Nisa 3. Ayet – Mesna ve Sulase ve Rubaa

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ – Mesna ve sulase ve rubaa

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

Eğer, (velisi olduğunuz) yetim kızlar (ile evlenip onlar) hakkında adaletsizlik etmekten korkarsanız, (onları değil), size helâl olan (başka) kadınlardan ikişer, üçer, dörder olmak üzere nikâhlayın. Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. (DİB Meali)

“مِّنَ النِّسَاءِ مَثْنَى وَثُلاَثَ وَرُبَاعَ Minennisai mesna ve sulase ve rubaa” kelimeleri açık bir şekilde bir şeye sahip olan yetim çocukları ile birlikte “الْيَتَامَى “; iki parçadan oluşan, iki unsuru, iki katı veya çift kısma sahip olan “مَثْنَى “; üç kısma veya üç kata sahip, üç parçadan oluşan “وَثُلاَثَ”; dört unsuru olan veya dört parçadan oluşan, “وَرُبَاعَ”;  (….hanımları / …lı hanımlar) ”مِّنَ النِّسَاءِ”  kadınlardan bahseder. Bu bağlamın konusu bir önceki ayetten gelmektedir.

 ” مَثْنَى “, ” ثُلاَثَ “ve ” رُبَاعَ ” sözcükleri, ‘kişisel özne sıfatı’ olup, arasına “elif” veya “elif” sesi eklenerek yarı edilgen özne haline gelmiştir. Oluşumları, birçok Arapça kelimede görebilen örnekler ile tamamen aynıdır.

  • “رسل” kök kelimesinden “رسالہ” veya
  • “طلب” kök kelimesinden “طالب” gibi

Yarı edilgenlik;

  • “Oynamak” fiilinden “oyuncu”,
  • “Yazmak” kelimesinden “yazar”
  • “Okumak” kelimesinden “okuyucu” gibi bir şeyin konusu olan bir kişiyi ifade eder.

“Bir şeye sahip olan veya elinde tutan biri” anlamına gelir. Dolayısıyla;

  • Kendisi ve bir yetim çocuğu olan “مَثْنَى “;
  • Kendisi ve iki yetim çocuğu olan ” ثُلاَث “;
  • Kendisi ve üç yetim çocuğu olan “رُبَاعَ ” kadını ifade eder.

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“Ve-in ḣiftum ellâ tuksitû fî-lyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum mine-nnisâ-i meśnâ veśulâśe verubâ’(a)(s) fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

  • “وَإِنْ”(ve in) ve bu / ve eğer
  • “خِفْتُمْ”(hiftum)  (yük / sorumluluk üzerinde) rahatlama / kolaylık / hafifletme yapılırsa…

“خِفْتُمْ” kelimesinin sonunda bulunan “تُمْ” eki; sonlandırmak, bitirmek, son vermek, sona erdirmek, anlamına gelen “تمم” (tmm) kök kelimesinden türetilmiştir.[1]

“خِفْ” kelimesi ise rahatlatmak, kolaylaştırmak veya bir kişinin yükünü, sıkıntısını hafifletmek anlamına gelen “خفف” (h+f+f) kök kelimesinden türetilmiştir.

  • “فَانكِحُواْ – fenkihû” kelimesinin pasif seste “ف” öneki, söz konusu eylemi gerçekleştirmeyi vurgulayan ‘sonra gerçekten onlara girin’ anlamına gelen edilgen bir emir fiildir.

“فَانكِحُواْ” fiili Arapça “نكِحُ” kökünden türemiştir ve doğru olarak ‘bir şeyle veya birisi ile ilgilenmek’ anlamına gelir.

  • “أَلاَّ تُقْسِطُواْ فِي الْيَتَامَى – ella tuksitu fil yetama” ifadesi; ‘imkânları kaybedilenler veya yetim olanlar arasında haklı, tam bir güvence tesis etmediği sürece / olmadan / sağlanmadıkça’ anlamındadır.
  • “مَا طَابَ لَكُم – ma tabe lekum”; kabul edenler (bahsedilen yetimlerin bakımına giriş teklifinizi) 
  • “مِّنَ النِّسَاءِ – minen nisai”; hanımlardan
  • “مَثْنَى – mesna”; ikili / iki bireyli / iki fertli / (kendisi ve beraberinde bir birey)
  • “وَثُلاَثَ – sulesa”; üçlü / üç bireyli / üç fertli / (kendisi ve beraberinde iki iki birey)
  • “وَرُبَاعَ – rubua”; dörtlü / dört bireyli / dört fertli / (kendisi ve beraberinde üç birey)

Bu nedenle, “مِّنَ النِّسَاءِ – minennisai” ifadesinin ardından gelen;

  • “مَثْنَى – mesna” kelimesi; birleşimi, bir çocuğu olan ve çocuğuyla ikişerli bir yapısı olan bir hanım…
  • “ثُلاَثَ – Sulase”; iki çocuğu olan ve iki çocuğuyla üçlü bir yapısı olan bir hanım…  
  • “رُبَاعَ – Rubaa”; üç çocuğu olan ve üç çocuğuyla birlikte dörder kişilik bir yapısı olan bir hanımı ifade eder.

Ayrıca, “قسط – kıst” kök kelimesinden türetilen “تُقْسِطُواْ – tuksitu” kelimesi; ‘birini düzenli olarak desteklemek, birisine yaşam gereksinimlerini vermek, birinin hayatında adil bir şekilde pay vermek ve birisine düzenli destek, özen ve ilginiz konusunda güvence vermek’ anlamına gelir. Aynı zamanda ‘birini uygun şekilde tedavi etmek’ için kullanılan tıbbi tedavi terimidir.

