سْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي – İnnALLAHe la yestahyî
Bakara 2;26
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ
ALLAH, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilirler. Küfre saplananlar ise, “ALLAH, örnek olarak bununla neyi kastetmiştir?” derler. (ALLAH) onunla birçoklarını saptırır, birçoklarını da doğru yola iletir. Onunla ancak fasıkları saptırır. (DİB Meali)
Rabbimizin ayetinde geçen لاَ يَسْتَحْيِي (la yestahyiy) ifadesini, ilgili meallerin birçoğunda “çekinmez” olarak tercüme edilmiştir. Yanısıra “haya etmez, utanmaz, sıkılmaz” gibi kelimelerle de anlamlandırıldığı görülebilir. Ayrıca Rabbimizin; saptırma ve doğru yola iletme fiilini, verdiği bu örnek ile açıkladığı nakledilir.
Oysaki ALLAH hiçbir şeyi gereksiz yaratmamıştır. Tüm canlılar, içinde bulundukları ekosistemlerde önemli rol oynarlar. Sivrisinekler, bazı mevsimsel hastalıkların yayılmasına sebebiyet vermesine karşın en iyi tozlayıcılar arasında sayılır. Nektar yerler ve bu süreçte her türlü bitkinin tozlaşma ile çoğalmasını sağlarlar. Aynı zamanda diğer birçok hayvan, kuş ve böcek için önemli bir besin kaynağıdır. Sivrisinekler, bitki yaşamına yardımcı olan atıkları filtrelemeye de yardımcı olur ve çürüyen böcek leşlerini yiyerek temizler. Ayrıca bitkilerin hayatta kalmak için beslendiği azot gibi besinleri de üretir…
ALLAH bir Yaratıcı olarak eğer en küçük şeyden bahsetmek isteseydi sivrisineklerden çok daha küçük böcekleri yarattığını da elbette biliyordu. Yani sivrisineklere atıfta bulunmak yerine onlara atıfta bulunabilirdi…
Her şeyin Yaratıcısı ve Sahibinin, küçük bir sivrisinek dahi olsa kendi yarattığını en aşağı olarak nitelendirip küçük düşürmesi ve hakaret etmesi tuhaftır.
Böylece, yukarıdaki 2:26 ayetinde geçen “يَسْتَحْيِي” (yastahyi) kelimesinin yanlış anlamı üzerinden; her iyiliğin ve kötülüğün ALLAH’tan geldiğini, kötülüğü ALLAH’ın kendi iradesi veya niyeti ile oluşturduğunu söylenen dinlerinin yanlış öğretisini, Kuran’ın tercümesine giydirmeye çalışırlar. Ancak Kur’an’ın 2:26 ayetindeki sözler, onların batıl inançlarını reddeder. Kendi batıl inançlarına aykırı olan gerçek mesajın gizlenmek istendiği için olsa gerek, Kur’an’ın 2;26 ayetinin, ayetin tercümelerine bu denli olmaması gereken bir anlam uydurulmuştur…
“ALLAH bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. (!)
Ayette kilit rol oynayan يَسْتَحْيِي Yestahyiy kelimesini incelendiğinde, kelimenin حئ (ح ء) h+y kök kelimesinden türediğini görürüz.
- الْحَيُّ Elhayyu kelimesi Bakara 2/255; Ali İmran 3/2 – 27; Enam 6/95; Furkan 25/58;
- حَيَّ Hayy kelimesi Enfal 8/42; Enbiya 21/30 ayetlerinde.
- يُحْيِ Yuhyi kelimesi Bakara 2/58 – 73 – 259; Ali imran 3/156; Araf 7/158; Tevbe 9/42; Taha 20/74; Hac 22/6; Rum 30/19 – 50; Mü’min 40/68; Şura 42/9; Duhan 44/8; Hadid 57/2 – 17; Kıyame 75/40; A’la 87/13 ayetlerinde.
- تُحْيِي Tuhyi kelimesi Bakara 2/260; Hicr 15/23; Rum 30/19; Yasin 36/12; Kaf 50/43 ayetlerinde geçer.
