(ALLAHu yestehzi-u bihim ve yemudduhum fî tuġyânihim ya’mehûn)
Gerçekte ALLAH onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. (DİB meali)
Bakara suresinin 15 ayetine; tüm meal ve tefsir kitaplarının yazarları, hep benzer şekilde “ALLAH alay eder” manasını vermişlerdir. Bu mananın ne gramer kuralı ne de Rabbimizin yarattıkları ile mukayese edilmesinin mümkün olmaması gereği kabul edilemez.
Bu mana; kendisi yer, gök ile içerisindekileri yaratmış, el vahid olan Rabbimizi çirkin bir suçlama ile itham etmek olup bühtandır. Muhtemelen zihinlerin altında yatan ilah kavramı[1], böylesine itici bir yaklaşımı alimlere düşündürtmüş olmalıdır. Tıpkı Yunan mitolojisindeki tanrıların ve yaptıkları fiillerinin benzerini Allah’a uygun görmüşlerdir…
Oysaki Arap lisanı ile ilgili dilbilgisi kitaplarına göz atılsa, yazılan tercüme veya açıklamaların ayetin cümle yapısının dışında farklı yorumlandığı rahatlıkla görülebilir.
يَسْتَهْزِئُ (yestehziu) Arapça cümlelerin doğru dil bilgisel yapısına göre, fiili (eylemi) yapan (fiilin öznesi); İsim fiil, اِسْمُ تَفْضِيل (ismi tafdil), bir sıfat veya pasif bir fiil olmadıkça, (özne) fiilden sonra gelir.
Türkçemizde veya İngilizce lisanında fiili yapan özne fiilden önce geldiği halde (özne+fiil), Arapça lisanında bunun tersi olur ve özne fiilden sonra gelir. Arapçada doğru cümle kuruluşu fiil + özne’dir.
Örneğin;
يَكتُبُ الله (yektubullah) يَكتُبُ (yektubu) fiil + الله özne
ALLAH yazar ALLAH (özne) + yazar (fiil)
يَخْلُقُ اللهُ (yahlukullahu) يَخْلُقُ (yahluku) fiil + الله özne
ALLAH yaratır ALLAH (özne) + yaratır (fiil)
خَلَقَ اللهُ (halakallahu) خَلَقَ (halaka) fiil + الله özne
Ancak sıfat (özelliği, beceri ve niteliği belirten), birinin adından sonra gelirse:
Örneğin; للهُ خَالِقُ (ALLAHu haliku) cümlesi, “ALLAH yaratıcıdır” anlamına gelir ki bu, ALLAH’ın yaratıcılığını veya ALLAH’ın yaratma özelliğini ifade eder.
Yukarıda açıkladığımız dilbilgisi kuralına göre doğru olan,
“يَكتُبُ الله ” (yektubullahu) ve “يَخْلُقُ اللهُ” (yahlukullahu) cümlelerini
“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAHu yestehziu) cümlesi ile karşılaştırdığımızda özne olan “الله” ALLAH’ın, “يستهزئ”(yestehziu) fiilinden önce geldiğini görürüz.
“يَكتُبُ الله” (yektubullahu) ve “يَخْلُقُ اللهُ” (yahlukullahu) cümlelerinde ise özne olan ALLAH kelimesi fiilden sonra gelmektedir.
Her iki kullanıma ait yukarıdaki basit dilbilgisi açıklaması çerçevesinde;
“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAHu yestehziu) ifadesinin “ALLAH alay ediyor” anlamına gelen tüm çevirileri yanlıştır. Kimse ALLAH’ın, alay eden o kafirler seviyesine indiğini düşünemez.
“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ” (ALLAhu yestehziu) cümlesinin kuruluşuna göre cümle içerisinde geçen;
Allah, “يَسْتَهْزِئُ” yestehziu fiilinin öznesi veya fiili (yapan) değildir. “يَسْتَهْزِئُ” Yestehziu fiilini incelediğimizde fiilin sonunda; “ياء النسب“(ya annasb) veya “نسبة”(nisbe) olarak tanımlanmış, (ئُ) nisbet ya’sı vardır.
Bu ئُ (ya) ibaresi; kişinin menşe yerini, kabile bağlılığını, soyunu, karakteristik iyi veya kötü takma adlarını ya da ortak gizemleri belirten bir sıfat gibi anlamlarını bir kişiye veya özneye bağlayan sıfatlar yapmak için kullanılır.