Bu, “قسط” kelimesi düzenli ödeme veya kendi lisanımızda da kullanılan taksit kelimesinin aynısıdır.

https://www.nisanyansozluk.com/kelime/taksit

“خِفْتُمْ – Hiftum” kelimesi  aynı zamanda; yükü hafifletmek, rahatlamak ve rahat nefes almak anlamına gelir.

https://www.nisanyansozluk.com/kelime/hafif
https://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%AE%D9%81%D9%81/?c=T%C3%BCm

Ayrıca aynı “ثُلاَث – مَثْنَى – رُبَاعَ” (Rubaa-Mesna-Sulase) kelimeleri, Arapça tıp ve sağlık bilimleri kitaplarında yer alan bazı tıbbi anlatımlar için de kullanılmaktadır:

  • “مَثْنَى – Mesna” tıbbi olarak; “plantar refleksi” veya “Babinski refleksi” olarakda bilinen, ellerde ve / veya ayak parmaklarında bir anormallik şeklindeki tıbbi bir durumu ifade eder. Çift kişiliklilik ve iki cinsiyetli özne vurgusu Arapçada tıp dilinde “مَثْنَى” olarak da adlandırılır.
  • Aynı şekilde, “ثُلاَثَ – sulase”, yapışık ikizlerde, füzyonun bitişik kolları birleştirerek tek bir kol oluşturacak şekilde iki beden için sadece üç kol olduğu ve yine yapışık ikizlerde, birleştirilmiş yanlardaki alt uzuvların tek bir ayak oluşturması neticesinde, iki beden için sadece üç ayak olması durumunu ifade eden anormal tıbbi bir terimdir.
https://hthayat.haberturk.com/saglik/haber/1035382-babinski-refleksi-nedir
https://www.almaany.com/en/dict/ar-en/tribrachia/
  • “رُبَاعَ – Rubaa” aynı zamanda kadınlarda “tetramastigot” olarak adlandırılan ve üzerlerinde dört meme bulunan tıbbi anomali durumudur. Tıpta mesotelium (mesoderme ait seroz zarları meydana getiren tabaka) olarak bilinen yapı; eklemler, kaslar, cilt, gözler, kalp, akciğerler, böbrekler, gastrointestinal sistem ve kan damarları dahil olmak üzere yaklaşık iki yüz bozukluğun listelendiği özel bir hücresel dokudur. 

Ayrıca, “مَثْنَى – mesna” nin sonundaki “ى” eki, dil bilgisel olarak yer (وطن) konusunda olduğu gibi bir şeyin öznesinin oluşumunda, onu ‘iyelik sıfatı’ haline getirir.

“وطن” Vatan’ın sonuna ‘ی’ eklenerek oluşturulur, yani;

  •  ى + وطن = وطنی (vatanî).
  • “السعودیة” konusuna “سعودی” (suudî)
  • يّ + مِصْر = مِصْريّ (mısrî)
  • ی + عرب = عربی (arabî) denir ve aynı şekilde oluşturulur.

İyelik sıfatı, mülkiyeti gösteren bir sıfattır. İbareyi izleyen ismin sahipliğini gösterir. Başlıca işlevleri, bir şeyin kime ait olduğunu açıklamaktır.

https://nedir.ileilgili.org/iyelik+s%C4%B1fat%C4%B1

Aynı şekilde “مَثْنَى – Mesna”, “ikinin”  öznesi anlamına gelen bir özne sıfatıdır.

Bu nedenle, “مَثْنَى” kelimesinin doğru tercümesi için -bu ayetin bütün tercümelerinde göz ardı edilen- yanlış bir anlayışla uydurulmuş “ikinci eş” kelimesinden önce, “…nin” özne edatının “iki” den sonra getirilerek “ikinin” şeklinde olması gerekir.

Ayrıca, “ثُلاَثَ” ve “رُبَاعَ”, aralarına “elif” getirilerek yapılan öznenin geçiş halidir.

  • “علم” (alime) kelimesinden “عالم” (alim)
  • ”ظلم” (zeleme) kelimesinden “ظالم” (zalim)
  • “کتب” (ketebe) kelimesinden “کاتب” (katip)  vb….

“ظالم – zalim” kelimesi,  zulüm sahibi veya zulmeden anlamını ifade eder. Aynı şekilde, “عالم – alim” bir bilginin (علم) kendisi değil, bilgiye sahip bir kişidir (علم).

Kök kelimelerin harflerinin arasına “elif” harfi eklenmesiyle yapılan çok sayıda benzer Arapça kelime bu meseleye örnek olarak verilebilir. 

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ 

“Ve-in ḣiftum ellâ tuksitû fî-lyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum mine-nnisâ-i meśnâ veśulâśe verubâ’(a)(s)….”

ve eğer (bu yük/sorumlulukta) hafifletme (rahatlatma) yapılırsa, yetim olanlar (imkânları kaybedilenler) arasında haklı, tam bir güvence sağlanmadıkça (olmadan / tesis edilmediği sürece) (bahsedilen yetimlerin sorumluluğuna giriş teklifinizi) kabul eden iki fertli (kendisi ve bir yetimi), üç fertli (kendisi ve iki yetimi), dört fertli (kendisi ve üç yetimi) hanımlarla  ilgilenin

Ayetimizin devamında yer alan:

Nisa 4;3

فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“…. fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

  • “فَإِنْ خِفْتُمْ – fein hiftum” gerçekten de rahatlama, kolaylık, yükün hafifletilmesi yapılırsa veya             gerçekleştirilirse…
  • “أَلاَّ – ella”; …sız /…memek (….mamak) için / davranmamak / geri kalmamak / ihmal etmek / …den ayrı / …. dışında.

“أَلاَّ”(ella) kelimesi لاَّ + أَ ‘in bir birleşimidir; burada “elif” (أَ) öneki aslında ‘ne’ veya ‘nedir’ anlamına gelen bir ‘soru ifadesidir’ (صیغة استفھام) ve “لاَّ” parçacığı olumsuzluk ifadesi yükleyen ‘değil’ veya ‘olmayan’ anlamına gelir.

Bu nedenle, “أَلاَّ” ifadesi ideal olarak “olmayan” anlamında kullanılmalıdır, ancak üst satırda yazılan anlamlarda da kullanılır.

  • “تَعْدِلُواْ” (tadilu); tamamıyla eşit, adil ayarlamak veya düzeltmek / denkleştirmek 
  • “فَوَاحِدَةً” (fevahidetun); bir
  • “أَوْ” (ev); veya
  • “مَا” (ma); olumsuzluk veren “مَا النافیة” (ma nafiye)
  • “مَلَكَتْ” (meleket); sahip olunan / elde edilen / kazanılan
  • “أَيْمَانُكُمْ” (eymanukum); ahdiniz / yemininiz / yasal anlaşmanız

(“مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ” aslında yasal evliliği (evlilik taahütnamesini, evlilik anlaşmasını) ifade eder.)

  • “أَيْمَانُ” (eyman) kelimesi halen Arap ülkelerinin hukuk sisteminde taahhüt veya yemin ifadesi olarak kullanılmaktadır

Kur an’ ımız daki “مَلَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) ifadesi, evlilikte birbirimizin mülkiyetine sahip olma yeminine girmemizi talep eder. Ancak Kur’an’ımızdaki bu ifade ‘sağ ellerinizin sahip olduğu’ şeklinde; ‘kölelerine sahip olma hakkının sadece efendilere verildiği ve kölelerin efendileri üzerinde böyle bir hakları olmadığı, köle kızlar veya cariyeler’ anlamı verilerek, yanlış bir şekilde tercüme edilmiş ve açıklanmıştır. Karanlık Çağ kölelik kültürünün ve cariyelerin temsilcileri; yasak olan köleliği İslam’a getirmek için Kur’an’ın gerçek ifadelerini çarpıtmış ve sayısız cariye ya da köle kızın yanı sıra, resmi eşleri olanları da araçsallaştırarak yasadışı bir cinsel zevk yolu açmışlardır.

