهِمْ” (ebsarihim) bileşiğinin “أَبْصَار” (ebsar) kelimesi, Arapça “بصر” (BSR) kök kelimesinden türeyen “vizyon”, “görüş” ve “kanaat” anlamlarına gelen bir fiil olup anlamı GÖZ veya GÖZLER değil, bir şeyi görmek, izlemek, görselleştirmek veya gözlemlemektir. Dolayısıyla “أَبْصَارِهِمْ” (absarihim) doğru olarak onların görüşlerini, öngörülerini, vizyonlarını, tasavvurlarını ve kanaatlerini ifade eder. Oysa öngörme, gerçek olarak algılanmayan ve duyularla mevcut olmayan bir şeyin zihinsel görüntüsünün oluşmasıdır. Başka bir deyişle öngörme vizyon, gelecekte elde etmeye çalıştığınız şeydir. Yani kurgudur. Stratejik bir planlama sürecinin nihai sonucudur.

  • “أَبْصَارِهِمْ” (ebsarihim) doğru olarak onların görüşlerini, vizyonlarını, kanılarını, düşüncelerini ve kanaatlerini ifade eder.
  • Bir sonraki kelime “غِشَاوَةٌ” (ğışavetun) aslında bir sıfat olan belirsiz bir isimdir: aldatıcı, hileci, yanıltıcı, tehlikeli, tahrif edici, blöf, hileli, bulanık, belirsiz, saf olmayan, karışmış, kirlenmiş, bozulmuş, belirsiz ve kirli vb…

Gerçekte, “غِشَاوَةٌ” kelimesinin yerleştirilmesi ve oluşumu, bu kelimeyi, “غِشَاوَةٌ” anlamına gelen sadece “أَبْصَارِهِمْ” (vizyonları) ifadesine değil 2:7 ayetinin başından gelen tüm konuşma cümlelerine yani aynı zamanda “سَمْعِهِمْ” (anlayışları) ve “قُلُوبِهمْ” (zihinleri) ifadelerine de uygulanır.

Bunun nedeni, hareke kurallarına göre (الحركات), “غِشَاوَةٌ” kelimesinin son harfindeki damme tenvin (kelimenin sonunda virgül benzeri bir işaret ve üstünde ters virgül), “غِشَاوَةٌ” kelimesini konuya atıfta bulunan ve konuşmanın tüm cümlelerine baştan beri uygulanan bir yalın isim haline getirir. Bu, zihinlerinin kirli, belirsiz ve tehlikeli olduğu anlamına gelir. Anlayışları, yargıları veya algıları açık, net değildir ve açıkça vizyonları aldatıcıdır.

  • Bir sonraki “وَّلَهُمْ” (ve lehum) ifadesi “ve onlar için” anlamına gelir.
  • “عَذَابٌ عَظِيمٌ” (azabun aziym) büyük sefalet, büyük işkence, şiddetli acı, aşırı zihinsel veya fiziksel ıstırap, aşırı sıkıntı, aşırı endişe, aşırı üzüntü, aşırı acı verici, büyük üzüntü, aşırı mutsuzluk, şiddetli keder, şiddetli zorluk, büyük sıkıntı anlamına gelir.

Bakara 2;7

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

Allah onların akıllarına, anlayışlarına ve aldatıcı vizyonlarına ve onlar için büyük bir sıkıntıya işaret etti.

Şimdi, yukarıdaki Kur’an’ımızın 2:7 ayetinin bu çevirisini gördükten sonra, toplum olarak zihni kirlenmiş ve karışık olanın aslında bizler olduğunu düşünmüyor musunuz? Anlayışımız, yargımız veya algımız net değil ve açıkçası aldatıcı bir vizyona sahibiz.

Kur’an’ımızın 2:7 ayetine anlatılan, açıklanan bu ifadenin doğru olduğunu kabul ediyorsak, o zaman kendimizi, içinde bulunduğumuz sorunları düşünmeli ve bunları gidermeliyiz.

Din adamlarımızın aksine, ALLAH’ın kalplerimizi mühürlediği ve kilitlediği, kulaklarımızı ve gözlerimizi mühürlediği için kulaklarımızı ve gözlerimizi kapattığı yalanlarına kulak asmamalıyız. Bu, hiçbir şey anlamadığımız ve sayısız problemlerden mustarip olduğumuz için kendi yaptığımızdır.

Kendi kötülüğümüzden dolayı başımıza gelen hiçbir acıdan, hiçbir sıkıntıdan, herhangi bir sorundan, herhangi bir darlıktan ALLAH’ı sorumlu tutmak, kulluk şiarına aykırıdır.

ALLAH zihnimize ve aklımıza hiçbir mühür, kilit vurmamış, işitmek ve görmek de dahil olmak üzere gerçekleri ve hakikatleri algılama ve gözlemleme yetilerimizi durdurmamıştır.

ALLAH ne kendimizi düzeltmekten alıkoyar ne de ıslahtan sonra ve bizden gelen tüm kötülüklerden sıyrıldıktan sonra elde edilen bağışlanmanın kapılarını kapatır…


[1]    http://kimsin.kim/hateme-kelimesi-خَاتَمَ/  daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

BAKARA 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي – İnnALLAHe la yestahyî

سْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي – İnnALLAHe la yestahyî

Bakara 2;26

 إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ

ALLAH, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “ALLAH, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (ALLAH) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır. (DİB Meali)

Rabbimizin ayetinde geçen لاَ يَسْتَحْيِي (la yestahyiy) ifadesini, ilgili meallerin birçoğunda “çekinmez” olarak tercüme edilmiştir. Yanısıra “haya etmez, utanmaz, sıkılmaz” gibi kelimelerle de anlamlandırıldığı görülebilir. Ayrıca Rabbimizin; saptırma ve doğru yola iletme fiilini, verdiği bu örnek ile açıkladığı nakledilir.

Oysaki ALLAH hiçbir şeyi gereksiz yaratmamıştır. Tüm canlılar, içinde bulundukları ekosistemlerde önemli rol oynarlar. Sivrisinekler, bazı mevsimsel hastalıkların yayılmasına sebebiyet vermesine karşın en iyi tozlayıcılar arasında sayılır. Nektar yerler ve bu süreçte her türlü bitkinin tozlaşma ile çoğalmasını sağlarlar. Aynı zamanda diğer birçok hayvan, kuş ve böcek için önemli bir besin kaynağıdır. Sivrisinekler, bitki yaşamına yardımcı olan atıkları filtrelemeye de yardımcı olur ve çürüyen böcek leşlerini yiyerek temizler. Ayrıca bitkilerin hayatta kalmak için beslendiği azot gibi besinleri de üretir…

ALLAH bir Yaratıcı olarak eğer en küçük şeyden bahsetmek isteseydi sivrisineklerden çok daha küçük böcekleri yarattığını da elbette biliyordu. Yani sivrisineklere atıfta bulunmak yerine onlara atıfta bulunabilirdi…

Her şeyin Yaratıcısı ve Sahibinin, küçük bir sivrisinek dahi olsa kendi yarattığını en aşağı olarak nitelendirip küçük düşürmesi ve hakaret etmesi tuhaftır.

Böylece, yukarıdaki 2:26 ayetinde geçen “يَسْتَحْيِي” (yastahyi) kelimesinin yanlış anlamı üzerinden; her iyiliğin ve kötülüğün ALLAH’tan geldiğini, kötülüğü ALLAH’ın kendi iradesi veya niyeti ile oluşturduğunu söylenen dinlerinin yanlış öğretisini, Kuran’ın tercümesine giydirmeye çalışırlar. Ancak Kur’an’ın 2:26 ayetindeki sözler, onların batıl inançlarını reddeder. Kendi batıl inançlarına aykırı olan gerçek mesajın gizlenmek istendiği için olsa gerek, Kur’an’ın 2;26 ayetinin, ayetin tercümelerine bu denli olmaması gereken bir anlam uydurulmuştur…

“ALLAH bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. (!)

Ayette kilit rol oynayan يَسْتَحْيِي Yestahyiy kelimesini incelendiğinde, kelimenin حئ (ح ء) h+y kök kelimesinden türediğini görürüz.                                                 

  • الْحَيُّ Elhayyu kelimesi Bakara 2/255; Ali İmran 3/2 – 27; Enam 6/95; Furkan 25/58;
  • حَيَّ Hayy kelimesi Enfal 8/42; Enbiya 21/30 ayetlerinde.
  • يُحْيِ Yuhyi kelimesi Bakara 2/58 – 73 – 259; Ali imran 3/156; Araf 7/158; Tevbe 9/42; Taha 20/74; Hac 22/6; Rum 30/19 – 50; Mü’min 40/68; Şura 42/9; Duhan 44/8; Hadid 57/2 – 17; Kıyame 75/40; A’la 87/13 ayetlerinde.  
  • تُحْيِي Tuhyi kelimesi Bakara 2/260; Hicr 15/23; Rum 30/19; Yasin 36/12; Kaf 50/43 ayetlerinde geçer.

Bu kelimeler (حئ) h+y kökünden türeyen kavramlar olup yaşam, hayat, canlı, canlandırmak, hayat vermek, diriltmek anlamlarındadır.