Aynı son ek “ئ” (ye), diğer isimlerden bir kişiye veya konuya göre isimler oluşturmak için kullanılır: “عِرَاقِيّ” (Iraki(y)). Irak ile ilgili, (Irak konusu) gibi, Türkçemizde kullandığımız ticari(y) (ticaret ile ilgili), zirai(y) (ziraat ile ilgili), fenni(y) fiziki, sınai(y) sanayi ile ilgili gibi.
Başka bir deyişle, Nisbet “ئ” (ye)’si, birisini veya bir şeyi, bir şeyin konusu yapar, bir şeye tabi kılar. “Eğlence konusu” (eğlenceli) veya “ırak konusu” (Iraklı) gibi.
Ayrıca “ئ” (ye) eki Arapça da fiilimsi isim veya sıfat yapmak için kullanılır.
İki sesliden sadece bir sesli harf kullanılır veya iki sesli harf bir araya gelirse ikinci sesli harf sessizdir (dilbilgisi) kuralına göre, “يَسْتَهْزِاء” (yestehza) fiilinin sonuna “نسبة” (nisbe)’ nin “ئ” (ye) ‘si eklenerek “ا” (elif) eki “ء” yerine kaldırılmıştır.
Hepimizin bildiği; Arapça “نبی” (nebi) kelimesi, “نباء” (nebee) kelimesinin sonuna nisbet “ئ” (ye)’si eklenerek, kelimede sadece bir sesli harf “ئ” (ya) tutulmuştur. Bu ‘bilginin kişisi’ veya bir ‘bilginin öznesi’ olarak tanımlamak için yapılmıştır.
Sonuna “ئ” (ye) eklenmesi ile değiştirilen “يَسْتَهْزِئ” kelimesi öznesi veya konusu ALLAH olduğu için “ALLAH ile alay etme onu hafife alma” anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla “الله يستهزئ” (ALLAHu yestehziu) cümlesindeki “الله ” (Allah) öznesi, “يستهز اء” alay eden veya alay etme eylemini yapan değildir.
Ayetin devamında gelen “بِ”(bi)+ “هِمْ (him) onlar kelimelerinden oluşan “بِهِمْ” edatı, “onlar tarafından” ALLAH ile ilgili konularda alay etme / hafife alma eyleminin yapıldığını tasdik eder.
“اللّهُ يَسْتَهْزِئُ بِهِمْ” cümlesinin doğru anlamı: Onlar tarafından ALLAH ile alay edilmesi / dalga geçilmesi / eğlenilmesi / tenkit edilmesidir.
دُّوجَزَر (medducezir) kelimesinde yer alan med kelimesi; “azgınlıkla yükselen vahşi dalga” veya “saldırgan bir şekilde yükselen akıntı” ifadesi aynı şekilde cümlenin devamında gelen “طُغْيَان” (tuğyan) kelimesine atıfta bulunur ve “طُغْيَانِهِمْ” (tuğyanihim) kelimesi acımasızca taşan sel anlamına gelir.
Aynı zamanda geçtikleri kasaba veya köylerde sel veya su baskınlarına neden olan nehirler veya kanallarda kontrol edilemeyen veya önlenemeyen sel veya su baskınları “طُغْيَان” tuğyan kelimesi ile ifade edilmektedir.
“طُغْيَان” (tuğyan) kelimesi aslında bir tsunamidir ve 2:15 ayetinde geçen “يَمُدُّ” (yemuddu) kelimesi saldırgan bir şekilde yükselen gelgit veya kontrolsüz vahşi dalgaya işaret eder. “كَغْيَان” (tuğyan) kelimesinin, yani “taşan yıkıcı su baskını (sel)” kelimesinin varlığında “يَمُدُّ” (yemuddu) fiilinin anlamı saldırgan bir şekilde yükselen gelgit veya yükselen vahşi dalga olabilir. Bu nedenle, “وَيَمُدُّهُمْ” (ve yemuddu hum) doğru olarak şu anlama gelir: “ve onların saldırgan, acımasız yükselen (öfke) gelgitleri” veya “yükselen vahşi, zalim nefret dalgaları veya yükselen tsunamileri.”
Onlara ait bu öfke, nefret tsunamilerinin nerede oluştuğunu Rabbimizin bakara 7. ayetinde işaretlenen (tanımlanan) “خَتَمَ اللّهُ” (hatemALLAHu)[1] olarak bildirdiği, عَلَى قُلُوبِهمْ (ala kulubihim) vücudumuza kan pompalayan uzuvlarımızda veya kalbimizde değil zihinlerinde oluşur. ALLAH neden kan pompalayan organları veya kalpleri damgalamaya veya mühürlemeye devam etsin?