Oysa Kur’an’ımızdaki “مَلَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) kelimeleri, kadınları ve haklarını korur ve onlara ‘kocalarının ve eşyalarının’ mülkiyetini verir. Aynı şekilde, Kur’an’ımız aynı Evlilik Yemini (مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ) ile ‘erkekleri ve haklarını’ eşit derecede koruyarak onlara da eşlerinin ve eşyalarının mülkiyetini verir.

Yani Kur’an’ın Evlilik Yemini’nin doğru tercümesi; “مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ” (meleket eymanukum) şudur: “MÜLKİYET SAHİPLİĞİ YEMİNİNİZ “مَلَكَتْ” (meleket) kelimesinin sonunda gelen “ت”eki, “مَلَكَ” (edinmek, ele geçirmek, efendi olmak, malik olmak) fiilini isim fiile dönüştürür.

http://www.elhalil.com/

Sözü edilen gerekçeler ile “مَلَكَتْ – meleket” ifadesi doğru olarak: mülkiyet edinmek, sahip olmak, efendisi olmak, vb anlamlara gelir. Oysa “أَيْمَانُكُمْ – eymanukum” deyimi, ‘yemininiz/ahdiniz’ anlamına gelen Arap hukuk sisteminin bir hukuk terimidir.

“أَيْمَانُكُمْ – Eymanukum” kelimesinin sonunda bulunan zamir olan “كُمْ” kum = siz çoğul eki, ahidleşme veya yasal anlaşmadaki tüm tarafları ifade eder.

  • ذَلِكَ – zalike; ‘işte bu, yani’
  • دْنَى – edna; ‘…ın ötesinde / …ın aşağısında / …ın altında
  • تَعُولُواْ – teulu; pasif yapıda geniş zaman çoğul fiilidir ve ‘aslında haklı çıkarma/ doğrulama, makul, gerekçelendirme, aklamak, doğrulamak’ anlamına gelen “علل” kök kelimesinden türetilmiştir.
https://www.dict.com/arapca-turkce/%D8%B9%D9%84%D9%84

Nisa 4;3

فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“…. fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

Eğer (o kadınlar arasında da) adaletli davranmayacağınızdan korkarsanız, o taktirde bir tane alın veya sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin. Bu, adaletten ayrılmamanız için daha uygundur. (DİB meali)

Kur’an’ımızda köleliği onaylayan veya uygulamayı tasvip eden hiçbir ayet olmamasına rağmen, sayısız cariye sahibi olmayı, cinsel köleliği ve fuhşu yasallaştırarak uygulanabilir kılmak için bir hüküm icat etmek maksadı ile oluşturulduğunu düşündüğümüz “مَلَكَتْ أَيْمَانُكُمْ – Ma meleket eymanukum” (=yasal evlilik, evlilik taahütnamesini, evlilik anlaşması) ifadesi, çeviriler veya açıklamalar ile tümüyle kendi istekleri doğrultusunda oluşturulmuş ve halen de düzeltmeyerek aynı şekilde meal verilmeye devam edilmektedir.

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde ayetin manası aşağıdaki şekilde olmalıdır…

Nisa 4;3

وَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تُقْسِطُوا فِي الْيَتَامٰى فَانْكِحُوا مَا طَابَ لَكُمْ مِنَ النِّسَٓاءِ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۚ 

“Ve-in ḣiftum ellâ tuksitû fî-lyetâmâ fenkihû mâ tâbe lekum mine-nnisâ-i meśnâ veśulâśe verubâ’(a)(s)….”

ve eğer (bu yük/sorumlulukta) hafifletme (rahatlatma) yapılırsa, yetim olanlar (imkânları kaybedilenler) arasında haklı, tam bir güvence sağlanmadıkça (olmadan / tesis edilmediği sürece) (bahsedilen yetimlerin sorumluluğuna giriş teklifinizi) kabul eden iki fertli (kendisi ve bir yetimi), üç fertli (kendisi ve iki yetimi), dört fertli (kendisi ve üç yetimi) hanımlarla  ilgilenin.

فَاِنْ خِفْتُمْ اَلَّا تَعْدِلُوا فَوَاحِدَةً اَوْ مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُكُمْۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَلَّا تَعُولُواۜ

“…. fe-in ḣiftum ellâ ta’dilû fevâhideten ev mâ meleket eymânukum(c) żâlike ednâ ellâ te’ûlû”

“(Şüphesiz) yükü hafifletmede, adil olarak ayarlanmayan (dengelenmeyen) bir şey veya karşılıklı yemininizle (kanuni evlilik) edinilmeyen veya sahip olunmayan şey yapılırsa, bu meşru olmayanın ötesindedir”


[1]    http://kimsin.kim/feetemmehunne-%d9%81%d9%8e%d8%a3%d9%8e%d8%aa%d9%8e%d9%85%d9%91%d9%8e%d9%87%d9%8f%d9%86%d9%91%d9%8e/

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/cariyeler-ile-evlenme/" rel="tag">cariyeler ile evlenme</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dorde-kadar-ruhsat/" rel="tag">dörde kadar ruhsat</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dorderli/" rel="tag">dörderli</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dort-es/" rel="tag">dört eş</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dort-kadin/" rel="tag">dört kadın</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/dort-kadin-alinabilir-mi/" rel="tag">dört kadın alınabilir mi</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/elinizin-altindaki-cariyeler/" rel="tag">elinizin altındaki cariyeler</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ikiserli/" rel="tag">ikişerli</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/islamda-cok-eslilik/" rel="tag">islamda çok eşlilik</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/meleket-eymanukum/" rel="tag">meleket eymanukum</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/nisa-3/" rel="tag">nisa 3</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/ucerli/" rel="tag">üçerli</a> Bir yorum yapın

  يُخَادِعُونَ اللّهَ – yuhadiunALLAH

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يُخَادِعُونَ اللّهَ – YuhadiunAllah

Bakara 2;9

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ

Bunlar ALLAH’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. (DİB Meali)

Ayetimiz “يُخْدِعُ ” (yuhadiu) fiilinin eylemini yerine getirenlerin çoğulu olan ve ‘blöfçüler, hileciler, aldatıcılar (boş umutlarla), ihanetçiler, dolandırıcılar, çekiciler, göz kamaştırıcılar, cezbediciler, oyun oynayan, yanıltıcılar, yalpalayan, adaletsiz davrananlar’ manalarına gelen “يُخَادِعُونَ” kelimesi ile başlamaktadır. 