Yukarıda listelediğimiz kelimelerin yanı sıra Kur’an’ımızda; yaşam, hayat, canlandırmak, hayat vermek anlamlarını ifade eden حَيَاةٌ’, الْحَيَاةَ’, أَحْيَا’, أُحْيِي , نَسْتَحْيِي  ve benzeri kelimeler çok sayıda ayette mevcuttur. Ayrıca;

  • ” يَسْتَحْيُونَ (yestahyune) ” Araf 7/141 ve İbrahim 14/6. ayetlerinde
  • “اسْتَحْيُوا (estahyu)” Mu’min 40/25 ayetinde
  • “يَسْتَحْيِي (yestahyi)” Kasas 28/4 ayetinde ve Bakara 2/26 kelimeleri de aynı (حئ) h+y kök kelimesinden türetilmiş yaşatmak, hayat vermek anlamında kelimelerdir.
  • يَسْتَحْيِي (yestahyî)” fiili, حئ (ح ء) kök kelimesinden türetilen ( اَسْت+حيِي ) birleşenlerinden oluşur. اَسْتَحْيِي (estahyi) fiili gibi “اسْتَ (elif+sin+te)” ön ekiyle yapılan اِسْتِفْعَال (istif’al) fiil formuna benzerdir. Ancak eylemi/fiili her zaman uygulanabilir ve sürekli bir uygulama haline getirmek için ön eki olan elif (ا) harfinin yerine ye (ي) harfi getirilmiştir.

“يَسْتَحْيِي (yestahyi)” fiili; devamlı süregiden bir olay olan yaşam veya hayat verme eylemini, kesinti veya fasıla olmaksızın sürekliliği ifade eder. Dolayısıyla “يَسْتَحْيِي (yestahyi)” fiilinin anlamı (duraksama, ara verme olmaksızın kesintisiz sürekli) diriltmek, canlandırmak, hayat vermek olmalıdır.

Dilbilgisi olarak açıklamaya çalıştığımız 2;26. Ayette geçen “يَسْتَحْيِي (yestahyî)” fiilinin “hayat vermek” bağlamında kullanıldığını, kendisinden önce gelen ve aynı konu içeriğine sahip 24 ve 25. ayetlerde, ölümden sonraki hayatın tartışılıyor oluşu da ispatlamaktadır.

  • ضرب (d+r+b)” kök kelimesinden türeyen geniş zaman ‘يَّضْرِبَ’ (yadribe) fiili; vurmak, darbe, hırpalamak, vurmak, yenmek, dövmek, mahvetmek, çökmek, yıkılmak, bozguna uğratmak, fethetmek, üstesinden gelmek, bunalmak, tırmanmak, monte etmek, yükselmek, çarpmak, form, etki, tarz, tür, sürtme ve çarpma vb anlamları ifade eder. Ayrıca elde edilen, faydalanılan, yapılanların korunarak, muhafaza edilerek, sabitlenerek hayatımızda devam etmesini sağlamak anlamındadır. Duvar ustasının emek vererek hazırladığı sıvayı duvara tutturup sabitlemesi ضرب (darebe) kelimesi ile anlatılır.

Herhangi bir kelimenin doğru anlamının, geldiği veya kullanıldığı bağlamına/içeriğine bağlı olacağını unutmamak gerekir.

“إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ”

“ALLAH, bunaltan / mahveden hayat vermez”.

(innALLAHe la yestahyiy en yadribe) kelimelerinin doğru anlamıdır.

Genel olarak bir sonraki kelime olan ‘ مَثَلاً ‘ meselen, fonetik olarak Farsça “مَثَلاً” (meselen) kelimesine benzer. Bu nedenle kavrama Farsça “örnek” anlamına gelen “مثال” (misal) kelimesinden alınarak genellikle her zaman “mesela, örneğin” anlamında yanlış mana verilmektedir.

  • مَثَلاً (meselen)” kelimesi, Arapça ‘ مثل ‘ (m+s+l) kök kelimesinden türetilmiş olup şu anlamlara gelir: ideal, ölçü, norm, hukuk, kural olarak aynı olan, karşılık olan, bir şeyle veya kimseyle mutabık olma, tutarlılık, zaman ve mekânda tekabül etme, yerleşik uygulama veya uyarlamaya göre eylem veya davranış.[1]
  • مَّا (ma)” iyelik zamiri  takip eden cümlenin tamamına nispet ederek ilişkilendirmek için; şöyle, şu, o, ne, kim vb anlamlara gelmektedir.
  • بَعُوضَة (beudaten)” kelimesi yanlış olarak ‘sivrisinek’ şeklinde manalandırılmaktadır. Oysaki Araplar kendi dillerinde sivrisineklere بَعُوضَةً (beudaten) demezler. Sivrisinek eski çağlardan modern çağa kadar Arap dili tarihinde hiçbir zaman بَعُوضَةً (beudaten) olarak adlandırılmamıştır.

Isırmayı, acıyı, sokmayı, çimdiklemeyi, parçalamayı, işkenceyi, aşağılığı, küçük düşürmeyi, boyun eğdirmeyi, değersizliği, alçaklığı yansıtan ‘ع ض ض’ (ayn dad dad) kök harflerinden türetilen sivrisinek anlamında ‘البعوض’ (el beuda) kelimesi kullanılır. 

https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%B9%D8%B6%D8%B6/
https://context.reverso.net/translation/arabic-turkish/%D8%A7%D9%84%D8%A8%D8%B9%D9%88%D8%B6

‘بَ’ (be) ön ek harfi, çevrelemeyi ve karşılık vermeyi veya karşılığında yapmayı belirtmek için kullanılır. Ayrıca olumsuz bir bağlaç koşulunu işaret eder ve bir şeyin durumunu ve bir şeyle yakınlığı veya bağlantıyı belirtmek için kullanılır.

بعوض (beuda) kelimesi sıfatsız ‘عوض’ fiilinin başına bir araç olarak ‘بَ’ (ba) harfi eklenerek elde edilir,  ısıran, sokan, çimdikleyen, can sıkıcı, acı veren veya zorlayan acısı nedeniyle birini mutsuz eden veya insanı perişan eden  bir şeyi tasvir eder.

“بَعُوضَةً” (beudaten) kelimesinin sonunda gelen “ةً” (te merbuta) onu acılı ve aşağılık bir duruma veya bir şeyin düşük kategorisine işaret eden sivrisinek kelimesinden tamamen farklı, acı verici ve aşağılık bir duruma veya bir şeyin düşük kategorisine   atıfta bulunan farklı bir kelime yapar.

” ةً ” (ta-i marbuta) eki, cümlenin başında ve ‘مَثَلاً’ ile belirtilen ‘يَسْتَحْيِي’ fiilinden hareketle Arap dilbilgisinin uyum kurallarına uygun olarak, ‘بَعُوضَةً’ kelimesini dişil isim yapmak için kullanılmıştır.

Arapça hayat kelimesinin cinsiyetinin dişil olduğu iyi bilinir, bu yüzden ةً (te marbutanın) neden بَعُوضَةً’ kelimesinin sonuna geldiğini ve ‘hayat’a (حْيِي – يَسْتَحْيِي) atıfta bulunduğunu görebiliriz. 

‘بَعُوضَةً’ (beudaten) kelimesi doğrudan (يَسْتَحْيِي) hayat veren eylem ile bağlantılıdır ve bir şeyin parçası, tahsis edilmiş, kategori, sınıf, şart, tanzim edilmiş veya bölünmüş, her bölüm, her parça, haset ve kıskançlık anlamları ile ayetimizde hayatın geniş    yelpazesine atıfta bulunulmaktadır.

“ إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً ”  cümlesinin anlamı:

ALLAH, bunaltan (vuran / çarpan / mahveden) aşağılayana (değersiz acılara)

tekabül eden (karşılık gelen) hayat vermez.

فَمَا فَوْقَهَا (fema fevkaha) cümlesi ise بَعُوضَةً (beudaten) ile alt veya aşağı sınıfı olarak tanımlanan hayatın tam tersi olan üst seviye veya daha yüksek sınıfa işaret eder.

فَوْقَهَا  (fevkaha) kelimesi  ( فَوْقَ +هَا ) tekil üçüncü dişil şahıs olan هَا zamiri Arapça dişil       kelime olan hayatı kasteder, ‘فَوْقَ’ yani ‘فَوْقَهَا’  hayatın en güzel hali, üst seviyesi ve onun       Rablerinden bir hak, gerçek olduğunu anlayan huzurlu/barış sever müminlerin ulaştığı       yüksek mertebesidir. 

‘فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ’

(Hayatın) üst seviyesinde (mükemmelliğinde) olanlar, Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu anlayan (bilen), sakin (huzur dolu) müminlerdir.

  • وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ (ve emmelleziyne keferu) reddedenler anlamındadır ve hemen gelen فَيَقُولُونَ (feyekulune) kelimesinde bulunan يَقُولُ (yekulu) iddia ederler, tasavvur ederler, (yalan) söylerler anlamındadır.
  • مَاذَا (ma za) kelimesi işaret eden, ilgili olan ve bir şey veya bir kimse yüzünden demektir.
  • أَرَادَ (erade) kelimesi ise istek, arzu, amaç, niyet anlamına gelir ve  أَرَادَ اللَّهُ (eradALLAHu) ALLAH’ın isteği, arzusu anlamındadır.
  • بِهَـذَا (bihaza) kelimesi  yakın kelimesinin edat ve işaret isminin birleşimidir ve “bununla” anlamındadır.

وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً

İnkâr edenler (reddedenler), ALLAH’ın dilemesinin bununla karşılığı olduğunu ileri sürerler (tasavvur ederler), (yalan)söylerler.

  • يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً (yudillu bihi kesiyran) müteakib cümlesinde bulunan يُضِلُّ (yudillu) fiili ضلل (dalale) kökünden türemiş geniş zaman fiildir ve doğru anlamı: kandırmak, şaşırtmak, yanıltmak, yanlış yola götürmek, yanlış bilgi vermek, kazanmak için dürüst olmayacak şekilde davranmak, yanlış yönlendirmek, birini bir şey yapması için kandırmak ve hileler kullanarak birini aldatmak manalarındadır.
  • بِهِ (bihi) kelimesi; “vasıtası ile, … ile” anlamındadır, üçüncü tekil şahıs zamiri هِ (hi) kötü veya acı veren hayatı ALLAH’ın dilemesinin karşılığı olarak tasavvur eden, uyduran, söyleyen yalancıları kasteder.
  • كَثِيراً (kesiyran) kelimesi çok, aşırı, abartılı anlamına gelir.
  • يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً (yudillu bihi kesiyran) onun ile, vasıtasıyla aldatmak anlamındadır.

Kur’an’ımız onların kendi uydurdukları ile çok aldandığını ifade etmesine rağmen, onlar “ALLAH’ın birçoklarını saptırdığını” nasıl da rahatlıkla söyleyebiliyorlar?

Oysaki, Rabbimiz neden insanları saptırsın?

وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً (ve yehdi bihi kesiyran) cümlesi de yanlış olarak; “ve onunla birçoklarını hidayete erdirir” şeklinde tercüme edilir ki;

  • هْدِي (yehdi) fiili, sunulan bir şeyi ifade eder. Yine önceki بِهِ (bihi) cümlesi (o veya onunla) ile aynı anlama gelir. Üçüncü tekil şahıs zamiri هِ (hi) doğrudan doğruya onların uydurdukları yalana (فَيَقُولُونَ) atıfta bulunur. Bu yalan da onların “ALLAH’ın dilemesiyle verilen acı, aşağılık veya kötü bir hayat” olduğu yalanıdır.
  • كَثِيراً (kesiyran) kelimesi  çok, aşırı, abartılı anlamına gelir.

Dolayısıyla bu cümledeki يَهْدِي (yehdî) fiilinin doğru Arapça gramerine ve doğru anlamına göre وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً fiili, “ALLAH veya O hidayete erdirir” anlamında olmayıp; sunulmak, teklif edilmek, nasihat edilmek, yönlendirilmek vb anlamındadır.

‘يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً’ (yudillu bihi kesiyran ve yehdi bihi kesiyran) cümlesinde ALLAH özne veya fail, yani bu işi eylemi yapan veya yerine getiren değildir.

  • وَمَا يُضِلُّ بِهِ (ve ma yudillu bihi) cümlesi “ve onunla aldananlar” anlamındadır. Ardından gelen إِلاَّ الْفَاسِقِينَ (illel fasıkıyn) kapanış cümlesi ile de kimler olduğu tanımlanmaktadır: “Ancak onlar aşağılık sapık kötülerdir.”
  • الْفَاسِقِينَ (elfasıkıyn) kelimesi ‘الْفَاسِق’ (elfasık) kelimesinin çoğuludur. الفسق (elfısk) eylemini  (ahlâksız fiilleri, fesat, edepsizlik, yanlış, zina ve fesat işleri, bozgunculuk, sapıklık, kötülük,  yanlış tutum, ahlaksız ve aşağılık olma durumu) yerine getiren veya yapandır.

فسقية (fıskiye) kelimesi Türkçemizde de kullanılmaktadır ve فسق (fısk) kök kelimesinden    türetilmiştir, yolunda giden suyun şiddetle dışarı taşması halidir.

Bakara 2;26

إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ

ALLAH, zorlayan (bunaltan / acı bir aşağılamaya tekabül eden) hayat vermez. O halde onun (hayatın üst seviyesinin) bilincinde olanlar, Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu anlayan (bilen), huzur dolu (sakin) müminlerdir ve inkâr edenler, ALLAH’ın iradesinin (isteğinin) buna uygun olduğu (buna karşılık geldiği) yalanı ile birçoklarını aldatır ve birçoklarına (bu yalanı) sunarlar ve onunla (ALLAH ile) aldatanlar ancak alçalmış kötülerdir.

veya

ALLAH acı bir aşağılama ile aynı küçük düşüren (rezil eden) seviyede bir can (hayat) vermez. En yüksek dereceli olanlar, bunun Rablerinden bir hak olduğunu bilen, barışı seven müminlerdir. Ve inkâr edenler, (alçaltmanın) ALLAH’ın niyetine uygun olduğu konusunda yalan uydururlar ve bununla birlikte aşırı aldatırlar ve abartılı bir şekilde (bu yalanı) sunarlar işte (ve) ancak bununla aldatanlar, mahvolmuş (çökmüş) olan kötülerdir.

Görüldüğü gibi tek kelime üzerinde yapılan kısa bir tahlil dahi mananın nasıl değiştiğini ortaya koyabilmektedir. Ulemamızın bizlere aktardığı din anlayışında; ALLAH’ımıza, Kur’an’ımıza, Nebimize olan sevgi, kelimeler ile ifade edilemezken, diğer yandan aynı kaynağın diliyle Kur’an’a, “kötülüklerin yaratıcısının ALLAH’ımız” olduğu söyletilmektedir. Bakara 2;26 ayeti, (haşa) ALLAH’ımızı dilediğini hidayete erdiren dilediğini de saptıran bir ALLAH olarak tanıtan ayet şeklinde sunula gelmiştir. Oysa bu ayet; galat-ı meşhur olarak bilinenin tam aksini, bilakis “kötülüklerin yaratıcısının ALLAH’ımız olduğunu söyleyerek, bu anlayışın da Sünnetullaha uygun olduğunu iddia edenleri fasık olarak tanımlamaktadır…

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

BAKARA 2;170

[1]  http://kimsin.kim/misl-kelimesi-م%D9%90ّثْل/ daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.

Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

 اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ – Allahu Yestehzi-u

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

 اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ

Bakara 2;15

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

(ALLAHu yestehzi-u bihim ve yemudduhum fî tuġyânihim ya’mehûn)

Gerçekte ALLAH onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. (DİB meali)

Bakara suresinin 15 ayetine; tüm meal ve tefsir kitaplarının yazarları, hep benzer şekilde “ALLAH alay eder” manasını vermişlerdir. Bu mananın ne gramer kuralı ne de Rabbimizin yarattıkları ile mukayese edilmesinin mümkün olmaması gereği kabul edilemez.

Bu mana; kendisi yer, gök ile içerisindekileri yaratmış, el vahid olan Rabbimizi çirkin bir suçlama ile itham etmek olup bühtandır. Muhtemelen zihinlerin altında yatan ilah kavramı[1], böylesine itici bir yaklaşımı alimlere düşündürtmüş olmalıdır. Tıpkı Yunan mitolojisindeki tanrıların ve yaptıkları fiillerinin benzerini Allah’a uygun görmüşlerdir…

Oysaki Arap lisanı ile ilgili dilbilgisi kitaplarına göz atılsa, yazılan tercüme veya açıklamaların ayetin cümle yapısının dışında farklı yorumlandığı rahatlıkla görülebilir.

  • يَسْتَهْزِئُ (yestehziu) Arapça cümlelerin doğru dil bilgisel yapısına göre, fiili (eylemi) yapan (fiilin öznesi); İsim fiil, اِسْمُ تَفْضِيل  (ismi tafdil), bir sıfat veya pasif bir fiil olmadıkça, (özne) fiilden sonra gelir.
  • Türkçemizde veya İngilizce lisanında fiili yapan özne fiilden önce geldiği halde (özne+fiil), Arapça lisanında bunun tersi olur ve özne fiilden sonra gelir. Arapçada doğru cümle kuruluşu fiil + özne’dir.

     Örneğin;

  • يَكتُبُ   الله (yektubullah)       يَكتُبُ (yektubu) fiil + الله özne       
    • ALLAH yazar                       ALLAH (özne) + yazar (fiil) 
    • يَخْلُقُ   اللهُ (yahlukullahu)        يَخْلُقُ (yahluku) fiil +   الله özne
    • ALLAH yaratır                      ALLAH (özne) + yaratır (fiil)
    • خَلَقَ اللهُ (halakallahu)             خَلَقَ (halaka) fiil + الله özne
    • ALLAH yarattı                      ALLAH (özne) + yarattı (fiil)
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0sim-fiil
https://arapcaokulu.com/index.php/en/arapca-yds-forumu/32-arapca-ismi-tafdil

Ancak sıfat (özelliği, beceri ve niteliği belirten), birinin adından sonra gelirse:

Örneğin; للهُ خَالِقُ (ALLAHu haliku) cümlesi, “ALLAH yaratıcıdır” anlamına gelir ki bu, ALLAH’ın yaratıcılığını veya ALLAH’ın yaratma özelliğini ifade eder.

Yukarıda açıkladığımız dilbilgisi kuralına göre doğru olan,

“يَكتُبُ الله ” (yektubullahu) ve “يَخْلُقُ اللهُ” (yahlukullahu) cümlelerini

اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAHu yestehziu) cümlesi ile karşılaştırdığımızda özne olan “الله” ALLAH’ın, “يستهزئ”(yestehziu) fiilinden önce geldiğini görürüz.