“فِي”(fi); içinde
“طُغْيَانِهِمْ”(tuğyanihim); (“هِمْ” üçüncü çoğul sahış iyelik zamiri onların anlamında olup) onların taşan zalim, acımasız selleri (öfkeleri) anlamındadır.
Ancak başka yerlerde “يَمُدُّ “(yemuddu) fiili, geçtiği cümle veya konu içerisindeki bağlamında; kendi çıkarına göre uydurmak, ihlal etmek, hile yapmak, hokkabazlık, zorlamak, yükselmek, itmek , zorlamak, tasarlamak, yardım etmek, bir şeye el koymak, bir şeye dahil olmak, bir şeye müdahale etmek, etkilemek anlamlarında alınabilir.
“طُغْيَان” (tuğyan) kelimesi de geçtiği cümle veya konu içerisindeki bağlamına göre tek başına şu anlamlarda da kullanılabilir: Devasa, güçlü, ezici zalim güç veya kurum, tecavüz eden, baskıcı, despot veya zalim her şeyi kontrol eden veya kötüye kullanan diktatör veya mutlak hükümdar, başkalarını ezen güç, baskıcı veya zalimce bir ihlal, aşırı saldırganlık veya büyük bir saldırganlık patlaması.
“يَعْمَهُونَ” (ya’mehun) kör haline getirmek veya kör etmek.
ALLAH’la alay etmelerive taşan acımasız (zalim, saldırgan) tufanlarında yükselen kontrolsüz dalgaları, gelgitleri (duyguları öfke, nefret, kin) onları kör eder. Allah’ımızın; ne ulema tarafından 99 adet olarak sınırlandırılan Esmaul Hüsnası’nda ve ne de herhangi bir ayette alay eden sıfatı olmamasına rağmen, yapılan yanlış tercüme ve anlamlandırmalar ile Rabbimizin alay edenlerin seviyesine indirilmesi, tıpkı O’na isnad edilen çocuk edinme iftirasıyla benzer bir bühtan olup asla kabul edilemez!…
Kur’an’daki “ربأ” (riba) kelimesi “aşırı yükleme / zorlama” anlamındadır. Doğru kullanımına bakıldığında, Arapça “ربأ” (riba) kelimesi “boğma / boğulma” anlamında bir ifadedir. Bu nedenle, genel anlamda, Kur’an’daki “ربأ” (riba) kelimesi, özellikle nefes almayı zorlaştıran olumsuz bir anlamda kullanıldığında, “boğacak şekilde aşırı yüklenme / zorlanma” anlamına gelir.
Kavramın olması gereken Arapça anlamı böyleyken, ilahiyat literatüründe tüm bağlamlardaki kullanımlarda, aynı “ربأ” (riba) kelimesi; borçlanma işlemlerinde ‘fazla ücretlendirme’ veya para, mal ya da hizmetin olması gereken esas değerine fiyat ilavesi durumları için bankacılıkta kredi işlemleri tabiri olarak kullanılır.
Kur’an’ımızın bakış açısına göre riba; geleneksel ve Kur’an’cı alimlerimiz tarafından yanlış yorum üzere anlaşıldığı gibi sadece faiz veya tefecilik ile ilgili değil, bunun dışında; muhatabını boğacak türden birçok konuyu doğrudan ilgilendiren bir kavramdır. Riba (ربأ); “aşırı/fazla ücretlendirme” yoluyla sıkıntı yaratılması, insanların boğulması, insanların yaşam şartlarının zorlanması,zorunlu aşırı ücretlendirmenin ağırlığı altında yaşamayı ve nefes almasını zorlaştıran her şeye uygulanır. Riba eylemi bir zulüm olup, cezalandırılabilir bir günahtır ve Kur’an’ımızda yasaklanmıştır.
Alimlerimiz tarafından ‘faiz’ ifadesi ile sınırlandırılan bu konu, gerçek Kur’ânî bakış açısı içinde ” رِّبَا ” (riba) kelimesinin tanımına giren pek çok şeyi gizlemektedir.
“لاَ تَأْكُلُواْ” (la te’kulu) deyimi tüketmeyin, yemeyin anlamındadır.