Arapça’da “خدِعُ”(hadiu) kelimesi, 2:7 ayetinde “غِشَاوَةٌ” (ğışavetun) kelimesinde aldatma, tahrifat, sahtekarlık, hile, ihanet vb anlamında incelediğimiz Arapça “غش” (ğ+ş) kelimesinin eş anlamlısıdır.

https://synonyms.reverso.net/synonym/ar/%D8%AE%D8%AF%D9%90%D8%B9%D9%8Fhttps://synonyms.reverso.net/synonym/ar/%D8%AE%D8%AF%D9%90%D8%B9%D9%8F
  • Bu nedenle, “يُخَادِعُونَ” (yuhadiune) ihanet eden, aldatan, tahrif eden, küçümseyen, aldatan, akılsızlaştıran, hile yapan ve blöf yapanlardır.
  • ” يُخَادِعُونَ اللّهَ ” (yuhadiunALLAHe) ALLAH’ı aldatanlar, ALLAH’a ihanet edenler, ALLAH’a tuzak kuranlardır.
  • ” وَالَّذِينَ ” (velleziyne), “وَ ” bağlacının bir araya gelmesiyle: ‘ve, ayrıca, hem de’ anlamındadır.
  • “الَّذِينَ” ellezine; hangi, o, kim anlamlarına gelen özne zamiridir.
  • Bir sonraki “آمَنُوا ” (amenuu) ifadesi, “آمَنُ ” ve “وا ” ile oluşturulur; burada “آمَنُ ” (amenu) fiilimsi isimdir ve “sözleşme, akit, yemin veya diğer resmi anlaşmalarla bağlı (destekleyen, takip eden, bağlı kalan)” anlamına gelen bir sıfattır; örneğin Cenevre Sözleşmesi’ ne bağlı
  • “وا” (u) eki öznenin nesnel çoğul zamiri olduğundan çevirisi her zaman özneye göre değişir, yani cümlenin başında ‘siz’ gibi ikinci bir çoğul kişi geliyorsa “وا ” (u) fiilimsi isim veya sıfatla birlikte otomatik olarak “sizin” anlamına gelir. Üçüncü çoğul şahıs ve üçüncü çoğul şahıs zamirleri de dahil olmak üzere diğer tüm durumlarda aynı “وا” (u) “onların”, “bunlar”, “onlar” anlamında alınır. “وا” (u) eki, incelediğimiz “يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا ” ayetindeki “يُخَادِعُونَ ” (yuhadiune) konusuna geri döner.
  • “آمَنُوا” kelimesini körü körüne ALLAH’ a inanlar olarak tercüme etmek yerine onların müritleri, onların taraftarları veya onların bağlıları olarak anlamlandırılmalıdır. “آمَنُوا ” (amenuu) ifadesi dilbilgisi kurallarına göre ayette “يُخَادِعُونَ ” (yuhadiune) kelimesi ile tanımlanan hilecilerin, aldatıcıların, blöfcülerin, tahrifatçıların inanları, taraftarları ve destekçileridir. “ آمَنُوا ” (amenu) ibaresi ve “امن ” (amene)’ nin fiil, isim ve sıfatları genellikle yemin etmek, akit veya diğer resmî anlaşma ile bağlama, tasdik etmek, bağlı kalmak veya bir şeye veya birine sarılmak anlamındadır.

Kur an kelimelerinin bağlamlarına ve gramer oluşumlarına bakmadan aynı anlamını alarak yapılan Kur anımızın tercümelerde “ آمَنُوا ” (amenu) ifadesi, “inananlar” veya ALLAH’ a inananlar olarak tercüme edilmiştir. Dolayısıyla, “ آمَنُوا ” (amenu) kelimesini her yerde ALLAH’ a inananlar anlamında almak yerine aynı ayette geçen diğer tüm kelimelerin bağlamına ve gramer yapısına göre doğru anlamında almak gerekir.

  • Daha sonra gelen وَمَا ifadesi وَ (ve) bağlacı ve مَا olumsuzluk ekinin bileşiminden oluşur. وَ (ve) bağlacı bir ayette birden fazla kez geldiğinde ve ayrıca, yanı sıra, ek olarak,… manalarına çevrilebilecek şekilde baştaki cümleyi vurgular.

“وَ” (ve) bağlacı ile gelen “مَا” (ma) eki, “değil” anlamında bir olumsuzlama ifade eder.

  • Bir sonraki kelime olan “يَخْدَعُونَ” (yahdeune) ise “يَخْدَع” (yahdea) fiilinin eylemini alan         edilgen cümledir.

“يُخَادِعُونَ” (yuhadiuna) öznesi, “aldatılanlar”, “ihanete uğrayanlar” anlamına gelen “يَخْدَع” (yahdea) fiilinin eylemini üzerine alır;

“يُخَادِعُ” (yuhaadiu) kelimesi “يُخَدِعُ” (yuhadiu) fiilinin harflerinin ortasına elif harfi eklenerek yapılan ismi fail veya özne yani “يَخْدَع” fiilinin eylemini yerine getiren öznedir.

  • إِلاَّ (illa); …den başka, sadece, ancak.
  • أَنفُسَهُم (enfusehum) kelimesi أَنفُسَ (enfese) + هُم (hum) kelimelerinin bileşiminden oluşmuştur.

أَنفسسَ (enfuse) bir insanın, kişinin hayatının veya ruhunun en değerli şeyidir.

  • Yine tipik bağlaç ve olumsuzluk eki olan “وَمَا” (vema) ‘ve değil’ anlamına geliyor.
  • Rabbimizin bize ikramı olan ayetin son kelimesi يَشْعُرُونَ (yeşurun), anlamı çok etkilenmek, alt üst olmak, dikkat çekmek, hissetmek ve gerçekleştirmek olan يَشْعُرُ (yeşuru) fiilinin eylemini yapan kişilerdir.

Ancak “يَشْعُرُ” aslında dikenlere veya dikenli ya da keskin iğneleme cismine dokunulduktan sonra ortaya çıkan ve unutulmaz bir idrak uyandıran ve yaşatan yoğun bir duyguya işaret eder.

Aslında, يَشْعُرُونَ (yeşurun) iğnelenmiş olanlardır, kalplerine bir şey doğrudan gider, hissetmek için zihinlerine bir şey nüfuz eder, bir şey onları fark etmeleri için iğneler, bir şey onları dikkat etmeleri için diken diken eder.