Bu kelimeler (حئ) h+y kökünden türeyen kavramlar olup yaşam, hayat, canlı, canlandırmak, hayat vermek, diriltmek anlamlarındadır.
Yukarıda listelediğimiz kelimelerin yanı sıra Kur’an’ımızda; yaşam, hayat, canlandırmak, hayat vermek anlamlarını ifade eden حَيَاةٌ’, الْحَيَاةَ’, أَحْيَا’, أُحْيِي , نَسْتَحْيِي ve benzeri kelimeler çok sayıda ayette mevcuttur. Ayrıca;
- ” يَسْتَحْيُونَ (yestahyune) ” Araf 7/141 ve İbrahim 14/6. ayetlerinde
- “اسْتَحْيُوا (estahyu)” Mu’min 40/25 ayetinde
- “يَسْتَحْيِي (yestahyi)” Kasas 28/4 ayetinde ve Bakara 2/26 kelimeleri de aynı (حئ) h+y kök kelimesinden türetilmiş yaşatmak, hayat vermek anlamında kelimelerdir.
- “يَسْتَحْيِي (yestahyî)” fiili, حئ (ح ء) kök kelimesinden türetilen ( اَسْت+حيِي ) birleşenlerinden oluşur. اَسْتَحْيِي (estahyi) fiili gibi “اسْتَ (elif+sin+te)” ön ekiyle yapılan اِسْتِفْعَال (istif’al) fiil formuna benzerdir. Ancak eylemi/fiili her zaman uygulanabilir ve sürekli bir uygulama haline getirmek için ön eki olan elif (ا) harfinin yerine ye (ي) harfi getirilmiştir.
“يَسْتَحْيِي (yestahyi)” fiili; devamlı süregiden bir olay olan yaşam veya hayat verme eylemini, kesinti veya fasıla olmaksızın sürekliliği ifade eder. Dolayısıyla “يَسْتَحْيِي (yestahyi)” fiilinin anlamı (duraksama, ara verme olmaksızın kesintisiz sürekli) diriltmek, canlandırmak, hayat vermek olmalıdır.
Dilbilgisi olarak açıklamaya çalıştığımız 2;26. Ayette geçen “يَسْتَحْيِي (yestahyî)” fiilinin “hayat vermek” bağlamında kullanıldığını, kendisinden önce gelen ve aynı konu içeriğine sahip 24 ve 25. ayetlerde, ölümden sonraki hayatın tartışılıyor oluşu da ispatlamaktadır.
- “ضرب (d+r+b)” kök kelimesinden türeyen geniş zaman ‘يَّضْرِبَ’ (yadribe) fiili; vurmak, darbe, hırpalamak, vurmak, yenmek, dövmek, mahvetmek, çökmek, yıkılmak, bozguna uğratmak, fethetmek, üstesinden gelmek, bunalmak, tırmanmak, monte etmek, yükselmek, çarpmak, form, etki, tarz, tür, sürtme ve çarpma vb anlamları ifade eder. Ayrıca elde edilen, faydalanılan, yapılanların korunarak, muhafaza edilerek, sabitlenerek hayatımızda devam etmesini sağlamak anlamındadır. Duvar ustasının emek vererek hazırladığı sıvayı duvara tutturup sabitlemesi ضرب (darebe) kelimesi ile anlatılır.
Herhangi bir kelimenin doğru anlamının, geldiği veya kullanıldığı bağlamına/içeriğine bağlı olacağını unutmamak gerekir.
“إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ”
“ALLAH, bunaltan / mahveden hayat vermez”.
(innALLAHe la yestahyiy en yadribe) kelimelerinin doğru anlamıdır.
Genel olarak bir sonraki kelime olan ‘ مَثَلاً ‘ meselen, fonetik olarak Farsça “مَثَلاً” (meselen) kelimesine benzer. Bu nedenle kavrama Farsça “örnek” anlamına gelen “مثال” (misal) kelimesinden alınarak genellikle her zaman “mesela, örneğin” anlamında yanlış mana verilmektedir.