“الرِّبَا” (er riba) boğularak aşırı yüklenme / zorlanma (yukarıda açıklandığı gibi)
“أَضْعَافًا” (ad’afan) İsm-i faildir. Kavram olarak ضَعَفَ (da’afe) kişiyi zayıflatan, güçsüz düşüren, bitkin hale getiren, felç eden, takatsiz bırakan, aciz bırakan, sekteye uğratan kişi, cisim veya silahtır. ضَعَفَ (da’afe) kök kelimesinden türetilen ve belirsiz ism-i fail olan “أَضْعَافًا (ad’afen)” kelimesi ise; bir zayıflatıcı, bir aciz bırakıcı, bir yıkıcı, bir yorucu, bir felç edici, bir zarar verici veya zayıflatıcı bir araç anlamındadır.
Bununla birlikte hem Kur’an’cı hem de geleneksel alimler, yukarıda açıklanan Kur’an kelimelerini yanlış tercüme etmektedirler: “أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً (ad’âfen mudâ’afe(ten))”; ikiye katlanmış, kat kat (!)…
Bu nedenle, tüm gelenekçiler ve Kur’an’cıların Rabbimizin ifadesi olan “الرِّبَا (riba)” kelimesini yanlış anlama ve manalandırmaları yanısıra tahrif tarzları da farklıdır. Geleneksel Müslümanlar buna ‘faiz’ ya da ’tefecilik’ diyorlar. Kur’an’cı olduğunu söyleyen Müslümanlar ise bunu ‘sermaye kazancı’ olarak adlandırıyorlar. Ancak hem geleneksel hem de Kur’an’cı Müslümanların anlayışı sonuçta aynıdır. Çünkü onlara göre “رِبَا” (riba) = ‘faiz’ anlamına gelir ve “رِبَا” (riba) ile ilgili tüm Kur’an ayetlerini yanlış meallendirir, manalandırır ve yorumlarlar. Diğer yanda mal ve hizmeti kısarak veya bollaştırarak tüketiciyi ya da üreticiyi plan dahilinde sıkıştırıp fiyatları yöneterek kârlarını çoğaltan aracı ve karaborsacılar fıkhen bir yere oturtulamaz. Hatta geleneksel fıkıhta da batı hukuk sistemlerinde de bu eylemler serbest ticaretin özelliği olarak geçiştirilir, cezası da yoktur. Oysa zorda kalıp paraya sıkışan kişinin malını, kişinin o anki zaafından faydalanarak gaspetmek de onu boğmak nefessiz hale getirmektir. Yani bir tür ribadır.
وَاتَّقُواْ (vetteku) kelimesi özetle: hemfikir olmak, kuvvetlendirmek, tasdik etmek, kabul etmek, ikrar etmek, uymak, rıza göstermek, tasdik etmek, mutabık kalmak, uyum içinde olmak, uzlaşı, bağlı kalmak anlamlarındadır. Detaylı açıklama için lütfen http://kimsin.kim/fetteku-فاتقوا/ yazımızı okumanızı rica ederiz.
تُفْلِحُونَ (tuflihun) kelimesi “فلح (felaha)” kök kelimesinden türemiştir: gübrelemek, biçmek, hasat veya mahsul almak için toprağı veya araziyi sürmek (yararak), gayret etmek, beslemek, geliştirmek anlamında olup meallerde kullanıldığı üzere kurtuluşa ermek anlamına sahip değildir.
İman edenler (inanlar, kabul edenler), aşırı zorlayanı, zayıflatıkça zayıflatanı (takatsiz güçsüz bırakanı) tüketmeyin (kullanmayın / yemeyin), gelişmeniz (büyümeniz / yükselmeniz) için ALLAH’a bağlı kalın.
Yasaklanan, haram kılınan bir eylemin iki kat, üç kat, kat kat artması halinde haram veya yasak olması dahada mı artıyor?
Alimlerin dediği üzere faiz eğer yasak kılındı ise; kat kat artması, katlanması yasağın uygulanması için mi gerekiyor? Yani iki kat, üç kat veya katlanarak artmaz ise faiz helal mi oluyor?
Hırsızlığın bir lirası ile bin veya milyon lira olması arasında fark var mıdır?
Yasaklar herhangi bir eylemin uygulama miktarı çift, dörtlü, çoklu, katlanarak artması halinde mi uygulanır?