“يَكتُبُ الله” (yektubullahu) ve “يَخْلُقُ اللهُ” (yahlukullahu) cümlelerinde ise özne olan ALLAH kelimesi fiilden sonra gelmektedir.

Her iki kullanıma ait yukarıdaki basit dilbilgisi açıklaması çerçevesinde;

“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAHu yestehziu) ifadesinin “ALLAH alay ediyor” anlamına gelen tüm çevirileri yanlıştır. Kimse ALLAH’ın, alay eden o kafirler seviyesine indiğini düşünemez.

“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAhu yestehziu) cümlesinin kuruluşuna göre cümle içerisinde geçen;

  • Allah, “يَسْتَهْزِئُ” yestehziu fiilinin öznesi veya fiili (yapan) değildir.                                                     “يَسْتَهْزِئُ” Yestehziu fiilini incelediğimizde fiilin sonunda; “ياء النسب“(ya annasb) veya “نسبة”(nisbe) olarak tanımlanmış, (ئُ) nisbet ya’sı vardır.

Bu ئُ (ya) ibaresi; kişinin menşe yerini, kabile bağlılığını, soyunu, karakteristik iyi veya kötü takma adlarını ya da ortak gizemleri belirten bir sıfat gibi anlamlarını bir kişiye veya özneye bağlayan sıfatlar yapmak için kullanılır.

https://arapcagramer.com/nispet-yasi/

Aynı son ek “ئ” (ye), diğer isimlerden bir kişiye veya konuya göre isimler oluşturmak için kullanılır: “عِرَاقِيّ” (Iraki(y)). Irak ile ilgili, (Irak konusu) gibi, Türkçemizde kullandığımız ticari(y) (ticaret ile ilgili), zirai(y) (ziraat ile ilgili), fenni(y) fiziki, sınai(y) sanayi ile ilgili gibi.

Başka bir deyişle, Nisbet “ئ” (ye)’si, birisini veya bir şeyi, bir şeyin konusu yapar, bir şeye tabi kılar. “Eğlence konusu” (eğlenceli) veya “ırak konusu” (Iraklı) gibi.

Ayrıca “ئ” (ye) eki Arapça da fiilimsi isim veya sıfat yapmak için kullanılır.

İki sesliden sadece bir sesli harf kullanılır veya iki sesli harf bir araya gelirse ikinci sesli harf sessizdir (dilbilgisi) kuralına göre, “يَسْتَهْزِاء” (yestehza) fiilinin sonuna “نسبة” (nisbe)’ nin     “ئ” (ye) ‘si eklenerek “ا” (elif) eki “ء” yerine kaldırılmıştır.

Hepimizin bildiği; Arapça “نبی” (nebi) kelimesi, “نباء” (nebee) kelimesinin sonuna nisbet “ئ” (ye)’si eklenerek, kelimede sadece bir sesli harf “ئ” (ya) tutulmuştur.                                                Bu ‘bilginin kişisi’ veya bir ‘bilginin öznesi’ olarak tanımlamak için yapılmıştır.

Sonuna “ئ” (ye) eklenmesi ile değiştirilen “يَسْتَهْزِئ” kelimesi öznesi veya konusu ALLAH olduğu için “ALLAH ile alay etme onu hafife alma” anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla “الله يستهزئ” (ALLAHu yestehziu) cümlesindeki “الله ” (Allah) öznesi, “يستهز اء” alay eden veya alay etme eylemini yapan değildir.

Ayetin devamında gelen “بِ”(bi)+ “هِمْ (him) onlar kelimelerinden oluşan “بِهِمْ” edatı, “onlar tarafından”  ALLAH ile ilgili konularda alay etme / hafife alma eyleminin yapıldığını tasdik eder.

اللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ cümlesinin doğru anlamı: Onlar tarafından ALLAH ile alay edilmesi / dalga geçilmesi / eğlenilmesi / tenkit edilmesidir.

*****

وَيَمُدُّهُمْ (ve yemudduhum) kelimesi; “هُمْ” (hum) + “يَمُدُّ” (yemuddu) + “و” (ve) ibarelerinden oluşmuştur

  • و (ve); ve
  • هُمْ (hum); üçüncü çoğul şahıs onlar
  • يَمُدُّ (yemuddu); “مَدُّ” (medde) kök fiilinin geniş zaman halidir.
  • مَدُّ وجَزَر (medducezir); aynı kökten gelen medcezir (gelgit hareketi) kelimesini dilimizde de kullanmaktayız.
https://context.reverso.net/translation/arabic-turkish/%D9%85%D8%AF+%D8%AC%D8%B2%D8%B1
https://sozluk.gov.tr/

دُّوجَزَر (medducezir) kelimesinde yer alan med kelimesi; “azgınlıkla yükselen vahşi dalga” veya “saldırgan bir şekilde yükselen akıntı” ifadesi aynı şekilde cümlenin devamında gelen “طُغْيَان” (tuğyan) kelimesine atıfta bulunur  ve “طُغْيَانِهِمْ” (tuğyanihim) kelimesi acımasızca taşan sel anlamına gelir.

Aynı zamanda geçtikleri kasaba veya köylerde sel veya su baskınlarına neden olan nehirler veya kanallarda kontrol edilemeyen veya önlenemeyen sel veya su baskınları “طُغْيَان” tuğyan kelimesi ile ifade edilmektedir.

  • “طُغْيَان” (tuğyan) kelimesi aslında bir tsunamidir ve 2:15 ayetinde geçen “يَمُدُّ” (yemuddu) kelimesi saldırgan bir şekilde yükselen gelgit veya kontrolsüz vahşi dalgaya işaret eder. “كَغْيَان” (tuğyan) kelimesinin, yani “taşan yıkıcı su baskını (sel)” kelimesinin varlığında “يَمُدُّ” (yemuddu) fiilinin anlamı saldırgan bir şekilde yükselen gelgit veya yükselen vahşi dalga olabilir. Bu nedenle, “وَيَمُدُّهُمْ” (ve yemuddu hum) doğru olarak şu anlama gelir: “ve onların saldırgan, acımasız yükselen (öfke) gelgitleri” veya “yükselen vahşi, zalim nefret dalgaları veya yükselen tsunamileri.”

Onlara ait bu öfke, nefret tsunamilerinin nerede oluştuğunu Rabbimizin bakara 7. ayetinde işaretlenen (tanımlanan) “خَتَمَ اللّهُ” (hatemALLAHu)[1] olarak bildirdiği, عَلَى قُلُوبِهمْ (ala kulubihim) vücudumuza kan pompalayan uzuvlarımızda veya kalbimizde değil zihinlerinde oluşur. ALLAH neden kan pompalayan organları veya kalpleri damgalamaya veya mühürlemeye devam etsin?

  • “فِي”(fi); içinde  
  • “طُغْيَانِهِمْ”(tuğyanihim); (“هِمْ” üçüncü çoğul sahış iyelik zamiri onların anlamında olup) onların taşan zalim, acımasız selleri (öfkeleri) anlamındadır.

Ancak başka yerlerde “يَمُدُّ “(yemuddu) fiili, geçtiği cümle veya konu içerisindeki bağlamında; kendi çıkarına göre uydurmak, ihlal etmek, hile yapmak, hokkabazlık, zorlamak, yükselmek, itmek , zorlamak, tasarlamak, yardım etmek, bir şeye el koymak, bir şeye dahil olmak, bir şeye müdahale etmek, etkilemek anlamlarında alınabilir.

  • “طُغْيَان” (tuğyan) kelimesi de geçtiği cümle veya konu içerisindeki bağlamına göre tek başına şu anlamlarda da kullanılabilir: Devasa, güçlü, ezici zalim güç veya kurum, tecavüz eden, baskıcı, despot veya zalim her şeyi kontrol eden veya kötüye kullanan diktatör veya mutlak hükümdar, başkalarını ezen güç, baskıcı veya zalimce bir ihlal, aşırı saldırganlık veya büyük bir saldırganlık patlaması.
  • “يَعْمَهُونَ” (ya’mehun) kör haline getirmek veya kör etmek.

Bakara 2;15

اَللّٰهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ وَيَمُدُّهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ

ALLAH’la alay etmeleri ve taşan acımasız (zalim, saldırgan) tufanlarında yükselen kontrolsüz dalgaları, gelgitleri (duyguları öfke, nefret, kin) onları kör eder. Allah’ımızın; ne ulema tarafından 99 adet olarak sınırlandırılan Esmaul Hüsnası’nda ve ne de herhangi bir ayette alay eden sıfatı olmamasına rağmen, yapılan yanlış tercüme ve anlamlandırmalar ile Rabbimizin alay edenlerin seviyesine indirilmesi, tıpkı O’na isnad edilen çocuk edinme iftirasıyla benzer bir bühtan olup asla kabul edilemez!… 


[1] Hateme kavramı hakkında daha geniş bilgi için bkz.; http://kimsin.kim/hateme-kelimesi-%d8%ae%d9%8e%d8%a7%d8%aa%d9%8e%d9%85%d9%8e/


[1] İlah kavramı hakkında daha geniş bilgi için bkz.; http://kimsin.kim/%d8%a7%d9%84%d9%84%d9%91%d9%87%d9%8f-%d9%84%d8%a7%d9%8e-%d8%a5%d9%90%d9%84%d9%8e%d9%80%d9%87%d9%8e-allahu-la-ilahe/

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ
 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 
اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ
 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

BAKARA 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

اللّهُ لاَ إِلَـهَ – Allahu Lâ İlâhe

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

اللّهُ لاَ إِلَـهَ – Allahu Lâ İlâhe

اللّهُ kelimesinin kökü; putları ifade etmek için kullanılan ھ+ ل+ء (hemze + lam + he) olarak üç harften oluşan ألّه kök kelimesi değildir!