Oysa “ومَا يَشْعُرُونَ” (ve ma yeşurun) aslında “ve kışkırtılmazlar”, “farkında değiller”, “saçları diken diken olmaz”, “hissetmezler” ve “gerçekten duyarsız olanlardır” anlamına gelir. Bununla birlikte, kışkırtmak, birinin duyguları üzerinde güçlü bir etkiye sahip olmak, birisine belirli bir duygu veya güçlü duygular hissettirmek veya bir tepkiye, özellikle de sıkıntılara veya belirli bir duyguya neden olmak anlamına gelir.

Bakara 2;9

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ

ALLAH’ı aldatanlar ve onların yandaşları (sadık destekçileri olanlar), ancak (sadece) kendi nefislerinden başkasını aldatmayanlar ve fark etmeyenlerdir (kavramayan / hissetmeyen / gerçekten duyarsız olan).

*************

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

قلوب – kulûb

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

قلوب (kulûb)

Bakara 2;7

   خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

ALLAH, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır. (DİB meali)

Kur’an’ımızdaki bu ayet ختم (hateme) kök kelimesinden türeyen geçmiş zaman خَتَمَ (hateme) fiili başlamaktadır ve doğru anlamı: işaretlemek, belirlemek, hitap etmek (dikkatine sunmak), değerlendirmek, onaylamak, tanımlamak, saptamak, değerlendirme yapmak, bir şeyin statüsünü veya konumunu belirlemek, resmi ciro, belirgin işaretleme, mükemmelliği kanıtlamak için işaretleyici, ayırt edici işaret, bir şeyin statüsünü belirlemek…

Arapça “ختم الشہادۃ” (hatemul şehade) ifadesinde görüldüğü gibi tanıklığın onaylanması anlamına gelir.

  • خَتَمَ اللّهُ (hatem ALLAHu) cümlesinde ALLAH özne ve خَتَمَ (hateme) fiildir.
  • خَتَمَ اللّهُ  (hatem ALLAHu) cümlesinin anlamı: ALLAH işaretledi / ALLAH not etti / ALLAH hitap etti veya ALLAH değerlendirdi.
  • حرف جر (harfi cer) edatlar Arapça fiiller ve fiilimsi isimlerin doğru anlamlandırılmalarını sağlar.
  • خَتَمَ اللّهُ عَلَى (hatem ALLAHu ala) doğru anlamı: “ALLAH işaretledi”

Manası farklı fakat seslendirme ve yazımı aynı olan خَتَمَ (hateme) kelimesinin bitirmek, sonlandırmak, sona erdirmek olan Farsça anlamı ilk zaman kuran çalışmalarında yazılan eserlerde arapça خَتَمَ kelimesinin manasının yerini almıştır.

Kur an ımızın diğer ayetlerinde de geçen خَتَمَ kelimesi maniheist ve zerdüşt inancı ile yapılan tercüme ve çalışmalarda Farsça anlamını muhafaza etmiştir ve derlenen arapça sözlüklerde de farsça anlamı yer almıştır.[1]

  • قُلُوبِهمْ (kulubihim) kelimesi, çoğul olan قُلُوبِ (kulub) ve üçüncü çoğul şahıs iyelik zamiri همْ (him) kelimelerinin bileşiminden oluşur.

قُلُوبِ (kulub) kelimesinin anlamı; tersini çevirmek, döndürmek, altüst etmek, (sıfat) insani duyguyu, düşünmeyi, eğilimi, tepkiyi (isim) kalp, zihni, içtekini, bir şeyin merkezi anlamlarına gelen قلب (kalebe) kök kelimesinden türemiştir.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%AE%D8%AA%D9%85&matchtype=default
https://translate.google.com/?sl=fa&tl=en&text=%D8%AE%D8%AA%D9%85&op=translate
https://www.dict.com/arapca-turkce/%D9%82%D9%84%D8%A8

Aynı kalb kelimesini kendi lisanımızda da kullanmaktayız.

https://www.etimolojiturkce.com/kelime/kalp2
https://en.wiktionary.org/wiki/%D9%82%D9%84%D8%A8

‏قَلَّبَ صَفَحَاتِ الْكِتَابِ  (kallebe safahatil kitab)  kitabın sayfalarını çevirmek anlamındadır.

Kendi ana dilimizde ve arapça da aynı diğer dünya dillerinde aynı söylendiği gibi “taş kalpli”, “kalbimi verdim”, “kalbimi kırdın” vb cümlelerde bahsedilen kalp kelimesinin vücudumuz içerisindeki kan pompalayan organ olmadığını ve kastedilmediğini, duygularımızın ifadesi ve dışa vurumu, samimi eğilimlerimiz ve düşüncelerimiz olduğunu  herkes bilir.

Kulub  “قُلُوب ” kelimesini vücudumuzun bir organı olarak fiziksel kalp  anlamında alırsak,     “خَتَمَ اللّهُ عَلَى” (hatemALLAhu ala) kelimelerinin ifadesi ile organları vücudumuzdan çıkarmadan işaretleme eylemini gerçekleştirilemez. Âlimlerimizin dediği gibi “خَتَمَ” (hateme)’ yi  damga veya mühür anlamında kabul etsek,  organlarımıza veya fiziksel kalplerimize vücudumuzdan çıkarılmadan o organa nasıl damga vurulacak sorusu gündeme gelecektir. Hateme “خَتَمَ” kelimesini vucudumuzdaki organımız için bir şeyin sonu, bitişi veya sona ermesi anlamına gelecek şekilde çevrirsek, canlı olan kalbin çalışmasının durması ve hayatın son bulması gerekecektir!…

Onlar “kalp” organında “خَتَمَ” (hateme) kelimesini son, bitiş veya bitiş anlamına gelecek şekilde çeviremediler. Bu nedenle, fiziksel kalpleri sonlandırmak veya bitirmek yerine bir süreklilik damgası veya sürekli çalışan bir mühür koymaya karar verdiler, aksi takdirde kalp atışları duracak ve kanı pompalama işlevi “خَتَمَ” (hateme) kelimesi (sona erdirmek veya bitirmek veya sonlandırmak anlamı) ile sona ermesi gerekecekti…

Bununla birlikte, “قُلُوب ” (kulub) kelimesini organ veya fiziksel kalp anlamına gelmezse, kalplerde oluşan düşünceleri, tepkileri, eğilimleri, davranışları, duyguları ve istekleri ayırt edebilir ve işaretleyebilirsiniz.