Âlimlerimiz Kur’an’ımızdaki “أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً” ifadesini, faizin(!) özelliği olarak görüp, “ikişerli, dörtlü, çoklu, tekrar tekrar artan, katlanarak artan, çoğalan” manasına gelen yanlış anlamını vermekle, bilerek ya da bilmeyerek her türlü mali tekeli ve para sömürüsünün gizlenmesini sağladılar. Genel olarak herkesin “faiz”, “tefecilik” veya “sermaye kazancı”nın katlanarak arttığını bilinmesinden dolayı, Kur’an’ımızdaki “رِبَا” (riba) kelimesinin ‘faiz’, ‘tefecilik’ veya ‘sermaye kazancı’ anlamını kolaylıkla yerleştirdiler.
Günlük konuşmamızda galat-ı meşhur olan faiz kelimesi riba kelimesinin karşılığı değildir.
Oysaki Rabbimizin ikram ettiği Kur’an’ımızda “الرِّبَا (riba)” ile zayıfı ezmeyi, zayıfı zayıflatmayı, zayıfı cansızlaştırmayı, zayıfın dengesini bozmayı, zayıfı boğmayı, zayıfa güç yetirmeyi durdurmak için “أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً(ad’aafen mudaafen)” ibaresi kullanılmıştır.
Aşırı fiyatlandırma veya ücretlendirme, enflasyon (fiyatlardaki artış ve paranın satın alma değerindeki düşüş), istifçilik, karaborsacılık (müşterilere daha fazla kâr ile satabilmek maksadıyla, yapay kıtlık yaratmak için büyük miktarlarda bir mal ve kaynak satın almak, elde etmek ve elinde tutmak, böylece fiyatı artırarak arz etmek), tekel fiyatlandırma (mal veya hizmeti üretmek için ekonomik rekabet eksikliği, geçerli ikame malların eksikliğini fırsat bilip güç ile pazara hakim olmak ve marjinal maliyetin çok üzerinde yüksek bir tekel fiyatı talep etmek), mali açıdan zayıf insanları ezen ve onları zorla sıkıştırarak krediye zorlama, kara para aklama vb durumlarını engellemek için ” أَضْعَافًا مُّضَاعَفَةً(ad’âfen mudâ’afe(ten))” kullanılmıştır…
Bakara 2;275
الذين يأكلون الربا لا يقومون إلا كما يقوم الذي يتخبطه الشيطان من المس ذلك بأنهم قالوا إنما البيع مثل الربا وأحل الله البيع وحرم الربا فمن جاءه موعظة من ربه فانتهى فله ما سلف وأمره إلى الله ومن عاد فأولئك أصحاب النار هم فيها خالدون
Faiz yiyenler, ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, “Alışveriş de faiz gibidir” demelerinden dolayıdır. Oysa Allah, alışverişi helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan böyle kime Rabbinden bir öğüt gelir de (o öğüte uyarak) faizden vazgeçerse, artık önceden aldığı onun olur. Durumu da Allah’a kalmıştır. (Allah, onu affeder.) Kim tekrar (faize) dönerse, işte onlar cehennemliklerdir. Orada ebedî kalacaklardır. (DİB meali)
Bakara 275 ayetini anlamaya çalıştığımızda:
الَّذِينَ (elleziyne) zamiri يَأْكُلُونَ (ye’kulune) fiilini; kullanan, yiyenleri, tüketenleri ifade eder.
الرِّبَا (riba) boğularak aşırı yüklenme / zorlanma (yukarıda açıkladığımız gibi).
لاَ (la) olumsuzluk anlamı vererek hayır ya da değil anlamında, reddetmek için kullanılır.
یقیم (yukiymu) kelimesi şu anlama gelir: başa çıkmak, tutmak, savunmak, ima etmek, haklı çıkarmak, sürdürmek, ikna etmek, çekişmek, buluşmak, aşağı inmek, yürümek, peşinden gitmek, ilerlemek, ileri sürmek, programlamak, listelemek. Aynı kökten gelen قائم (kaime) kelimesi ise şu anlama gelir: liste, program, bildirim ve numaralandırma. اقامة (ikâme) kelimesi ise kurmak, kalmak, konaklamak, müessese, ikamet etmek. قم (kum) fiili ise yayılmak, istila etmek, icra etmek anlamlarında kullanılır. كَمَا (kema) kelimesi şu anlamlarda kullanılır: gibi, bunun gibi. Arapça hukuki ve genel bir terimi olarak “كما هو” (kema huve) “olduğu gibi” anlamında kullanılır.