اللّهُ kelimesi, iki harf kökten oluşan ھ + ل (lam + he) له dan türetilmiştir.

  • ھ+ ل+ء (hemze + lam + he) harflerinden oluşan (ألّه/ إله) kelimesi ile
  • ھ+ ل (lam + he) harflerinden oluşan (له) kelimesini Arapça sözlüklerde arayarak bu iki kök kelime ve anlamlarının arasındaki farkı görebilirsiniz.

Ancak Müslüman alimlerimiz; Kur’an tercümanları veya Müslüman yayıncılar tarafından derlenen sözlüklerde hem ALLAH’ı hem de putperest ilahları veya tanrıları türetmek için tek kök kelime olan hemze + lam + he (ألّه / إله) kökü kıstas alınarak, Kur’an’ın meal veya çevirilerine putçuluk ve paganlığın sinsice taşınmasına ve yerleşmesine sebep olunmuştur.

Pagan ve putçu olanlar ALLAH (اللّهُ) kelimesini put, ilah veya tanrı ile aynı kök olan “إله” kelimesinden türeterek “إله” kelimesinin önüne ال ilave ederek ALLAH (اللّهُ) kelimesini özel veya özellikle bilinen bir ilah yaptılar. Oysaki Kur’an’da ALLAH’ın (اللّهُ) ilah olduğu belirtilmemesine rağmen, kelime oyunları ve yanlış tercüme vasıtasıyla, alimler(!) ALLAH’ı ilah yaparak, “ALLAH’tan başka ilah yoktur.” çevirisini uydurup zihinlere kazımışlardır.

ھ+ ل+ء (hemze + lam + he)  ve   ھ+ ل  lam + he  kök kelimelerini inceleyelim.

ھ+ ل+ء (hemze + lam + he)

Kök anlamı; ululaştırmak, bir kişiye veya bir şeye aşırı saygı, hayranlık göstermek, bir kişi veya nesneyi övmek, kutsal saymak, bir nesne veya kişiyi tanrı konumuna getirmek, idol yapmak, ilahlaştırmak, yüceltmek, tanrılaştırmak, putlaştırmak anlamlarına gelmektedir.   

إله İlah kelimesinin anlamı: ilah, tanrı veya tanrıça, ilahi olarak tapınılan, ibadet edilen herhangi bir nesne.

  • الإيمان بوجود إله  (El iman bivucudillah) cümlesi (tanrının varlığına inanmak)  teizm anlamına gelir,
  • المؤمن بوجود إله  (El mü’min bivucudillah) cümlesi (tanrının varlığına inanan) ise teist anlamına gelir.

Oysa “آله ” türevi, tanrılarını bir yüce Tanrı’nın mini tanrıları olarak aldıkları Arap putperestlerinin müşrik inancını tekrar tasvir eden “mikro” veya “mini” anlamına gelir.

الإِلهِيَّات El İlahiyyat kelimesi de “teoloji”, “din çalışması” veya “teistik” anlamına gelen aynı “إله” kökünden türetilmiştir. Aynı kökten türetilmiş أُلُوهِيَّة (uluhiyye) kelimesi ise ilahlık, tanrı gibi olma durumu, dini inançlar anlamlarına gelmektedir.

https://www.luggat.com/index.php#ceviri
https://www.almaany.com/en/dict/ar-en/%D8%A5%D9%84%D9%87/?c=T%C3%BCm

Hangi din olursa olsun ibadet etmek ve vazedilen ritüelleri yerine getirmek için bir ilah veya tanrı figürüne ihtiyaç duyar. İşte bu yüzden bilginlerimiz, ALLAH (اللہ) kelimesini yanlış bir şekilde ilah kelime kökünden türetmişler ve O’na yapılacak ibadet ve yönelişleri, müşrik pagan ataların pis ilahlarına taptıkları ritüellere benzeştirmişlerdir. Oysa İslam, ALLAH tarafından insanlığa teklif edilmiş bir yaşam biçimidir. Ancak bu ve benzer anlayışların etkisiyle bir ritüeller inancına büründürülmüştür. Muhammed (as) ve sadık sahabelerinin ölümünden sonra İslam; kitleleri güden bir ritüeller dinine dönüştürülerek, kendisi asla idol olmayan ALLAH, geçmiş dönemlerin karanlık çağ putperestliği ve müşrikliğini yeniden başlatmak için yanlış şekilde, oluşturulan din anlayışının yüce bir tanrısı haline getirilmiştir.

Tam da burada, ilah veya tanrı figürüne ihtiyaç duyma konusunda şu noktayı da açıklığa kavuşturmak gerekir. ALLAH’ı insan zihnin kapsamı içinde sebep sonuç ilişkisine dayalı bir gerçeklik olarak tanımlamak, ALLAH’ı çevreleyen ya da kapsamaya çalışan bir aklın tasavvurudur. Bu akıl, ALLAH ile mücadele içindedir. Oysa ALLAH gerçeğin ta kendisidir ve onu kuşatabilecek bir zihin düşünülemez. İşte bu anlayışla ALLAH’ı başka varlıklar gibi saymak şirkin ta kendisidir. Burada şirk olan ALLAH’ı da diğer mevcutlar listesine katmaktır. Böylelikle ALLAH, her ne kadar sıfatları “en geniş” anlayış ile ifade edilmeye çalışılsa da yaratılmış varlıklar ile benzer bir sahaya indirgenmiş olunur. Diğer yandan ALLAH’ın Kur’an’da İlah olarak tanımlayıp bize bildirdikleri yaratılmışlardır. Bunlar insanlar tarafından tapılacak ve yardım istenecek varlıklar olarak tanımlanmaktadır. Kur’an’ımızda geçen “İlah” ibaresi hem anlam hem de etimolojik olarak “sahte olan” ve “gerçek olan” ayrımını içermez. Bu söylem; sadece ALLAH’ı ilah olarak gören anlayışın, kendini tefsir ile temize çıkarma gayretidir.

*****

Hac 30 ayetinde Rabbimiz; فَاجْتَنِبُوا الرِّجْسَ مِنَ الْأَوْثَانِ

“İdollerin pislik olduğunu ve onlardan sakınılması, kaçınılması” gerektiğini vurgular.

İdollerden kaçınılması gerektiği apaçık ortadayken, bir kısım alimlerimizin ilahların pisliğinden sakınmak ve ALLAH’ ı putların pisliğinden uzak tutmak yerine, aynı kök kelimeden hemze + lam + he (ألّه), ALLAH (اللّهُ) kelimesi türetmişler sonradan gelenler de bu oluşumdan hiçbir şekilde rahatsız olmamışlardır.

Müşrik putperest inançlarını tatmin ve taklit etmekten başka bir gerekçe olmaksızın (اللّهُ) ALLAH kelimesinin Arap müşrik zihniyetinden esinlenerek, ilah/put kökünden kasten türetilmesi, ALLAH’ı aşağılanan ilâhlar ile aynı seviyede denk tutulmasına neden olmuştur.

ALLAH’ın bir ilah olduğu doğru değildir ve اللّهُ kelimesi aslında puta tapılan ilahları türetmek için kullanılan hemze + lam + he (ألّه) kökünden türememiştir.

Ancak, cansız ilahlar ve yasaklanmış ibadetlerinin kökünden ALLAH (اللّهُ) kelimesini türeten gafil alimler ve onların kör müritleri, hemze “ء” ile kök Arapça bir kelime gelmediğini ve dolayısıyla hemze + lam + he (ھ+ ل+ء) ve lam + he (له) aynı kökler olduğunu söylerler.

Bu kişiler ve takipçileri (ء) hemze’nin bulunduğu;

ء ت ي ; ء خ ذ ; ء س س ; ء ف ل ; ء ك ل ; ء ل ل ; ء م ر ; ء م ن ; ء وب ; ء و لköklerini ve diğerlerini de hatırlamaları gereklidir.

https://en.wiktionary.org/wiki/Category:Arabic_roots

“ALLAH”, eşsiz özellikleriyle herkes tarafından bilinen aynı zamanda evrensel ve ehad olan Rabbimizin diğer unvanlarını yitirmeyen Arap dilinde sadece Rabbimizin sıfatı, unvanıdır.

Meryem 19;65


رَبُّ
 السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا۟

Rabbu-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ fa’budhu vastabir li’ibâdetih(i) hel ta’lemu lehu semiyyâ(n)

(ALLAH) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (DİB Meali)

ل + ه (lam + he) 

اللہ ” kelimesinin gerçek kökü (lam + he) “له” dir. Bu durum iki harfli kökler hakkında hiçbir bilgisi olmayan alimlere ve onların takipçilerine muhtemelen garip görünecektir. Ancak gerçekte bu kök “له” (lam + he) Arapça dilinde mevcut olup tüm standart akademik sınıf uluslararası Arapça sözlüklerinde usulüne uygun olarak bulunur.

https://www.arabdict.com/ar/turkish-arabic/%D9%84%D9%87
https://www.wordreference.com/aren/%D9%84%D9%87
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D9%84%D9%87/

” له ” ALLAH’ın tüm sıfatlarını tasvir eden benzersiz bir ön köktür.

Hemze + lam + he harflerinden oluşan “ألّه” ve “إله “ kök kelimeleri cansız tanrıları, tanrılara tapınmayı, putperestliği, dini ritüelleri, dini, inancı ve teizmi ifade eder,

Lam + he harflerinden oluşan “له” kök kelimesi ise; her an diri olan, her şeyin kendisine ait olduğu, her şeyin yaşayan sahibi, liyakate ve itibara göre meselelere karar veren, sebep olan, her türlü ölçünün ötesinde güçlü, yaratan, Rab, yapıcı, …….. Tek, benzersiz ve eşsiz olan ALLAH…

اللہ kelimesi له kök kelimesine ilave edilen belirlilik takısı ال ile له + ال= اللہ türetilmiştir.

Bu nedenle, “له ” kök kelimesi ile “ال” (el) belirlilik takısının doğrudan birleşimi nedeniyle, “اللہ ” kelimesi, ALLAH’ın sıfatlarına tam olarak uyan ilk kök “له” ın tüm temel özelliklerini çevreler.

Farklı coğrafyalarda, farklı kültürlerde, farklı zaman dilimlerinde ilahlarını farklı sıfat veya yeteneklerle tanımlayan, ayıran pagan inancı yüzyıllar boyunca devam etmiş ve halen devam etmektedir,

Ay tanrısı Aztek kültüründe coyolxauhqui; Maya kültüründe ixchel; Grek kültüründe selene (daha sonraları artemis olarak ilişkilendirilmiştir); Roma kültüründe diana; Çin kültüründe chang’e (chang o); Japon kültüründe tsuki-yomi; Eski Mısır’da ayın durumuna göre yah, khonsu, thoth; Güneybatı Yemen kültüründe ilmuquh vey almaqah; Pagan Arap kültüründe hubel olarak adlandırılmış ve benzer rituellerle kendilerine ibadet edilmiştir.

Güneş tanrısı Aztek döneminde huitzilopocochtli; Eski Mısır döneminde ra; Roma ve Grek döneminde apollo; Eski Japon döneminde amaterasu, olarak adlandırılarak yine benzer ritüeller ile kendilerine ibadet edilmiştir.

İlah örneği konusunda farklı coğrafya ve medeniyetlerde, içeriği aynı fakat isimleri ayrı olan ilahlara ibadet edildiğini vurgulamak için isimleri bu seçilenlerden farklı olan ilahlara ve detaylarına yapılacak basit araştırmalarla kolaylıkla ulaşılabilir.

Sadece Ay ve Güneş ile sınırlı olmayan çok farklı meziyetlerle tanımlanan sayısız ilahlar yeryüzünün farklı yerlerinde farklı din ve kültürlerde mevcut olmuş ve halen de varlıklarını sürdürmektedirler.

Pagan aklının veya ilahları hayatlarında hâkim kılan aklın eşsiz, kıyas edilebilecek benzeri kesinlikle olmayan, tek olan ALLAH inancını kabul etmemesi Hud as’ın çağrısına karşılık verilen cevapta gayet açık olarak önümüzdedir,

Araf 7;70

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

Kâlû eci/tenâ lina’buda(A)llâhe vahdehu veneżera mâ kâne ya’budu âbâunâfe/tinâ bimâ ta’idunâ in kunte mine-ssâdikîn(e)

Onlar, “Sen bize tek ALLAH’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bizi tehdit ettiğin azabı bize getir” dediler. (DİB meali)

Hud as cevabı ilahların veya ilahlarının aslında özünün ne olduğunu bize açıklıyor:

Araf 7;71

اَتُجَادِلُونَن۪ي ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ

Kâle kad veka’a ‘aleykum min rabbikum ricsun veġadab(un)etucâdilûnenî fî esmâ-in semmeytumûhâ entum veâbâukum mâ nezzela(A)llâhu bihâ min sultân(in)fentazirû innî me’akum mine-lmuntazirîn(e)

ALLAH’ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler (düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? (DİB meali)

Halen de hayatımızda, farkında olduğumuz veya olmadığımız ilahların varlıklarını sürdürme konusunda ısrar etmekteyiz. Yakından bakıldığında hayret ettirecek derecede zihinlere nüfuz ettirilmiş bu isim ve ritüellerin birkaçına göz gezdirelim…

Günler ve ayları takip etmek üzere kullandığımız takvimde geçen, aslında hiç dikkatimizi çekmemiş son derece tanıdık olan ayların isimlerine baktığımızda çoğunda gizlenmiş anlamlar ve ritüeller ile karşılaşırız. Temmuz bunların en çarpıcılarındandır:

https://tr.wikipedia.org/wiki/Tammuz

Takvimlerimizde bulunan ve bize ait olduğunu düşündüğümüz: Şubat, mart, nisan, mayıs, haziran, vd ayların asıl olarak ne ifade ettiğini merak ediyorsanız biraz zaman ayırarak araştırmanızı rica ederiz.

Son yıllarda ısrarla tanıtımı yapılarak çizgi filmler ile çocukların, film ve diziler ile yetişkinlerin zihinlerine yerleştirilen Cadılar Bayramı:

https://www.milliyet.com.tr/molatik/galeri/16-maddede-cadilar-bayrami-nedir-ne-degildir-76997/1

Batı dillerinde kullanılan haftanın günleri de pagan ritüellerinden özenle seçilmiştir:

Sunday/Pazar:

https://en.wikipedia.org/wiki/Sunday

Monday/Pazartesi :

https://en.wikipedia.org/wiki/Monday

Tuesday/Salı :

https://www.dictionary.com/e/tuesday/

Wednesday/Çarşamba :

https://www.britannica.com/topic/Odin-Norse-deity

Thursday/Perşembe (Thor):

https://en.wikipedia.org/wiki/Thor

Gerçekte pagan ilahlarından biri olan Tor, elinde büyük bir çekici ile hayatımıza çizgi filmler aracılığıyla süper kahraman olarak yerleştirilen karakterlerden biridir.

Friday/Cuma (Frigg) :

https://en.wikipedia.org/wiki/Frigg

Markaların birçoğu da benzer konumda imgesel anlamları alışkanlıklar üzerinden yaşamımıza sokarak zihinlerde sempati oluşturmaktadır.

Freja veya Frigg bir kahve markasının sembolü olarak günlük hayatımızda yer almaktadır. Freja veya Frigg day, aynı zamanda afrodit / venus / isis günü anlamındadır…

Saturday/Cumartesi :

https://www.timeanddate.com/calendar/days/saturday.html

Roma paganizminde Saturnalia bayramı olarak tanınan ve ibadet edilen günün yüzyıllar sonrasında aynı tarihte farklı ad ve kutlama olarak yansıması ilginç olup bu tür anlayış ve yönelişlerin halen devam ettiğini göstermektedir.

https://tr.wikipedia.org/wiki/Saturnalia

Beltane olarak anılan ve gece ateş yakarak eğlence ile devam eden ritüel de bir pagan bayramıdır. Ancak ne hikmetse şekil değiştirerek aynı 1 Mayıs tarihinde, bazılarına göre Bahar Bayramı bazılarına göre Emekçi Bayramı olarak kutlanmaktadır.

Bunların ve daha birçoğunun hepsi bir tesadüf olabilir mi?

https://en.wikipedia.org/wiki/Beltane

Genel olarak birçok tarihçiye göre Yahudilik bilinen en eski tek tanrılı din olup Hristiyanlık ve İslama kaynaklık etmiştir. Toplumumuzda var olan Yahudiliğin tek tanrı dini olduğu inancı biraz incelemeye başlandığında, aslında birden çok tanrının varlığı rahatlıkla görülebilir.

Konu ile ilgili olarak Tel Aviv üniversitesi profesörlerinden Ze’ev Herzog tarafından 29 Ekim 1999 tarihinde Haaretz gazetesinde yayınlanan makalesini okumanızı tavsiye ederiz:  https://ksuweb.kennesaw.edu/~tkeene/ogtIsraelHerzog.pdf

Çok tanrının en belirgin örneklerinden birisi golden calf olarak adlandırılan buzağı ilahıdır. Halen İsrail de bir kasabada bu olay canlandırılarak tekrar hatırlatılır.

https://www.zoharworks.com/einhod/events_calf.html

Tanah bölümlerinde birçok ilah ve ilahenin adını geçmektedir.

The Hebrew Goddess (ISBN 0-8143-2271-9) Raphael Patai tarafından yazılan kitapta, bu ilahların bir kısmı hakkında bilgi verilmektedir, konu ile ilgili farklı kaynaklara da kolaylıkla ulaşılabilir.

Listelenen ilahlar arasında ilgimizi çeken bizim de günlük hayatımızda kullandığımız kısmet ifadesinin karşılığı olan ilahe Ashima, yine Arap paganların kader ilahesidir. Kur’an’ımızda geçtiği için bilinen Menat ile bağlantılıdır. Ayrıca tek tanrı olarak kabul ettikleri Yahvenin hanımı ve tanrıların annesi olarak anılan ilahe Ashera veya diğer deyişle pagan Arapların ilahesi olan Elat, diğerlerinin arasında farklı olarak göze çarpmaktadır. Ayrıca Âdem as’ın ilk hanımı olduğunu iddia ettikleri ilahe Lillith (toplumumuzda da inanılan loğusalık döneminde çocukları öldüren) belli başlılarıdır. Daha fazla Yahudilere ait ilah veya ilahelere kısa bir araştırma yaparak kolayca ulaşabilirsiniz.

https://en.wikipedia.org/wiki/Ashima
https://tr.wikipedia.org/wiki/İbrani_tanrıçaları

Ayrıca Yahudilerin de kabul ettiği balık ilah olan NUN, etkisini farklı biçimde Hristiyanlıkta da göstermektedir.

Bahsettiğimiz ve örneklediğimiz başlıklar halen devam eden pagan dini ve ilahlarının oldukça küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Aslında günlük hayatımızı kuşatmış olan ve tatil imkanı sağladığı için hoşumuza giden tüm kutlanılan gün, hafta gibi kutsallaştırılmış günlerin de adet, gelenek, görenek olarak farkında olmadan uyguladıklarımızın da tamamının arkasında insanlar tarafından oluşturulup yerleştirilmiş bir pagan propogandası mevcuttur.

Konu ile ilgili inceleme yapmak isterseniz şu birkaç örnek soru ile size yardımcı olalım. Soruların arka planlarına göz atmanızı öneririz…

  • İslam için herhangi bir delil, ispat olmadan yeşil renk kim tarafından seçilmiştir?
  • Neden mahkemede hâkim, yargıç, avukat, siyah renkli cüppe giyer?
  • Neden üniversite mezuniyetinde siyah cüppe ve adı kep olan başlık takılır?
  • Neden evlenirken yüzük takılır? (Bağlılık simgesi olması gerçek dışıdır…)

Bu ve benzeri birçok yaşamımızda yer etmiş ritüelleri sorgulamanızı rica ediyoruz.

*****

لاَ Lâ; olumsuzluk edatı olarak, kendisini takip eden ismin yokluğunu gösterir. Olumsuzluk yanı sıra; hiç bir, hiç, yok, değil anlamı katar.

https://turkcenedemek.com/arama/l%C3%A2/
https://en.wiktionary.org/wiki/%D9%84%D8%A7

Bakara 255

اللّهُ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ

ALLAH, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur (DİB Meali)

  • اللّهُ   ALLAH
  • لاَ إِلَـه ilah değildir.
  • إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ  Sadece O hayyum, kayyumdur…   

“ALLAH ilah değildir. Sadece O hayyum, kayyumdur (canlı, yaşayan).

Bakara 2;255 ayetinin muhtelif mealler ve diğer yazılanlarda; “O’ndan başka ilah, tanrı yoktur” ifadesi farklı biçimlerde karşımıza çıkar. Fakat, başka kelimesi de yoktur kelimesi de ayette geçmemektedir. Çevirilerde ibaresine, Arapça Leyse anlamı giydirilmektedir ve bu çeviri galatı meşhur olmuştur. ALLAH’ın diğer ilahlardan farklı olduğu, tefsirler ile yapılmaya çalışılır.

Ancak tüm gelenekte ALLAH diğer ilahlar gibi tasavvur edilmek istenmiş ve cümle metnin gereği olması gereken şekilde doğru tercüme edilmemiştir.

(اللّهُ) ALLAH (لاَ) değildir (إِلَـهَ)  ilah

İbarenin doğru olarak kelime kelime tercümesi bu şekildedir.

 “اللّهُ لاَ إِلَّهَ” ifadesinin kelimesi kelimesine doğru tercümesi; “ALLAH ilah değildir.”

Kuran’ı tebliğ eden alimlerimiz ve onların temsilcileri bunu hazmetmezler, çünkü onların birçoğu Kur’an’ın Arapça’ dan başka herhangi bir dile tercüme edilemez olduğu iddiasındadırlar. Onlar, Kuran’ın doğru tercümesi ışığında yanlış olan inançlarını terk etmek istemezler.

Pagan inancın geliştirdiği ve halen devam eden akıl, asla farklı ilahların yaptıkları veya onlara yüklenen görevleri sadece eşsiz ve benzeri olmayan Rabbimizin yapabileceğini bildikleri halde, inceliği algılamamakta ve ALLAH’ı diğer ilahlar ile yan yana koyabilmektedir.

Oysa ki Rabbimizin bize arapça lisanı ile ikramı olan Kur’an’ımızda çok kolay anlayabileceğimiz şekilde mevcuttur.  Musa as ile ilgili olan izleri takip ettiğimizde Taha suresi 20/12 ayetinde Rabbimiz

Taha 20;12

إِنِّي أَنَا رَبُّكَ فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى

Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar, çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva’dasın (DİB meali)

Kendisini “Ben senin Rabbinim kelimeleri ile kendi tanımını yaptıktan sonra;

Taha 20;14

إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي

“ben ALLAH’ım ilah değil sadece/ancak benim”

kelimelerini takip eden;  فَاعْبُدْنِي  emri  “yerine getir / hizmet et“ anlamı olması gerekirken “ibadet edin” olarak tercüme edilmektedir.

Arapça عبد (abd) kelimesi semitik kökenli “abd” (ع ب د) kelimesi ile aynıdır.

عبد (abd) kelimesinin asıl anlamı “insan” veya “hizmet eden” olmakla birlikte Arapçada “itaatkâr” anlamında kullanılmıştır.

 عبد Abd kelimesi Kur’an’ımızın kelimesidir. Ancak yanlış olarak, başlangıçta Kur’an’ımızı ilk tercüme eden Farisi, Zerdüşt ve Maniheist kökenli alimler tarafından, Farsçada kullanılan عبادت (ibadat) ve عبودیت (ubudiyet) kelimeleriyle değiştirilmiştir. Arapça fiil isimleri عِبَادَة (ibade) ve عُبُودِيَّة (ubudiyye) yerine Farsça عبادت  (ibadet) ve  عبودیت (ubudiyyet) sözcükleri kullanılmıştır.

Oysa Arapça “عبد” (abd) kelimesinin anlamı; doğru olarak hizmet etmek, itaat etmek ve teslim olmak demektir. Arapça “عبادۃ” (ibadet) kelimesi hala tüm Arap ülkelerinde “hizmet edenler” anlamında kullanılmaktadır. Hiçbir köle ya da çalışan aslında iş sahiplerine ibadet etmez yani tapmaz. Sadece itaat ve hizmet eder. Bugüne kadar hiç sahibine tapan bir köle görülmüş müdür?..

Dolayısıyla Kuran’da kullanılan Arapça “عبد” (abd) kelimesi ve türevleri, kulluk ve itaatten başka bir anlamı ifade etmemektedir. Ayrıca Arapça العِبَاد ‎(el ibad) kelimesi, günümüzde hala “insanlık” anlamında kullanılmaktadır.

 حقوق العباد “Hukukul  ibad” tabiri Arapça’da hala “insanların hakları” anlamında kullanılmaktadır.

https://translate.google.com/?sl=fa&tl=tr&text=%D8%B9%D8%A8%D8%A7%D8%AF%D8%AA&op=translate
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%B9%D8%A8%D8%A7%D8%AF%D8%AA&matchtype=default

Arapça عبادۃ ibadet kelimesi, halen günümüzde de hizmet eden anlamı ile kullanılmaktadır.

https://arapca-turkce.cevirsozluk.com/#ar|tr|%D8%B9%D8%A8%D8%A7%D8%AF%DB%83

Bizden kendisine asla tapmamızı istemeyen emretmeyen Rabbimiz; tüm yarattıkları için geçerli, kendisine ait sistemin uygulamasını yerine getirmemizi ve kendisine hizmet etmemizi istemektedir.

Firavun ve kavminin yaptıkları ne varsa yerle bir edildikten sonra Musa as kavmi ile olan yolculuğunda putperest kavmi ile karşılaştıklarında kavminin istekleri tümüyle akıl dışıdır:

Araf 7;138

وَجَاوَزْنَا بِبَنِي إِسْرَآئِيلَ الْبَحْرَ فَأَتَوْاْ عَلَى قَوْمٍ يَعْكُفُونَ عَلَى أَصْنَامٍ لَّهُمْ قَالُواْ يَا مُوسَى اجْعَل لَّنَا إِلَهًا كَمَا لَهُمْ آلِهَةٌ قَالَ إِنَّكُمْ قَوْمٌ تَجْهَلُونَ  

İsrailoğulları, “Ey Mûsâ! Onların kendilerine ait ilâhları (putları) olduğu gibi sen de bize ait bir ilâh yapsana” dediler. Mûsa şöyle dedi: “Şüphesiz siz cahillik eden bir kavimsiniz.” (DİB meali)

Musa (as)’nın kendilerine verdiği cevabı dikkatlice okuduğumuzda, tercümeler veya tefsirlerde de yaklaşık aynı cümle ile karşılaşırız: ALLAH’tan başka

Araf 7;140

قَالَ أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَهًا وَهُوَ فَضَّلَكُمْ عَلَى الْعَالَمِينَ

Sizi alemlere üstün kılmış olan ALLAH’tan başka bir tanrı mı arayacağım?” dedi. (DİB meali)

Yaşadığı zaman içerisinde yukarıda gördüğümüz ayetler doğrultusunda, ALLAH’ın ilah olarak algılanmaması için mücadele eden Musa (as)’ya yapılanın haksızlık olduğu ortadadır. Bu haksızlık halen devam etmektedir.

Okunuşu, telaffuzu ve yazılışı aynı olan Farsça غَيْرَ “gayri” kelimesi; … den başka, …başkası anlamlarındadır.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%A7%D8%BA%DB%8C%D8%A7%D8%B1&searchhws=yes&matchtype=exact

Günümüzde de halen kendi lisanımızda “…başkası, …diğeri, …olmak üzere” gayri kelimesini farsça anlamında kullanmakla beraber Arapça anlamını da kullanmaktayız.

غَيْرِ kelimesi Arapça “…olmayan” anlamındadır

Gayri meşru    = meşru olmayan

Gayri menkul   = menkul olmayan

Gayri muslim   = muslim olmayan

Öncelikle Rabbimizin bize ikramı olan Kur’an’ımızın Arapça lisanı ile indirildiğini kabul etmemiz gerekmektedir. Araf 7;140 ayetinin Arap lisanı ile doğru tercümesi aşağıdaki gibi olmalıdır.

أَغَيْرَ اللّهِ أَبْغِيكُمْ إِلَهًا    ALLAH olmayan, ilah mı arayacağım!..

https://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%BA%D9%8A%D8%B1&op=translate
https://arapca-turkce.cevirsozluk.com/#ar|tr|%D8%BA%D9%8A%D8%B1

Kur’an’ımızın hiçbir ayetinde Rabbimiz kendisini ilah olarak tanımlamamıştır. İlah kelimesi, Rabbimiz için inanmayan, pagan, putperestler tarafından kullanılmaktadır.

Musa (as) Rabbimizden asla ilah olarak bahsetmemesine rağmen;

Araf 7;105

حَقِيقٌ عَلَى أَن لاَّ أَقُولَ عَلَى اللّهِ إِلاَّ الْحَقَّ قَدْ جِئْتُكُم بِبَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ فَأَرْسِلْ مَعِيَ بَنِي إِسْرَائِيلَ

Bana, ALLAH’a karşı sadece gerçeği söylemem yaraşır. Ben size Rabbinizden açık bir delil (mucize) getirdim. Artık İsrailoğullarını benimle gönder. (DİB meali)

Ancak Firavun ısrarla ve inatla ALLAH yerine “Musa’nın ilahı” tanımını kullanmaktadır.

Mu-min 40;36-37

أَسْبَابَ السَّمَاوَاتِ فَأَطَّلِعَ إِلَى إِلَهِ مُوسَى وَإِنِّي لَأَظُنُّهُ كَاذِبًا وَكَذَلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُوءُ عَمَلِهِ وَصُدَّ عَنِ السَّبِيلِ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ إِلَّا فِي تَبَابٍ    

Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı. (DİB meali)

Nas suresinin 114;3. ayetinde (إِلَهِ النَّاسِ) “insanların ilahı”, yani insanlar tarafından benimsenen ilah anlamında kullanılmıştır. Nas suresinde geçen “رب” (Rab), “مَلِكِ” (melik/kral), “إِلَهِ” ve “مِن شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ” ibarelerinin meallerde halen sorgulanmadan nasıl olup da ALLAH ile aynı kategoriye alınarak tercüme edildiği şaşırtıcıdır.  Oysaki sığınmamız sadece Rabbimize, ALLAH’a olmalıdır.

Araf 7;200

وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ إِنَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ

Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen ALLAH’ a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (DİB meali)

Nahl 16;98

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

Kur’an okuduğun zaman, kovulmuş şeytandan ALLAH’ a sığın (DİB meali)

Mumin 40;56

 إِنَّ الَّذِينَ يُجَادِلُونَ فِي آيَاتِ اللَّهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ أَتَاهُمْ إِن فِي صُدُورِهِمْ إِلَّا كِبْرٌ مَّا هُم بِبَالِغِيهِ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ          

ALLAH’ ın âyetleri hakkında, kendilerine gelmiş bir delilleri olmaksızın tartışanlar var ya, onların kalplerinde ancak bir büyüklük taslama vardır. Onlar, tasladıkları büyüklüğe asla ulaşmazlar. Sen ALLAH’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (DİB meali)

Fussilet 41;36

وَإِمَّا يَنزَغَنَّكَ مِنَ الشَّيْطَانِ نَزْغٌ فَاسْتَعِذْ بِاللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen ALLAH’ a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. (DİB meali)

Araf 7;158

لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ يُحْيِـي وَيُمِيتُ   

O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, diriltir ve öldürür. (DİB Meali)

İlah değildir, ancak (sadece) O hayat verir ve öldürür.

Yukarıdaki 2:255 ve 7:158 ayetlerinin hem doğru hem de yanlış tercümelerine dikkatlice bakıldığında, putperestlerin tanrısının bir görüntüsünün, ay tanrısı olarak da bilinen yüce veya ana tanrıları Hubel’in onlara yaşam ve ölüm verdiği inancının, açıkça her iki ayetin ana akım yanlış tercümesine eklendiği görülebilir.

Gerçekte ilahları, cansız ölü putlara çağrılır, ancak ALLAH cansız bir ölü değildir.

ALLAH, her zaman yaşayan yaratıcıdır. Tüm evrenlerin ve göklerin ve yerin içindeki ve dışındaki her şeyin her zaman sahibi ve tek hakimidir. Yaşam, diriltme ve öldürme gücü yalnızca ALLAH’a aittir.

Âl’i İmran 3;6

لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

İlah değil fakat (sadece/ancak) O aziz, hakimdir.

En’am 6;102

ذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمْ لاَ إِلَـهَ إِلاَّ هُوَ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ

Rabbiniz olan ALLAH’ınız ilah değildir fakat (sadece/ancak) O her şeyin yaratıcısıdır.

Bakara 2;163

وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ

وَإِلَـهُكُمْ   ;Ve sizin (tek ilah, ilah olarak anlayışınız, yönelişleriniz) ilahınız ilahtır

وَاحِدٌ     ; tek, eşsiz, benzersiz olan

لاَّ إِلَهَ     ; ilah değildir

إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ ; Ancak (sadece) O, rahman rahimdir

وَإِلَـهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَنُ الرَّحِيمُ

Ve sizin (tek ilah, ilah diye aklınızda-hayatınızda bildiğiniz ilah anlayışlarınız, yönelişleriniz, yöneldiğiniz) ilahınız ilahtır. Tek (eşsiz / benzersiz) olan ilah değildir. Fakat (sadece) O rahman, rahimdir.

Sad 38;5

اَجَعَلَ الْاٰلِهَةَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عُجَابٌ

“İlâhları bir tek ilâh mı yaptı? Gerçekten bu çok tuhaf bir şey!” (DİB meali)

Nebilere karşı çıkanlar, ALLAH’ı ısrarla tek ilah olarak adlandırmakta ve kabul etmeyecekleri tek ilahtan bahsetmektedir. Oysa ALLAH ilah değildir.

Yazılanların da yazılacakların da geleneksel algılar ile yoğrulmuş anlayış sahipleri için asla yeterli olamayacağını biliyoruz. Aramızı ayıran aslında basit bir çizgi olduğunu hatırlatmak için mümkün olduğu kadar kısa bahsettik. Sayfalarca yazılacak bir konu olmasına rağmen, ehad olan Rabbimiz asıl gerçeği en kestirmeden bize şöyle söylüyor:

Sebe 34;20

وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقًا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ

Şeytan, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı. İnananlardan bir grup dışında hepsi ona uydular. (DİB meali)

Yukarıda geçen ayeti yeniden hatırlatarak, Rabbimizin sorusunu tekrarlamak istiyoruz:

Meryem 19;65


رَبُّ
 السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا فَاعْبُدْهُ وَاصْطَبِرْ لِعِبَادَتِه۪ۜ هَلْ تَعْلَمُ لَهُ سَمِيًّا۟

Rabbu-ssemâvâti vel-ardi vemâ beynehumâ fa’budhu vastabir li’ibâdetih(i) hel ta’lemu lehu semiyyâ(n)

(ALLAH) göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu hâlde, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmede sabırlı ol. Hiç, O’nun adını taşıyan bir başkasını biliyor musun? (DİB Meali)

Araf 7;71

ف۪ٓي اَسْمَٓاءٍ سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَا نَزَّلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ

ALLAH’ ın, haklarında hiçbir delil indirmediği, yalnızca sizin ve babalarınızın uydurduğu birtakım isimler (düzmece tanrılar) hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? (DİB meali)

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ
 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 
اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ
 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/allah/" rel="tag">allah</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/allah-ilah-degildir/" rel="tag">allah ilah değildir</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/allahu-la-ilahe/" rel="tag">allahu la ilahe</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/cadilar-bayrami/" rel="tag">cadılar bayramı</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/carsamba/" rel="tag">çarşamba</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/cuma/" rel="tag">cuma</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/cumartesi/" rel="tag">cumartesi</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/frigg/" rel="tag">frigg</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ilah/" rel="tag">ilah</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/pazar/" rel="tag">pazar</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/pazartesi/" rel="tag">pazartesi</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/persembe/" rel="tag">perşembe</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/sali/" rel="tag">salı</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/torr/" rel="tag">torr</a> Bir yorum yapın