Antik çağlardan beri kalp, her zaman içinde bilgeliğin, düşüncelerin, hislerin ve duyguların üretildiği bir akıl, ruh, içsel dünya veya yaşam özü evi olarak kabul edilmiştir.

Eski Mısırlılar, Kalbin “düşünce ve ruh evi” olduğuna inanıyorlardı. Aynı Mısır kavramı üzerine, kalbin duyum, düşünce ve vücut hareketini kontrol ettiğini öne süren “Kardiyosentrik” hipotez geliştirilmiştir. “Kardiyosentrizm” ilk olarak kalbin düşünce ve ruh evi olduğu eski Mısır inancından türetilmiştir.

Eski Yunan’da Aristoteles, kalbin düşünce ve ruhun evi olduğuna dair eski Mısır inancından türetilen Kardiyosentrizm’ den ilham almıştır. Aristoteles hayvanları incelemiş ve bazı ilkel hayvanların beyinleri olmadan hareket edebildiğini ve hissedebildiğini buldu ve beynin hissetmekten sorumlu olmadığını tespit etmişti.

Mısırlılar, bir şekilde, insan bilgeliğinin kaynağının beyinden çok, kalp olduğuna inanmaya başladılar. Tüm fizyoloji ve hastalık kavramları, kavram olarak kalbe bağlıydı ve Tanrı’nın konuştuğu, eski Mısırlılara Tanrı’nın bilgeliğini ve Tanrı’nın iradesini veren kalp aracılığıyladır. Bu nedenle mumyalama sırasında vücuttan atılmayan yegâne organlardan biri kalptir ve mumya da kalp olduğu gibi kalır.

MÖ dördüncü yüzyılda, Karystus’lu Diocles, kalbin, duyum ve düşüncenin fizyolojik merkezi olduğunu tekrar ileri sürdü. Diocles, kalbin dinleme ve anlama için beyne baskın olduğuna inanıyordu. Karystus’lu Diocles, kalbin iki kalp kulağına sahip olduğunu da buldu ve dinleme ve anlamada kalbin beyne baskın olduğuna inanıyordu.

Çinliler, fiziksel kalbin insan bilişinin merkezi olduğuna inanıyorlardı, bu yüzden ‘kalbi’ “akıl” ve bazen de “kalp-zihin” olarak tercüme ediyorlar.

Çin Tıbbında kalp, diğer tüm enerji sistemlerinin imparatorudur. Kalbin işlevi, vücuda kan pompalamanın batı anatomik kullanımına neredeyse benzer, ancak bunun yanı sıra zihinsel ve duygusal işleme ile yakından ilgilidir. Kalbin en önemli rolü, vücudun üç hazinesinden biri olduğu bilinen aklın veya ruhun bulunduğu yerdir. Düşünceleri, duyguları içerir ve duyusal bilgileri işleyebilir. Bu nedenle, duyu bozukluklarından zihinsel, fiziksel, kişilik bozukluğuna veya duygusal dengesizliğe kadar tüm hastalıkların tümü, kalbin içindeki zihin veya ruhun zayıf veya temelsiz olmasından kaynaklanır.

Erken modern tıbbın babası, İslam filozofu ve tıp alimi Ebu Ali Sina (İbn i Sina) da daha önceki kardiyosentrik hipotezi sürdürdü ve gönüllü hareket için aktivasyonun kalpte başladığını ve daha sonra beyne taşındığını belirtti.

Orta Çağ’ın tanınmış Alman fizyoloğu ve biyoloğu Albertus Magnus, sinirlerin beyinden ayrıldığını, ancak kökeninin kalp olduğunu öne sürdü. Felsefi olarak, tüm meselelerin kalpten kaynaklandığı sonucuna vardı.

Kanın kalp tarafından vücudun geri kalanına pompalandığı dolaşım sisteminin temel işleyişini tanımlayan erken modern bir İngiliz fizyolog olan William Harvey, bulgularında kalbin vücudun merkezi ve hayatın kaynağı olduğunu açıkladı.

https://tr.upwiki.one/wiki/xin_(philosophy)

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, kalbin beynin serebral korteksini atlayarak bağımsız bir karar verebileceğini ve şaşırtıcı bir elektromanyetik alanla kalbin beynin ürettiğinden 5.000 kat daha güçlü ve beyindeki aktivitelerden 60 kat daha fazla elektrik alanı olduğunu göstermektedir.

Yani kalp, insan vücudundaki en güçlü elektromanyetik enerji üreticisidir ve beyin tarafından üretilen elektriksel aktiviteden yaklaşık 60 kat daha fazla genlikli en büyük ritmik elektromanyetik alanı üretir. Elektrokardiyogram (EKG) şeklinde ölçülen bu alan, vücuttan birkaç metre uzakta her yöne tespit edilebilir. Araştırma bulguları, kalbin ürettiği elektromanyetik sinyallerin çevremizdeki diğerlerini bir şekilde etkileyebileceğini, bir kişinin diğerinin beyin dalgalarını değiştirebileceğini ve iki denek arasında kalp ve zihin arasındaki senkronizasyonun (eş zamanlılık) mümkün olduğunu göstermektedir.

Bir zamanlar beynin kalpten daha güçlü olduğu düşünülürken, şimdi kalbin dehası ve beyin üzerinde sahip olduğu güç, dünyayı hayrete düşüren sıcak bir konu oldu ve bilim adamları kalp ve akıl (zihin) bağlantısını buldular.

Eski Sami dilleri profesörü ve Kudüs Üniversitesi Koleji’nde Sami Dilleri Bölüm başkanı Dr Eldon Clem, Sami dilinde “KALP” kelimesinin “ZİHİN” olarak çevrilmesi gerektiğini söyledi. Bu bilgi aslında birçok İncil metninin ve Kuran’ın doğru okunması için çok önemlidir.                      Dr Eldon Clem, istisnasız tüm Sami dillerinde Kalbin “Akıl” anlamına geldiğinin dilbilimsel bir gerçek olduğunu söylüyor. Dr Eldon Clem ayrıca bir metni okurken, bağlam kan pompalayan fiziksel organdan bahsediyorsa, ancak o zaman Kalbin “kalp” olarak tercüme edilmesi gerektiğini açıkladı. Başka herhangi bir bağlamda, “Kalp”, “akıl” anlamına gelir ve bu, İbranice ve Arapça da dahil olmak üzere tüm Sami dilleri için geçerlidir.

https://torahtruths.com/student-resources/lev/
https://studybible.info/strongs/H3821

İbranice İncilin bahsettiği kalp de akıldır.