- “ مَثَلاً (meselen)” kelimesi, Arapça ‘ مثل ‘ (m+s+l) kök kelimesinden türetilmiş olup şu anlamlara gelir: ideal, ölçü, norm, hukuk, kural olarak aynı olan, karşılık olan, bir şeyle veya kimseyle mutabık olma, tutarlılık, zaman ve mekânda tekabül etme, yerleşik uygulama veya uyarlamaya göre eylem veya davranış.[1]
- “مَّا (ma)” iyelik zamiri takip eden cümlenin tamamına nispet ederek ilişkilendirmek için; şöyle, şu, o, ne, kim vb anlamlara gelmektedir.
- “بَعُوضَة (beudaten)” kelimesi yanlış olarak ‘sivrisinek’ şeklinde manalandırılmaktadır. Oysaki Araplar kendi dillerinde sivrisineklere بَعُوضَةً (beudaten) demezler. Sivrisinek eski çağlardan modern çağa kadar Arap dili tarihinde hiçbir zaman بَعُوضَةً (beudaten) olarak adlandırılmamıştır.
Isırmayı, acıyı, sokmayı, çimdiklemeyi, parçalamayı, işkenceyi, aşağılığı, küçük düşürmeyi, boyun eğdirmeyi, değersizliği, alçaklığı yansıtan ‘ع ض ض’ (ayn dad dad) kök harflerinden türetilen sivrisinek anlamında ‘البعوض’ (el beuda) kelimesi kullanılır.


‘بَ’ (be) ön ek harfi, çevrelemeyi ve karşılık vermeyi veya karşılığında yapmayı belirtmek için kullanılır. Ayrıca olumsuz bir bağlaç koşulunu işaret eder ve bir şeyin durumunu ve bir şeyle yakınlığı veya bağlantıyı belirtmek için kullanılır.
بعوض (beuda) kelimesi sıfatsız ‘عوض’ fiilinin başına bir araç olarak ‘بَ’ (ba) harfi eklenerek elde edilir, ısıran, sokan, çimdikleyen, can sıkıcı, acı veren veya zorlayan acısı nedeniyle birini mutsuz eden veya insanı perişan eden bir şeyi tasvir eder.
“بَعُوضَةً” (beudaten) kelimesinin sonunda gelen “ةً” (te merbuta) onu acılı ve aşağılık bir duruma veya bir şeyin düşük kategorisine işaret eden sivrisinek kelimesinden tamamen farklı, acı verici ve aşağılık bir duruma veya bir şeyin düşük kategorisine atıfta bulunan farklı bir kelime yapar.
” ةً ” (ta-i marbuta) eki, cümlenin başında ve ‘مَثَلاً’ ile belirtilen ‘يَسْتَحْيِي’ fiilinden hareketle Arap dilbilgisinin uyum kurallarına uygun olarak, ‘بَعُوضَةً’ kelimesini dişil isim yapmak için kullanılmıştır.
Arapça hayat kelimesinin cinsiyetinin dişil olduğu iyi bilinir, bu yüzden ةً (te marbutanın) neden بَعُوضَةً’ kelimesinin sonuna geldiğini ve ‘hayat’a (حْيِي – يَسْتَحْيِي) atıfta bulunduğunu görebiliriz.
‘بَعُوضَةً’ (beudaten) kelimesi doğrudan (يَسْتَحْيِي) hayat veren eylem ile bağlantılıdır ve bir şeyin parçası, tahsis edilmiş, kategori, sınıf, şart, tanzim edilmiş veya bölünmüş, her bölüm, her parça, haset ve kıskançlık anlamları ile ayetimizde hayatın geniş yelpazesine atıfta bulunulmaktadır.
“ إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً ” cümlesinin anlamı:
ALLAH, bunaltan (vuran / çarpan / mahveden) aşağılayana (değersiz acılara)
tekabül eden (karşılık gelen) hayat vermez.
فَمَا فَوْقَهَا (fema fevkaha) cümlesi ise بَعُوضَةً (beudaten) ile alt veya aşağı sınıfı olarak tanımlanan hayatın tam tersi olan üst seviye veya daha yüksek sınıfa işaret eder.
فَوْقَهَا (fevkaha) kelimesi ( فَوْقَ +هَا ) tekil üçüncü dişil şahıs olan هَا zamiri Arapça dişil kelime olan hayatı kasteder, ‘فَوْقَ’ yani ‘فَوْقَهَا’ hayatın en güzel hali, üst seviyesi ve onun Rablerinden bir hak, gerçek olduğunu anlayan huzurlu/barış sever müminlerin ulaştığı yüksek mertebesidir.
‘فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ’
(Hayatın) üst seviyesinde (mükemmelliğinde) olanlar, Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu anlayan (bilen), sakin (huzur dolu) müminlerdir.
- وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ (ve emmelleziyne keferu) reddedenler anlamındadır ve hemen gelen فَيَقُولُونَ (feyekulune) kelimesinde bulunan يَقُولُ (yekulu) iddia ederler, tasavvur ederler, (yalan) söylerler anlamındadır.
- مَاذَا (ma za) kelimesi işaret eden, ilgili olan ve bir şey veya bir kimse yüzünden demektir.
- أَرَادَ (erade) kelimesi ise istek, arzu, amaç, niyet anlamına gelir ve أَرَادَ اللَّهُ (eradALLAHu) ALLAH’ın isteği, arzusu anlamındadır.
- بِهَـذَا (bihaza) kelimesi yakın kelimesinin edat ve işaret isminin birleşimidir ve “bununla” anlamındadır.
وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً
İnkâr edenler (reddedenler), ALLAH’ın dilemesinin bununla karşılığı olduğunu ileri sürerler (tasavvur ederler), (yalan)söylerler.
- يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً (yudillu bihi kesiyran) müteakib cümlesinde bulunan يُضِلُّ (yudillu) fiili ضلل (dalale) kökünden türemiş geniş zaman fiildir ve doğru anlamı: kandırmak, şaşırtmak, yanıltmak, yanlış yola götürmek, yanlış bilgi vermek, kazanmak için dürüst olmayacak şekilde davranmak, yanlış yönlendirmek, birini bir şey yapması için kandırmak ve hileler kullanarak birini aldatmak manalarındadır.
- بِهِ (bihi) kelimesi; “vasıtası ile, … ile” anlamındadır, üçüncü tekil şahıs zamiri هِ (hi) kötü veya acı veren hayatı ALLAH’ın dilemesinin karşılığı olarak tasavvur eden, uyduran, söyleyen yalancıları kasteder.
- كَثِيراً (kesiyran) kelimesi çok, aşırı, abartılı anlamına gelir.
- يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً (yudillu bihi kesiyran) onun ile, vasıtasıyla aldatmak anlamındadır.
Kur’an’ımız onların kendi uydurdukları ile çok aldandığını ifade etmesine rağmen, onlar “ALLAH’ın birçoklarını saptırdığını” nasıl da rahatlıkla söyleyebiliyorlar?
Oysaki, Rabbimiz neden insanları saptırsın?
وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً (ve yehdi bihi kesiyran) cümlesi de yanlış olarak; “ve onunla birçoklarını hidayete erdirir” şeklinde tercüme edilir ki;
- هْدِي (yehdi) fiili, sunulan bir şeyi ifade eder. Yine önceki بِهِ (bihi) cümlesi (o veya onunla) ile aynı anlama gelir. Üçüncü tekil şahıs zamiri هِ (hi) doğrudan doğruya onların uydurdukları yalana (فَيَقُولُونَ) atıfta bulunur. Bu yalan da onların “ALLAH’ın dilemesiyle verilen acı, aşağılık veya kötü bir hayat” olduğu yalanıdır.
- كَثِيراً (kesiyran) kelimesi çok, aşırı, abartılı anlamına gelir.
Dolayısıyla bu cümledeki يَهْدِي (yehdî) fiilinin doğru Arapça gramerine ve doğru anlamına göre وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً fiili, “ALLAH veya O hidayete erdirir” anlamında olmayıp; sunulmak, teklif edilmek, nasihat edilmek, yönlendirilmek vb anlamındadır.
‘يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً’ (yudillu bihi kesiyran ve yehdi bihi kesiyran) cümlesinde ALLAH özne veya fail, yani bu işi eylemi yapan veya yerine getiren değildir.
- وَمَا يُضِلُّ بِهِ (ve ma yudillu bihi) cümlesi “ve onunla aldananlar” anlamındadır. Ardından gelen إِلاَّ الْفَاسِقِينَ (illel fasıkıyn) kapanış cümlesi ile de kimler olduğu tanımlanmaktadır: “Ancak onlar aşağılık sapık kötülerdir.”
- الْفَاسِقِينَ (elfasıkıyn) kelimesi ‘الْفَاسِق’ (elfasık) kelimesinin çoğuludur. الفسق (elfısk) eylemini (ahlâksız fiilleri, fesat, edepsizlik, yanlış, zina ve fesat işleri, bozgunculuk, sapıklık, kötülük, yanlış tutum, ahlaksız ve aşağılık olma durumu) yerine getiren veya yapandır.
فسقية (fıskiye) kelimesi Türkçemizde de kullanılmaktadır ve فسق (fısk) kök kelimesinden türetilmiştir, yolunda giden suyun şiddetle dışarı taşması halidir.
Bakara 2;26
إِنَّ اللَّهَ لاَ يَسْتَحْيِي أَن يَّضْرِبَ مَثَلاً مَّا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّهِمْ وَأَمَّا الَّذِينَ كَفَرُواْ فَيَقُولُونَ مَاذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهَـذَا مَثَلاً يُضِلُّ بِهِ كَثِيراً وَّيَهْدِي بِهِ كَثِيراً وَمَا يُضِلُّ بِهِ إِلاَّ الْفَاسِقِينَ
ALLAH, zorlayan (bunaltan / acı bir aşağılamaya tekabül eden) hayat vermez. O halde onun (hayatın üst seviyesinin) bilincinde olanlar, Rablerinden bir gerçek (hak) olduğunu anlayan (bilen), huzur dolu (sakin) müminlerdir ve inkâr edenler, ALLAH’ın iradesinin (isteğinin) buna uygun olduğu (buna karşılık geldiği) yalanı ile birçoklarını aldatır ve birçoklarına (bu yalanı) sunarlar ve onunla (ALLAH ile) aldatanlar ancak alçalmış kötülerdir.
veya
ALLAH acı bir aşağılama ile aynı küçük düşüren (rezil eden) seviyede bir can (hayat) vermez. En yüksek dereceli olanlar, bunun Rablerinden bir hak olduğunu bilen, barışı seven müminlerdir. Ve inkâr edenler, (alçaltmanın) ALLAH’ın niyetine uygun olduğu konusunda yalan uydururlar ve bununla birlikte aşırı aldatırlar ve abartılı bir şekilde (bu yalanı) sunarlar işte (ve) ancak bununla aldatanlar, mahvolmuş (çökmüş) olan kötülerdir.
Görüldüğü gibi tek kelime üzerinde yapılan kısa bir tahlil dahi mananın nasıl değiştiğini ortaya koyabilmektedir. Ulemamızın bizlere aktardığı din anlayışında; ALLAH’ımıza, Kur’an’ımıza, Nebimize olan sevgi, kelimeler ile ifade edilemezken, diğer yandan aynı kaynağın diliyle Kur’an’a, “kötülüklerin yaratıcısının ALLAH’ımız” olduğu söyletilmektedir. Bakara 2;26 ayeti, (haşa) ALLAH’ımızı dilediğini hidayete erdiren dilediğini de saptıran bir ALLAH olarak tanıtan ayet şeklinde sunula gelmiştir. Oysa bu ayet; galat-ı meşhur olarak bilinenin tam aksini, bilakis “kötülüklerin yaratıcısının ALLAH’ımız olduğunu söyleyerek, bu anlayışın da Sünnetullaha uygun olduğunu“ iddia edenleri fasık olarak tanımlamaktadır…
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ
قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ
اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?
BAKARA 2;170
[1] http://kimsin.kim/misl-kelimesi-م%D9%90ّثْل/ daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.