يَتَخَبَّطُهُ (yetehabbetehu) kelimesi ه ve يَتَخَبَّطُ kelimelerinin birleşimden oluşmuştur, ه kelimesi o, onun, kendisi ve يَتَخَبَّطُ kelimesi ise kaptırmak, vurmak, çağırmak, üzerinden geçmek, empoze etmek, gelişigüzel veya amaçsızca hareket etmek, savurmak, yuvarlanmak, çarpışmak, tökezlemek anlamındadır.
الشَّيْطَانُ (şeytan) şeytan,
مِنَ (min): …nın; …den
الْمَسِّ (elmessi) kelimesi meydana gelmek, tasavvur etmek, bir noktaya gelmek, bir aşamaya ulaşmak, bir şeyi sezmek, fark etmek veya hissetmek anlamında olan مَس (messe) kök kelimesinden türemiştir.
ذَلِكَ (zalike) kelimesi şu veya bu manaya işaret eden isimdir.
بِأَنَّهُمْ (biennehum) kelimesi بِأَنَّ (bienne) ve هُمْ (hum) kelimelerinden oluşmuştur. Üçüncü çoğul şahıs zamiri olan هُمْ kelimesi onların veya onları ifade eder. بِأَنَّ kelimesi onunla; görünür, açık seçik, ortaya çıkmak, aşikar olmak, tezahür etmek, kendini göstermek, aşikar, apaçık, kendini göstermek, göstermek, açık olmak, görünmek, bilinmek, görünür olmak anlamındadır.
“قَالُواْ (kalu)” ibaresi; “واْ” kelimesi ile “قَالُ” kelimesinin birleşimidir: İfade edildi, düşünüldü, varsayıldı, tasavvur edildi, hesaplandı, kabul edildi, telaffuz edildi, görüldü, dile getirildi, ifade edildi, hafifletildi, telaffuz edildi, savunuldu, sürdürüldü, iddia edildi, desteklendi, düşünüldü. Ayrıca “قَالُ” kelimesi, arapça “أخَذَ (ehaza)” ve “تَكَلّمَ (tekelleme)” kelimelerinin eş anlamlısı olup almak, tutmak ve söylemek anlamlarına gelir. “واْ” ise üçüncü çoğul şahıs zamiridir. Dolayısıyla “قَالُواْ” ifade ettiler, düşündüler, zannettiler, tasavvur ettiler, baktılar, bildirdiler, söylediler, ifade ettiler, aldılar anlamındadır.
إِنَّمَا (innema) kelimesi إِنَّ + مَا kelimelerinden oluşur ve dilbilgisinde mai kafiye olarak adlandırılır, yalnızca, sadece veya sadece olan, ama anlamındadır.
الْبَيْعُ (elbeyğu) kelimesi satış, ticaret, pazarlama, ticari anlaşma anlamındadır
مِثْلُ (mislu) kelimesi kısaca şu anlamlara gelir: bir şeyle veya kimseyle mutabık olma, tutarlılık, zaman ve mekânda tekabül etme, yerleşik uygulama veya uyarlamaya göre eylem veya davranış. ( http://kimsin.kim/misl-kelimesi-م%D9%90ّثْل/ daha fazla bilgi için okumanızı rica ederiz.)
أَحَلَّ (ehalle) kelimesi muaf tutmak, izin vermek anlamındadır.
حَرَّمَ (harreme) kelimesi ise أَحَلَّ kelimesinin zıttıdır, yani yasak, izin verilmez.
جَاءَهُ (caehu) kelimesi جَاءَ (cae) ve هُ (hu) kelimelerinin birleşimidir, üçüncü tekil şahıs nesnel şahıs zamiri olan هُ onun, ona anlamındadır, جَاءَ kelimesi ise gelmek, varmak, ulaşmak, aramak, teslim olmak, kendini tanıtmak, getirmek, sunmak, üretmek, bahsetmek, rapor etmek anlamındadır.
مَوْعِظَةٌ (mev’ızaten) kelimesi وعظ (veaze) fiil kökünden türetilmiştir ve işi eylemi, yapan yani faildir; vaaz, hutbe, nasihat, uyarı, talimat, tavsiye, öğüt anlamındadır.
مِّن رَّبِّهِ (min rabbihi) kelimeleri tabiri şu anlama gelir: Rabbinden.
فَانتَهَى (fenteha) kelimesinin başında bulunan فَ kelimesi gerçekten, aslında anlamında olup yapılması gerekli olanı ifade eder, انتَهَى kelimesi ise sonlandırmak, bitirmek, durdurmak, sona erdirmek anlamındadır.
فَلَهُ (felehu) kelimesinde bulunan لَ ifadesi şu anlamlara gelen önermedir: çünkü, için. هُ (hu) kelimesi üçüncü tekil şahıs zamiridir: o / onun.
مَا (ma) kelimesi ise Arapça dilbilgisine göre geçmiş zaman سَلَفَ fiilinden önce geldiği için hayır veya değil anlamında olumsuzdur. “مَا النافیة” fakat “مَا” kelimesi bu ayette özne zamiri olarak “ne” anlamında yanlış tercüme edilmiştir ve “سَلَفَ” fiilinin anlamı: geçmiştir (zaman).
وَأَمْرُهُ (ve emruhu) kelimesi و ve bağlacından (ile) başlar, أَمْرُ (emru) kelimesi mesele, konu anlamındadır. هُ (hu) kelimesi ise onun anlamına gelen üçüncü tekil şahıs zamiridir.
إِلَى (ila) edatı; ….e doğru, ….e yönelik.
وَمَنْ (ve men) kelimesi; ve kim, ve kim olursa olsun.
عَادَ (a’de)tekrar yapmak, tekrar etmek, yeniden başlamak, devam etmek, geri dönmek, ….ya tekrar dönmek anlamlarında eylemi yapan yani ism-i faildir.
فَأُوْلَِئِكَ (feulaike)gerçekten onlar, öyleyse onlar demektir.
أَصْحَابُ (ashabu) kelimesi şu anlamlara gelir: Refakatçi, eşlik eden, iliştirilmiş, bağlı, birleşik, ilişkili, arkadaş.
النَّارِ (nar) kelimesi yakma veya cehennem ateşi.
هُمْ (hum) kelimesi ise üçüncü çoğul şahıs: Onlar.
فِيهَا (fiyha) kelimesi; onun içinde anlamındadır.
خَالِدُونَ (halidun) kelimesi; batıl inanç nedeniyle ebedî kalmak olarak yanlış tercüme edilmektedir. Oysa Arapça “أخْلَد” (ahlede) fiili doğru olarak şu anlamlarda kullanılır: Eğilimi olmak, meyilli olmak, yönelmek, meyletmek, eğilmek, bağlanma, …nın soyundan gelen. Aynı şekilde, ” خُلُود ” (hulud) kelimesi de Arapça “إِقَامَة” (ikâmet) kelimesinin eş anlamlısı olup: kalmak, meskûn, oturma, yerleşme anlamlarındadır. أخْلَد” (ahlede) ve ” خُلُود ” (hulud) kelimeleri ile Kur’an’ımız kullanılan “خَالِدُونَ” (halidun) kelimesi de “خلد” (halede) kök kelimesinden türemiştir. Dolayısıyla, Arapça “خَلَدَ” (halede) fiilinin ismi faili olan “خَالِد” (halid) kelimesi doğru olarak: bağlı, yerleşik, yerleşik veya ….soyundan gelen anlamına gelir. Bu nedenle, Kur’an’ımızdaki “خَالِدُونَ (halidun)” kelimesi doğru olarak: inananlar, sakinler, oturan, yerleşikler veya …nın soyundan gelenler anlamına gelir.
Bakara 2;275
الذين يأكلون الربا لا يقومون إلا كما يقوم الذي يتخبطه الشيطان من المس ذلك بأنهم قالوا إنما البيع مثل الربا وأحل الله البيع وحرم الربا فمن جاءه موعظة من ربه فانتهى فله ما سلف وأمره إلى الله ومن عاد فأولئك أصحاب النار هم فيها خالدون
Riba (Aşırı fiyatlandırma, ücretlendirmeyi) kullananlar (tüketenler / faydalananlar) gelişmezler (ilerlemezler). Sadece şeytanın onu savurduğu (empoze ettiğine) gibi kendilerine görünenden hissettikleriyle ilerleyenler, açıkça Ribanın (aşırı fiyatlandırmanın, değerlemenin) ticaret standardına (kuralında / ilkesinde) uygun olduğunu söylediler. ALLAH ticarete izin verdi ve aşırı fiyatlandırmayı yasakladı. Kime Rabbinden bilgi (açıklama / talimat) gelirse O’nun için bıraksın (sonlandırsın), (zaman/süre) akıp gitmedi (geçmedi). İş ALLAH’a yönelir, kim tekrar yaparsa onlar cehennemin ehli ve sakinidir.
Kur’anımızda “riba”, ALLAH’ın, temelde / esasen kamu malı olan servet üzerinde ALLAH’ın hakkını tesis eden, erişim zenginliğine sahip kimseler için ALLAH’ın borcu olarak da anılmış ve Nisa 161. ayette, insanların onu kötüye kullanmaları engellenmiştir. Kâğıt ya da madeni para ve her türlü türev ürünler üzerinden para sömürüsü de aynı kategoriye girer.
Ali imran 2;130 ayeti serbestçe kullanılan parayı tüketmek için çeşitli taktikleri kullanmayı açıkça durdurur. 2;134. ayet ise aynı bağlamda insanları, insanlar arasındaki dengeyi korumak için parayı dağıtmaya ve yönlendirmeye teşvik eder. Bir sonraki ayet ise zalimlere, yukarıda belirtilen zalimliklerinden dolayı mağfiret dilemelerini tavsiye eder.
Aynı şekilde Bakara 2;275 ayeti de Kur’an’da farz kılınan sadaka yoluyla muhtaçların refahı için para verilmesi kapsamına girmekte ve aynı Bakara 2;275 ayetinin ifadesi, “ربأ” (riba)’nın edebi anlamı olan boğarak insanların parasını veya mallarını tüketmeyi bıraktırmaktadır.
Bakara 275 ayeti, Kuran’da farz kılınan sadaka yoluyla muhtaçların refahı için para dağıtma kapsamına girer ve aynı ayetteki ifade de insanların parasını veya malını tüketmeyi durdurur.
ربأ (riba) kelimesinin edebi anlamı insanları boğan, insanları nefes alamayacakları kadar zor bir duruma sokan ve hayatta kalmalarını riske atan boğulmadır.
Aynı ربأ kelimesi, genel olarak Arapçada nefes almada güçlük anlamına gelen tıbbi bir terim olarak kullanılmaktadır. Astım hastalığı ربأ (riba) olarak ve “bronşiyal astım” genel Arapça’da “الربو” (al rabu) olarak adlandırılır. Bu mana, tüm Arapça tıp bilimleri kitaplarında görülebilir.
Bakara 2;276 ayet, insanların yararına olan bakış açısıyla (الصَّدَقَاتِ sadakati), onu ALLAH ın hakkı “يَمْحَقُ اللّهُ (yemhakullah)” olarak tanımlar.
Ancak ne yazık ki, “ربأ” RİBA ayetleri hem gelenekçiler hem de Kur’ancılar tarafından geleneksel batıl inançlara göre “faiz” ile sınırlı kılacak şekilde her zaman yanlış tercüme edilmiştir.
Oysa Kur’an’daki “ربأ” (riba) kelimesi, Kur’an’ımızda; paranın her türlü kötüye kullanılması, tekelleşmesi, manipüle edilmesi ve insanların hayatını zorlaştıran sömürüyü yok etmek için, Arapça’da “ربأ” (riba) denilen astım krizine yakalanıp ve nefes almakta güçlük çekenlerin haline benzeştirilerek kullanılmıştır…
Yukarıda anlamı insanları boğan, insanları nefes alamayacakları kadar zor bir duruma sokan ve hayatta kalmalarını riske atan boğulma olarak açıkladığımız riba kavramının ekonomik faaliyetler ile sınırlandırılamayacağını belirtmiştik. İmkanları belli iken eşlerin aşırı isteklerde bulunarak birbirlerine zulmetmesi adeta boğması da iş yerinde üst görevde olanların altlarındakilere keyfi sıkıntı yaşatarak onları boğmaları da -ki batı bunu keşfetmiş ve mobbing olarak tanımlayıp suç saymıştır- rüşvet almaksızın işini yapmayan ya da göz göre göre haksızlığa sebep olan yetki sahibi de muhataplarını zor durumda bırakarak onları maddi ve manevi sıkıntı içine sokmuş olurlar…
Zayıf olanın güçlü karşısında yasal haklarını kullanamayacak durumda olması, Allah’ın KIST olarak belirlediği çizgilerin kaybedilip yerine hakim olanın değer ve kuralları konularak özellikle kamu gücü ile zayıf olanın zulme uğratılmaya devam ettirilmesi kabul edilemez.
Tüm bu ve benzeri hallerin, riba kavramının anlamı ile hangi düzeyde sosyal hayatta karşılık bulduğu üzerinde derinlikli çalışmalara ihtiyaç vardır…
Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?