Eski Ahit’ in ibranice kitaplarında insanın içi, ruh, zihin, irade, kararlılık (irade), düşünme, yansıma, hafıza, eğilim, vicdan, duygular, tutku ve cesaret anlamına gelir.

https://biblehub.com/bdb/3820.htm

Tevrat: Özdeyişlerin 12:25, 15:11 ve 23:15 ayetlerinde, Çıkış 9:14 ve 15:8 ayetlerinde,  Yaratılış 6:5, 8:5, 8:21 ayetlerinde, Tekvin 24:45, 35:26 ve 42:28 ayetlerinde,

Hakimler’in 19:3 ve 19:6 ayetlerinde, Yeşaya’nın 41:22, 44:18 ve 47:7 ayetlerinde,

Hezekiel’in 13:17. ayetinde, Zebur (Mezmur) ‘un 7:10 ve 125:4. ayetlerinde

Kalb; akıl, can, ruh ve irade anlamına gelmektedir.

https://bible.knowing-jesus.com/strongs/H3820

İbranice sözlüklerde kalp, akıl veya ruhun eğilimi anlamına gelir.

Akıl, düşüncenin, algının, duygunun, kararlığın, hafızanın ve hayal gücünün kalpte yer alan tezahürleridir. Zihin özellikle aklın düşünce süreçlerine atıfta bulunmak için kullanılır, ancak beynin ötesinde, bilgiyi depolayabileceği ve işleyebileceği çok daha yüksek bir zihin boyutu vardır. Dahası, noröloji bilimindeki ilerleme, kalpte onu beyne bağlayan nöronların olduğunu keşfetti. Öyle görünüyor ki, insan aklı hem beyinde hem de kalpte iki organ olarak birlikte var oluyor.

Şaşırtıcı bir şekilde Kur anımızdaki قُلُوبِ (kulub) kelimesinin oluşumu yukarıdaki keşfin ipucunu vermektedir.  Arapça fiil veya eylem yapılması neticesinde oluşan elde edilen netice veya ürün fiillerin son harfinden öncesine و (ve) harfi ilave edilerek yapılır:

  • خَرَجَ (harece) çıkmak                خُرُوجٌ (huruc) çıkış
  • دَخَلَ (dehale) girmek                 دُخُولٌ (duhul) giriş
  • قُلُوبِ (kulub) kelimesi de قلب (kalebe) fiiline eklenen و (vav) ile oluşturulmuştur.

Dolayısıyla “قلوب” (kulub), birlikte anıldığında hem kalbin hem de beynin ürünü veya toplamı gibi görünmektedir. Bu nedenle Kur’an hem kalbe hem de beyne hitap etmek için “قلوب ” (kulub) kelimesini tek kelimeyle “قلوب ” (kulub) ile “ZİHİN”i ifade etmek için kullanır, çünkü tek başına kalp zaten hemen hemen dünyanın tüm dillerinde akıl veya zihin anlamına gelir.

Bu nedenle Kur’an, hem kalbe hem de beyne hitap etmek için “قلوب ” (kulub) kelimesini tek kelimeyle “قلوب”  (kulub) ile “ZİHİN” anlamında kullanır.

عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ  (ala kulubihim ve ala semihim ve ala ebsarihim) ayetimizi okuduğumuzda قُلُوبِهمْ kelimesini  سَمْعِهِمْ kelimesi takip etmesi onların anlayışlarına veya dinleyişlerine atıfta bulunur. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz araştırmamız Kur’an’ımızdaki “قلوب ” (kulub) kelimesinin; ‘Kalp-Zihin’, ‘Zihin’, ‘Düşünceler’ veya ‘Düşünmek’ anlamlarında kullanıldığını kesinlikle kanıtlamaktadır.

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ (hatemALLAhu ala kulubihim)

ALLAH onların zihinlerini işaretledi,

ALLAH onların akıllarını işaretledi,

ALLAH onların düşünmelerini işaretledi

Bu cümlenin yukarıdaki anlamda olması gerekir.

Ancak kalplerin mühürlendiğini iddia edenler bu vahameti örtmek için sonraki iki cümle olan “وَعَلَى سَمْعِهِمْ” (ve ala sem’ihim) ve “وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ” (ve ala eb’sarihim) cümlelerini, ayette görüldüğü gibi, ‘kulaklarının ve gözlerinin üzerine‘ anlamına gelecek şekilde yanlış tercüme ederler.

Oysa Arapçada kulak kelimesinin karşılığı “الأذن” (el azn) ve çoğulu olan kulaklar kelimesinin karşılığı “الآذان” (el aazan), göz kelimesinin karşılığı ise “العين” (el ayn) ve çoğulu olan gözler kelimesinin karşılığı “العيون” (el uyun) olarak adlandırılır.  Peki, Arapça metnini incelediğimiz Kur’an’ımızın 2:7 ayetine ait mealler veya diğer yazılı eserlerde geçen “أذن” ve “عين” kelimeleri veya bunların çoğulları nerededir?

Rabbimizin söylemediğini söyleyenler nasıl alim sayılabilirler;  

Rabbimizin söylediğini değiştirmek, tahrif etmek ve üstüne bunlara saygı duyulması karşısında lütfen söyler misiniz kötülük başka nasıl olur?

Aslında “سَمْعِهِمْ” (sem’ihim) ifadesi hüküm, idrak, anlayış, kavrayış ve itibar (شهرة) anlamlarına gelen “سمعة” (semea) kelimesinin birleşimidir.

Kur’an’ımızdaki “سمعة” (semea) anlamak, yargılamak, ayırt etmek, duymak, vurmak ve seslendirmek vb anlamlarda kullanılan Arapça “سمع” (semea) kökünden türemiştir.,

Mahkeme Duruşmasına “سماعة” veya “سماعت” (semeat) denir ve davalar liyakatle (خَتَمَ) anlaşılır ve değerlendirilir (سَمَعَ).

Dolayısıyla, Kur’an’ımızdaki “سَمْعِهِمْ” (semihim) ifadesi, doğru olarak “onların anlayışı”, “onların hükümleri” veya “onların algıları” anlamına gelir.

Arapça bileşik سَمْعِهِمْ = (“هِمْ” + “سَمْعِة“) oluşumunda “ه” (he) harfi, “سَمْعِة” (sem i) ve “هِمْ” (him) arasında ortaktır, iki defa alınamaz ve bir bileşik oluşturmak için birbirleriyle birleştirilir. Bu nedenle, yaygın dil kurallarına göre, “سَمْعِة” (sem’i) ve “هِمْ” (him) kelimeleri arasında yalnızca bir “ه” (he) harfi kullanılarak “سَمْعِهِمْ” (semihim) “onların anlayışları” anlamına gelen bileşik kelime haline getirilir. 

Neden isim “سَمَعِة” (sem’i) ve neden fiil “سَمَعَ” (semea) değildir?

Bunun nedeni, Arapça dilbilgisinde fiilin eylemini gerçekleştirmek için bir fiilden (فعل) sonra bir özne (فاعل) veya öznel bir zamirin (ممیر فاعلی) gerekli olmasıdır.

Oysa “سَمْعِهِمْ” (semihim) bileşiğinde, “سَمَعَ” (semea) fiilinin eylemini gerçekleştirmek için bir fail veya aktif bir öznemiz veya öznel bir zamirimiz yoktur, bunun yerine “سَمَعَ” (samaá) fiilinin eylemini gerçekleştiremeyen nesnel bir zamirimiz “هِمْ” (him) vardır. Nesnel isimler ve nesnel zamirler, öznenin veya yapanın eyleminden teknik olarak etkilendiğinden, bu durumda genellikle isim veya fiilimsi isim kullanılır. Dolayısıyla dilsel nedenlerle “سَمَعَ” fiili yerine “سَمْعِة” (sem’i) kullanılmıştır. Ancak yine de “سَمَعَ” fiilinin işitme anlamında olduğunu kabul eden olursa, yine işitme, aslında kulak değil, sağduyu, doğru karar verme yeteneği, muhakeme ve değerlendirme yeteneğidir.

Aynı şekilde “أَبْصَارِهِمْ” (ebsarihim) bileşiğinin “أَبْصَار” (ebsar) kelimesi, Arapça “بصر” (BSR) kök kelimesinden türeyen “vizyon”, “görüş” ve “kanaat” anlamlarına gelen bir fiil olup anlamı GÖZ veya GÖZLER değil, bir şeyi görmek, izlemek, görselleştirmek veya gözlemlemektir. Dolayısıyla “أَبْصَارِهِمْ” (absarihim) doğru olarak onların görüşlerini, öngörülerini, vizyonlarını, tasavvurlarını ve kanaatlerini ifade eder. Oysa öngörme, gerçek olarak algılanmayan ve duyularla mevcut olmayan bir şeyin zihinsel görüntüsünün oluşmasıdır. Başka bir deyişle öngörme vizyon, gelecekte elde etmeye çalıştığınız şeydir. Yani kurgudur. Stratejik bir planlama sürecinin nihai sonucudur.

  • “أَبْصَارِهِمْ” (ebsarihim) doğru olarak onların görüşlerini, vizyonlarını, kanılarını, düşüncelerini ve kanaatlerini ifade eder.
  • Bir sonraki kelime “غِشَاوَةٌ” (ğışavetun) aslında bir sıfat olan belirsiz bir isimdir: aldatıcı, hileci, yanıltıcı, tehlikeli, tahrif edici, blöf, hileli, bulanık, belirsiz, saf olmayan, karışmış, kirlenmiş, bozulmuş, belirsiz ve kirli vb…

Gerçekte, “غِشَاوَةٌ” kelimesinin yerleştirilmesi ve oluşumu, bu kelimeyi, “غِشَاوَةٌ” anlamına gelen sadece “أَبْصَارِهِمْ” (vizyonları) ifadesine değil 2:7 ayetinin başından gelen tüm konuşma cümlelerine yani aynı zamanda “سَمْعِهِمْ” (anlayışları) ve “قُلُوبِهمْ” (zihinleri) ifadelerine de uygulanır.

Bunun nedeni, hareke kurallarına göre (الحركات), “غِشَاوَةٌ” kelimesinin son harfindeki damme tenvin (kelimenin sonunda virgül benzeri bir işaret ve üstünde ters virgül), “غِشَاوَةٌ” kelimesini konuya atıfta bulunan ve konuşmanın tüm cümlelerine baştan beri uygulanan bir yalın isim haline getirir. Bu, zihinlerinin kirli, belirsiz ve tehlikeli olduğu anlamına gelir. Anlayışları, yargıları veya algıları açık, net değildir ve açıkça vizyonları aldatıcıdır.

  • Bir sonraki “وَّلَهُمْ” (ve lehum) ifadesi “ve onlar için” anlamına gelir.
  • “عَذَابٌ عَظِيمٌ” (azabun aziym) büyük sefalet, büyük işkence, şiddetli acı, aşırı zihinsel veya fiziksel ıstırap, aşırı sıkıntı, aşırı endişe, aşırı üzüntü, aşırı acı verici, büyük üzüntü, aşırı mutsuzluk, şiddetli keder, şiddetli zorluk, büyük sıkıntı anlamına gelir.

Bakara 2;7

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ

Allah onların akıllarına, anlayışlarına ve aldatıcı vizyonlarına ve onlar için büyük bir sıkıntıya işaret etti.

Şimdi, yukarıdaki Kur’an’ımızın 2:7 ayetinin bu çevirisini gördükten sonra, toplum olarak zihni kirlenmiş ve karışık olanın aslında bizler olduğunu düşünmüyor musunuz? Anlayışımız, yargımız veya algımız net değil ve açıkçası aldatıcı bir vizyona sahibiz.

Kur’an’ımızın 2:7 ayetine anlatılan, açıklanan bu ifadenin doğru olduğunu kabul ediyorsak, o zaman kendimizi, içinde bulunduğumuz sorunları düşünmeli ve bunları gidermeliyiz.

Din adamlarımızın aksine, ALLAH’ın kalplerimizi mühürlediği ve kilitlediği, kulaklarımızı ve gözlerimizi mühürlediği için kulaklarımızı ve gözlerimizi kapattığı yalanlarına kulak asmamalıyız. Bu, hiçbir şey anlamadığımız ve sayısız problemlerden mustarip olduğumuz için kendi yaptığımızdır.

Kendi kötülüğümüzden dolayı başımıza gelen hiçbir acıdan, hiçbir sıkıntıdan, herhangi bir sorundan, herhangi bir darlıktan ALLAH’ı sorumlu tutmak, kulluk şiarına aykırıdır.

ALLAH zihnimize ve aklımıza hiçbir mühür, kilit vurmamış, işitmek ve görmek de dahil olmak üzere gerçekleri ve hakikatleri algılama ve gözlemleme yetilerimizi durdurmamıştır.

ALLAH ne kendimizi düzeltmekten alıkoyar ne de ıslahtan sonra ve bizden gelen tüm kötülüklerden sıyrıldıktan sonra elde edilen bağışlanmanın kapılarını kapatır…


[1]    http://kimsin.kim/hateme-kelimesi-خَاتَمَ/  daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

BAKARA 2;170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/bakara-suresi/" rel="category tag">BAKARA SURESİ</a>, <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın