El Mescid’il Aksâ – الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى

El Mescid’il Aksâ – الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

İsra 17:1

 سُبْحَانَ الَّذ۪ٓي اَسْرٰى بِعَبْدِه۪ لَيْلًا مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ الْاَقْصَا الَّذ۪ي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَاۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ

Günümüzde Mescidi Aksa olarak adlandırılan yapının Kur’an’ımızın indirildiğinde var olmadığı ve hatta Muhammed (as) hayatı süresince inşa edilmediği, ilgili tarih ve arkeoloji alanında yapılan çalışmalar incelendiğinde görülebilir. Özetle geleneksel olarak Mescid-i Aksa olarak adlandırılan yapı, ilk defa ikinci “Halife Ömer” zamanında resmi ofis veya kurum olarak yaptırılmıştır. Bu yapı Emevi halifesi Abdulmelik zamanında daha genişletildi. Oğlu olan Velid, inşaatı Mescid-i Aksa olarak tamamladı. 746 yılında depremde tümüyle yıkılan yapı Abbasi halifesi Mansur döneminde tekrar inşa edildi. Halefi Mehdi döneminde 780 yılında ilavelerle yapı yeniden inşa edildi. 1033 yılında yaşanan deprem ile büyük bir kısmı yıkılan binayı Fatimi halifesi Ali Az Zahir, iki yıl sonra şu an ki haline dönüştürmüştür.

Siyasi mülahazalar ile Mescid-i Aksa olarak yüzyıllardır öne çıkarılan binanın bu çok kısa ve farklı kaynaklarda da doğrulanabilir tarihçesinin ardından mescide yüklenen anlamı ele alan yazıya geçebiliriz. Ancak başlamadan önce, konunun daha iyi anlaşılması için daha önce ele aldığımız SECEDE kavramına ait yazıyı (http://kimsin.kim/secede-%d8%b3%d8%ac%d8%af%db%81/) okumanızı önemle rica ederiz.

Mescid-i Aksa:

  • الْأَقْصَى (aksa) kelimesi قصص  kökünden gelmektedir.

Aynı قصص kelimesi Farsça’da; hikâye, söylenti, hikâye etmek, öykülemek, (hikâye, öykü, masal, rivayet) anlatmak, seslendirmek anlamındadır. Kur’an’ımızda geçen قصص kelimesi ve türevlerinin Farsça olarak anlamlandırılması tümüyle doğru anlamının dışına çıkılmasına sebep olmuştur. Örneğin Yusuf 3. ayetinin (اَحْسَنَ الْقَصَصِ / ahsenel kasas) meallerinde olduğu gibi…

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D9%82%D8%B5%D8%B5+&matchtype=exact

Oysaki Arapça isim olarak قص kelimesi;

  • Bir şey yapmak için kesme/kırpma, stil, yol, yöntem (طريقة), 
  • Tedarik (باحكام), 
  • Kavrama, yakalama, tutma, beşik (وضع طفل في مهد), 
  • Koruma, barınak, kalkan, muhafaza, sur (وقاء), 
  • Kurucu (أنشأ), 
  • Yetiştirme, üreme, besleme, (ربى)

Arapça fiil olarak قص kelimesi; 

  • Atfetmek, …e bağlamak (نسب الى), 
  • Atanmış, ulaşma, bağlanma, katılma, yaklaşma, ilgili, saygı, çağrı (اتصل), 
  • Sulama (روى), doyurma, daldırma, su yolu, kanal (قناة), savak, yıkama, durulama,  
  • Temizleme ve arındırmak, kınamak, iletmek, yeniden yerleştirmek, kural, tasarı, ilan   etmek, ilan etmek (أعلن), protesto etmek, kutlamak,

Arapça sıfat olarak قص kelimesi;

  • Eski çağlar, antik dönem (القديمة), 
  • Eski (عتيق- قديم – سابق)
  • Antik, abartılmış, eski moda, arkaik, antika, çok eski, klasik, ilkel (بدائي, فطري,), geri, eski zaman, eski yerleşik.

Tac ul Arus  خَرَجَ فُلَانٌ قَصَصًا فِى أَثَرِ فُلَانٍ (filan kişi falan kişinin ayak izlerinin peşinden gitti) atasözünü örnek olarak verir. Sihah ise “قَصَصٌ” kelimesinin anlamının peşinden gidilen, aranılan, rağbet edilen olduğundan bahsetmiştir.

الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى (Mescid-i Aksa) ayetinin ifadesi, olağan yapı malzemesi ile inşa edilmiş bir   bina, ev veya mezar değil, takip edilecek, izlenecek eski, kadim veya en eski kadim asıl ve hakiki gerçek konumdur. Bu ALLAH’a yaklaşmak, O’na bağlanmak, için hücrelerimizde, genlerimizde, kökenimizde, yaşamımızın başında, annelerimizin rahminde, beşiğimizde kesilmiş / biçilmiş / şekillendirilmiş ve atanmış yol veya hükümdür.

  • الْأَقْصَى (Al Aksa) koruyan, zırh, sığınak, kalkandır.

الْأَقْصَى  (Al Aksa) kelimesinin anlamı, ALLAH’ın insanlığın kaynağında kökeninde ilk yaratılışta verildiği kadar eski olan, “ona bağlanma yolu” olduğunu açıkça göstermektedir.

Bu nedenle المسْجِدِ الْحَرَامِ putlara idol ibadeti ve o yerdeki / makamdaki / noktadaki / mekandaki / mevkideki putlar tapınma ve pagan ritüelleri nedeniyle yasak ve hukuksuz görev olarak adlandırılır. Ancak sadece Allah’ın meşru kıldığı noktası / yeri / mevkii / mekânı / makamı الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى olarak anlaşılmalıdır. 

Hac suresinde ALLAH ın en eski, kadim tüzüğü (kuralları, Anayasası) olan الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى dan بَيْتِالْعَتِيقِ (beyt-il atik) olarak bahsedilir ve maalesef بَيْتِالْعَتِيقِ gelenekçi veya Kur’an’cı alimler tarafından بیت الحرام ALLAH’ın eviolarak manâlandırılmıştır.

  • İsra:1 ayetinde geçen الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى (mescidi-l-aksâ) tüm insanlık için tek başına Allah’ın ilk / kadim ve en eski tüzüğü / anayasasıdır. Minaresi, kubbesi ve binası yoktur. Kavram temel olarak uyulması, itaat ve takip edilmesi gereken ALLAH’ın emir ve kurallarını inşa etmektedir.
  • Hac:24 وَهُدُوا إِلَى صِرَاطِالْحَمِيدِ (vehudû ilâ sirâti-lhamîd(i)) “Medhedilen / övülen yola doğru tam bir rehberdir.”
  • Kehf:64 قَالَ ذَلِكَ مَا كُنَّا نَبْغِ فَارْتَدَّا عَلَى آثَارِهِمَا قَصَصًا (Kâle żâlike mâ kunnâ nebġ(i) ferteddâ alâ âśârihimâ kasasâ(n)) “Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip ederek gerisin geri döndüler. (DİB meali)

Rabbimiz; قَصَصً kelimesini الاقصیٰ kelimesinin kökü olup ayak izlerinize geri dönmek, geldiğiniz gerçek yolu takip etmek, gerçek yolunuza geri dönmek ve ilk işaretinizin izini sürmek anlamında kullanmıştır.

  • Kasas:11                                                                                                                        وَقَالَتْ لِأُخْتِهِ قُصِّيهِ فَبَصُرَتْ بِهِ عَن جُنُبٍ وَهُمْ لَايَشْعُرُونَ (Vekâlet li-uḣtihi kussîh(i) febesurat bihi an cunubin vehum lâ yeş’urûn(e))

“Annesi, Mûsâ’nın kız kardeşine, “Onu takip et” dedi. O da Mûsâ’yı, onlar farkına varmadan uzaktan gözledi.” (DİB meali)

Yukarıdaki ayette geçen ve aynı kökten türeyen قُصِّيهِ (kussîh(i)) kelimesi, genel olarak yazılı metinlerde doğru olarak manâlandırılmıştır.

Kur’an’da قِصَاصٌ (kısas) kelimesi 2:178, 2:179, 2:194 ve 5:45 ayetlerinde geçer: Bir şeyi geri vermek, geri döndürmek, iade etmek manasındadır.

Genel olarak meallerde misilleme, cezalandırma anlamları verilmesine rağmen; mükafat veya cezanın iade edilmesi, bir kişinin eyleminin veya kendi yaptığının iadesi geri döndürülmesi, kıymetinde tazmin etmek veya aynı değer ve ölçüyle karşılık vermek manasındadır.

Geleneksel ilme tabi olanlar اقصیٰ (aksa) kelimesini; aşırı, uzak, en uzak anlamında olan قصو (k+s+v) kök kelimesinden türetmişlerdir. Bazıları ise Mekke’nin güneyine doğru uzaktaki mescid olduğunu veya Medine’deki Mescid-i Nebevi olduğunu da ileri sürmüşlerdir. Ancak ayetin indiği zamanda Mescid-i Nebevi henüz yoktu(!). 

Kuran’ımıza göre “الْأَقْصَى” (el aksa), “aslına dönüş” anlamına gelir.

Genelde hepimizin rastladığı “yukarıda ALLAH var” sözünü veya göğü işareti, -tüm diğer dillerde benzer biçimde ifade ile edildiği gibi- dilimizde de Rabbimizin her şeyin üstünde (her konumun üstünde) olduğunu ifade etmek için kullanırız. İşte اقصیٰ kelimesi de aynı anlamı المسجد الاقصیٰ kelimelerinde taşır. Üst mescid, en yüksek mescid, kadim ve ilk mescid...

Üst, en üst anlamına gelen أَقْصَى kelimesi ve türevleri مَكَانًا قَصِيًّا sözcük grubunda olduğu gibi yer, zemin seviyesinin üzerinde olan herhangi bir şeyle gelebilir. Fakat المسجد الاقصیٰ tamlamasında bulunan المسجدkelimesi, sorumluluk alanı veya سجدہ itaat edilme hakkı sadece ALLAH a ait olduğundan, أَقْصَى kelimesi bu sorumluluk alanını yüce, yüksek, daha yüksek, en üst yapmak için kullanılır. Diğer bir deyişle المسجد الاقصیٰitaat alanı/ hakkı olan mescid olup, yeryüzünde veya dünyada illegal, yasaklanmış, kanunsuz Haram Mescid’in (المسجد الحرام) üzerindedir. 

مَكَانًا قَصِيًّا Meryem:22

Makanan “مَكَانًا” bir yerdir ve “قَصِيًّا” (kasiyyan); ‘üst basamaktan’ veya zemin seviyesinin üzerindeki herhangi bir yerden bahsetmek için kullanılmıştır. Kavram “مَكَانًا قَصِيًّا”; bir mekânı, toprak seviyesinin üzerinde bilinir bir yer haline getirmek için (ال) kullanılmamıştır. Kasiyyan “قَصِيًّا” kelimesi ayrıca bunun yeni bir yer olmadığını, daha önce Meryem (as)’ a ait olabilecek eski veya çok eski bir yer olduğunu da gösterir. 

Meryem (as)’ın, toprak veya yer seviyesinin üzerinde yüksekte olan eski yerinde kaldığı daha doğru olacaktır, bu da bir tepecik veya tepecikler kümesi gibi yer olabilir.

  • Kasas:20 وَجَاءَ رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ “bir adam üst kasabadan, şehirden geldi”
  • Yasin:20  وَجَاءَ رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ “bir adam üst kasabadan, şehirden geldi”

Kasas:20 ve Yasin:20, her iki ayette الْمَدِينَةِ kelimesini takip eden يَسْعَىٰ bu kişinin yukarıdaki şehirden ilk defa geldiğini değil, haber veya mesaj getirmek ve götürmek için yukarıdaki şehire düzenli olarak gidip geldiğini göstermektedir. Bilindiği üzere eski zamanlarda haberciler, başka köy ve kasabalarda yaşayan insanlara çağrı, davet ve mesaj göndermek için kullanılırdı. 

Bu nedenle, Arapça’da kurye ile gönderme ve alma; kurye habercileri hala “الساعی” (essaai) olarak adlandırılmaktadır. Bu, gramer olarak “سعیٰ” fiilinin geçişsiz halidir ve bir yerden bir yere veya oradan oraya (mekik dokumak) gidip gelmek anlamına gelir.

https://translate.yandex.com/?lang=ar-tr&text=%D8%A7%D9%84%D8%B3%D8%A7%D8%B9%DB%8C

Ehad olan Rabbimizin bize Arapça lisanı ile ikram ettiği Kur’an’ımızda geçen سعیٰ kelimesi okunuşu, fonetiği aynı olan fakat farklı mana ifade eden Farsça anlamı (çabalamak, yapmaya çalışmak, gayret etmek, …)alınarak ayetlerin ifade ettiği mana değiştirilmiştir.Umre veya hac sırasında say yapmak ifadesi aslında Safa ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek, mekik dokumaktır. Hem anlam olarak hem de fiili olarak yapılan eylemin ve buna benzer diğer kelimelerin Arapça anlamı yerine Farsça anlamı ile sinsice yapılan farklılaştırmanın oluşturduğu sapmaların etkisini ve sonuçlarını düşünmenizi rica ederiz.

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=1163

Geleneksel tercümede, hayatımız boyunca bizi takip eden Kur’an’ın takdir kavramını sabote etmek için kader, kısmet gibi yanıltıcı kelimeler eklenmiştir. Kur’an-ı Kerim âlimleri de ahiret kavramını yok etmek için, hayat ve ölüme ait ayetlerin geleneksel tercümelerini hep muhafaza edegelmişlerdir. 

  • Necm:39 ayeti وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى İnsan için ancak çalıştığı vardır.

Yukarıdaki DİB meali ve benzeri meallerde Arapça سعیٰ kelimesinin Farsça anlamı ile ayetin anlamı değiştirilmiştir. Öldükten sonraki hayatımız ve kaderin hayatımızdaki rolünü açıklayan önceki ve sonraki ayetlerin de anlamları da farklılaşmıştır. Pagan Araplar ve Zerdüşt politeistlerin ölümden sonraki yaşama inanmadıkları, ölümden sonraki hayat ile ilgili Muhammed (as)’a -adeta alay edercesine- sordukları sorularda görülmektedir. Oysaki Necm:39 ayetinde insanın oradan oraya gidip geldiği mekik dokuduğu söylenmekte, takip eden ayetlerde hayatımız ve ölümünden, Kaderin kendi ellerimizle ileriye taşıdıklarımıza dayanarak derlenip oluştuğundan bahsedilmektedir. İmanımızın, inancımızın asli unsuru olan آخِرۃ âhiretin yani gelecek hayatımızın anlaşılması için Necm:39 ayeti ile ondan önceki ve sonraki ayetlerin doğru tercüme edilmesi gerekir.

  • Enfal:42 إِذْ أَنتُم بِالْعُدْوَةِ الدُّنْيَا وَهُم بِالْعُدْوَةِ الْقُصْوَىٰ (İż entum bil’udveti-dunyâ vehum bil’udveti-lkusvâ) 

Eğer siz dünyanın düşmanları ile beraberseniz” (ki onlar الْقُصْوَىٰ yüce / ulu / kadir / en üst olanın düşmanlarıdır) onun (الْقُصْوَىٰ yüce / ulu / kadir / en üst) düşmanları olan onlarla berabersiniz.”

Eddunya “الدُّنْيَا” kelimesi dünyayı ve dünyada yaşayanları kapsar. Ayette dünyaya düşmanlık edenin, aslında ALLAH’ın düşmanı olduğu yazılıdır. 

Dünya الدُّنْيَا kelimesi, رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَة ayetinde doğru anlamlandırılmasına karşın Enfal:42 ayeti meallerinde “Hani siz vadinin (Medine’ye) yakın tarafında; onlar uzak tarafında (DİB meali)” denilerektümüyle farklı bir mana ile anlamlandırılmıştır…

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170

Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/ahiret/" rel="tag">ahiret</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/aksa/" rel="tag">aksa</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/hikaye/" rel="tag">hikâye</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kader/" rel="tag">kader</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kasas/" rel="tag">kasas</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kisas/" rel="tag">kısas</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/kismet/" rel="tag">kısmet</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/mescidi-aksa/" rel="tag">mescidi aksa</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/mescidil-aksa/" rel="tag">mescidil aksa</a> Bir yorum yapın

Secede – سجدہ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

سجدہ – Secede

Ehad olan Rabbimizin bize Arapça lisanı ile indirdiği Kur’an’ımızda geçen سجدہ kelimesi Arapça    سجد (secede) kök kelimesinden türemiştir. Aşağı inmek, dinlenmek, destek olmak, razı olmak, boyun eğmek, ikna etmek, kabul etmek, bir şeye yönelmek, meyilli olmak, alçakgönüllü olmak, itaatkâr olmak veya birine itaat etmek anlamlarında kullanılmaktadır.

Esas, Sihah, Tac ul arus, Kamus ve Misbah sözlüklerinde سجد (secde) kelimesi; mütevazi olmak, alçak gönüllü olmak, boyun eğmek manalarındadır. 

  • Boyun eğmek, teslim olmak manasında خَضَعَ fiili ile eş anlamlıdır,                                          
  • Tabii olmak, katlanmak, kontrolüne almak manasında استسلم fiili ile eş anlamlıdır,                      
  • Durmak, zorlamak, desteklemek manasında تحمل fiili ile eş anlamlıdır,                                           
  • Boyun eğmek, uymak, riayet etmek manasında أطاع fiili ile eş anlamlıdır.

Ibn Mukerrem yazdığı Lisan ul arab adlı eserinde, سجد kelimesinin selamlama eylemi olduğunu yazar. Ebu’l-Feyz es-Seyyid Murteza ez-Zebidi,  Tac-ul arus adlı eserinde aynı konudan bahsetmiş, hem Lisan-ul Arab  hem de Tac-ul arus da şu örnek verilmiştir: سَجَدَ لَهُ onu selamladıaynı zamanda ona saygı gösterdi, onu onurlandırdı

Muğrib ve Tac ul arus da şu ifade yer almaktadır; “ سَجَدَتِ النَّخْلَةُ  Hurma ağacı (meyvelerin çokluğundan) yere doğru meyletti, eğildi, kıvrıldı.” 

Esas ve Tac ul Arus’da verilen başka bir örnek; السَّفِينَةُ تَسْجُدُ لِلرِّيحِ / gemi rüzgârın etkisiyle meyleder, yönlenir, döner.

Meşhur olan her iki yazarda سَجَدَ kelimesini dönmek, meyletmek, boyun eğmek, eğilmek olarak manalandırmışlardır. 

Meşhur Arapça dilbigisi alimi El Ferrâ; وَالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ  55/6) ayetini; “otlar ve ağaçlar güneşe döner” olarak ifade etmiştir.

Kamus ve Sihah سجد (secede) kelimesinden türeyen سَاجِدٌ (sacidun) kelimesi için; alçak gönüllü, itaatkâr manasını vermiştir.

Tac ul Arus’da; سُجَّدًا لِّلّهِ ayetini (16/48) “itaatkârlıkla ALLAH a boyun eğerler” manasında ifade eder.

Yine Esas sözlüğünde “ شَجَرَةٌ سَاجِدَةٌ ve شَجَرٌ سَاجِدٌ / ağaç, ağaçlar eğilirler” olarak ifade edildiği gibi Kamus da ise benzer cümle olan  نَخْلٌ سَوَاجِدُ  ifadesi “hurma ağacı eğildi” olarak ifade edilir.

Yukarıdaki satırlarda efsane Arap alimlerinin kitaplarından ve Kuran kelimelerinin anlamı üzerinde otorite kabul edilen Arapça sözlüklerden gördüğümüz üzere, سجد kelimesinin anlamı: birine veya bir şeye yönelmek, birinin/bir şeyin karşısında alçakgönüllü olmak, birine itaatkâr olmak, birine uymak ve itaat etmek, itaat etmek.

Arapça “سجد” kelimesini ve türevi olan “سجدہ” kelimesi yüzünü veya alnını yere sürmek olmayıp, sayamayacağımız kadar fazla ve bilgimiz dışında olan tüm olayları kesintisiz ve sürekli yöneten, her zaman hayy olan;

  • Rabbimizin emirlerine uymak,
  • Yalnız Allah’a meyletmek, 
  • Yalnız Allah’a yönelmek,
  • Allah’a karşı tevazu göstermek,
  • Sadece Allah’a itaat etmektir. 

Pagan Araplar, Zerdüştlerin yaptığı gibi halen Hindular, Darthi maa olarak adlandırdıkları ve dilimizde tam karşılığı “Toprak ana” olan ilahelerine yönelişlerini, yüzlerine toprağı sürmek gibi fiiller ile saygı gösterme veya ibadet olarak yerine getirmektedirler. 

darthi-mm
ttps://tr.wikipedia.org/wiki/Toprak_Ana

Filmlerde veya günlük hayatımızda genelde yurtdışından gelenlerin yere (toprağa) alınlarını koyduklarını veya diz çökerek yeri (toprağı) öptüklerine şahit olmuşuzdur.

Kuran’ımızın; 6:92 ve 42:7 ayetlerinde “أُمَّ  الْقُرَى ” olarak da bilinen “yeryüzü tanrısı” uyarılmaktadır. “أُمَّ الْقُرَى ” ifadesinin gerçek anlamı “küre ana / toprak ana” dır.

  • أُمَّ kelimesi anaanne anlamına gelir, 
  • الْقُرَى kelimesi küre veya dünya anlamına gelir. 
  • Dünyanın küçük alan oluşturan kısmına “قَرْيَةٍ (karye)” denir. 2:58, 2:259, 4:75, 6:123, 7:4, 7:82, 7:88, 7:94, 7:161, 7:163, 10:98, 12:82, 15:4, 16:112, 17:16, 17:58, 18:77, 21:6, 21:11, 21:74, 21:95, 22:45, 22:48, 25:40, 25:51, 26:208, 27:34, 27:56, 28:58, 29:31, 29:34, 34:34, 36:13, 45:23, 43:31, 47:13 ve 65:8 ayetlerde Kur’an’da dünya gezegenindeki kasabalar ve şehirler kastedilmektedir. Bu nedenle yerkürenin tamamına “قُرَى ” denilir ki bu Kur’an’ın birçok ayetinde de geçer. Belirlilik ifadesi “ال” (el) harfinden sonra, kelimenin sonunda gelen ىharfi “benim” anlamına gelen iyelik zamiridir.

Dolayısıyla birleşik kelime “أُمَّ الْقُرَى” Hinduizm’de ve Arap putperestleri ve diğer birçok, çok tanrılı dinde “Dharti Maa” (yer ana veya toprak ana) olarak da bilinen “Toprak Anam” anlamına gelir. Ana tanrıya dünya çapında çok tanrılı putperestler tarafından tapılır. Bu yeryüzü tanrısı “أُمَّ الْقُرَى” Arap edebiyatında “bütün yerleşimlerin anası” olarak da bilinir.

Kuran’ın 6:92 ve 42:7 ayetlerinde tüm mealler, tercümelerde “uyarı” ifadesiyle yer aldığı açık olan şekilde Allah, “أُمَّالْقُرَى / ummul kura” üzerine uyarı göndermiştir. Ancak bu uyarının neden yapıldığını üzerinde düşünülmediği için konu anlaşılamamakta, “وَلِتُنْذِرَ / ve litunżira” uyarı ibaresi geçiştirilmektedir. 

Rad 15 وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَن فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ ayeti genel olarak meallerde ve diğer yazılı eserlerde; “yerde ve göklerdeki kimseler ….. ALLAH’a secde ederler” şeklinde geçtiği için, bunun nasıl olduğunu anlamakta zorlanmamız, secde kelimesini alınları yere koymak olarak düşünmemizdendir.

Oysaki açık olarak ayetin anlamı; “itaat, boyun eğme göklerde ve yerde bulunanlardan ALLAH içindir” veya “göklerde ve yerde kim varsa ALLAH’a itaat edin / meyledin / uyun!..” şeklindedir.

Nahl 16:49 وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مِن دَآبَّةٍ وَالْمَلَآئِكَةُ وَهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ “Göklerde ve yerde canlılar (hayvan/böcek/organizma) ve melekler ALLAH’a itaat eder / ALLAH’a uyar / ALLAH’a yönelir ve onlar büyüklük taslamazlar” ayetinde geçen secde kelimesi de ilk aklımıza geldiği şekilde yere kapanarak alınları yere koyma olmamalıdır. 

Hac 18 ألم تر أن الله يسجد له من في   السماوات ومن في الأرض والشمس والقمر والنجوم والجبال والشجر والدواب 

ayeti genel olarak; “Görmedin mi ki şüphesiz, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde etmektedir (DİB meali)” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Oysaki; Güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçların alınları nedir ki yere diz çöküp yere değdirebilsinler?

Göklerde ve yerde bulunanların, güneşin, ayın, yıldızların / gezegenlerin, dağların, ağaçların ve canlıların / hayvanların ALLAH itaat ettiklerini görmedin mi?

İnşikak 84:21 وَإِذَا قُرِئَ عَلَيْهِمُ الْقُرْآنُ لَا يَسْجُدُونَ Onlara Kur’an okunduğu zaman secde etmiyorlar” (DİB meali)

Rabbimizin indirdiğini kabul etmeyenlere, “secde etsinler” diye düşünmeden oluşturulan mealler ayrı tuhaflık taşımaktadırlar. Neden itaat (secde) etsinler? Oysa Rabbimizin bu ayetinin doğru tercümesi; “Onlara Kur’an okunduğu zaman onu kabul etmezler / itaat etmezler / ona uymazlar ve ona meyletmezler” olmalıdır. 

Alak 96:19 وَاسْجُدْ وَاقْتَرِبْ “Secde et ve Rabbine yaklaş.” (DİB meali)

Genel olarak bu ve benzeri verilen mealleri okuduğumuzda diz çökerek alnınızı yere koymak ilk aklımıza gelen ve yapılandır. Fakat ayette geçen Allah’a yaklaşmamızın altın kuralı, alnımızı yere koymak olmayıp ayetin insanda geliştirmesi beklenen tavır:“İtaat edin ve yakın olun / yönelin, takip edin ve yaklaşın” ifadesinin gereğidir.

Bahsi geçen ayetler ve diğer ayetlerde سجد kelimesi ve türevleri geleneksel anlamda diz çökerek yüzünü yere koymak olmayıp, سجدہ itaat etmek, takip etmek, yönelmek ve meyletmektir. Eğer bu meyletme ve yönelme ALLAH tan başka şahıslar veya nesneler veya ALLAH hariç başka kişilerin yönlendirmelerine itaat ise bu سجد الحرام (secedul haram) olup, المسجد الحرام (elmescidulharam) şeklinde icra edilir. 

Arapça dilbilgisi kurallarına göre مسجد (mescid) kelimesi سَجَدَ (secede) fiilinin masdarıdır. Arapçada fiilin başına م harfi eklenerek ibare isim yapılır. Feale فَاعَلَ fiilinden مْفَاعَلَ (mufaalae) isim fiili; fail فاعل fiilinden مْفَاعِل (mufail) isim fiili; کتب (ketebe) fiilinden, مکتب (mekteb)  isminin türetilmesi  gibi مسجد  محسن  مسلم  (Müslim, muhsin, mescid) kelimeleri de aynı şekilde türetilmiştir. Dolayısıyla Arapça “مسجد” (mescid) kelimesinin özne isim ve sıfat olarak gramer yapısına göre “مسجد” (mescid) kelimesi herhangi bir fiziki yapı veya herhangi bir kutsal yeri, mabedi ifade etmez. Arapça “مسجد” (mescid) kelimesinin karşılığının “cami” oluşu yanlış tercüme edilmesinden kaynaklanır.    

مسجد (mescid) kelimesi منصب (mansıb) kelimesi ile eşanlamlıdır.

سجادہ (seccade) kelimesi de oturmak için olan halı, kilim veya kumaştan olan yaygıdır.

مسجد (mescid) Kur’an kelimesi منصب (mansıb), مسند (mesned) anlamındadır: Bir kişinin mevki, makam, yer veya konumudur. Bu yer bir kişiye bina olan, toprak parçası veya sembol, abide değildir. Kişi olarak aynı olmayan, farklı “sorumluluk alanı” olan bir öğretmenin veya ebeveynin yerleri gibidir. ال  takısı مسجد (mescid) kelimesinin başına geldiğinde özel, belirli, hususi sorumluluk alanı, المساجد (elmesacid) ise çoğul olan özel, mesuliyet, güvenirlilik alanıdır. Elmesacid المساجد kelimesi ALLAH kelimesi ile kullanılırsa kendisine ait olan hiçbir bina veya yapı ile kuşatılıp kısıtlanamayacak yegâneliğe sahip رب العالمی (Rabbul Alemiyn) olan, kendisine ait dünyayı, tüm evreni, bizim bilmediklerimizi ve bilemeyeceklerimizi de kapsayan sorumluluk alanını ifade eder.

ttps://sozluk.gov.tr/

Kur’an’ımızın مسجد (mescid) tanımı; insanların sorumluluk, güvenilirlik alanı olarak tayin ettiği putların, idollerin, sembollerin olduğu yerler için geçerli değildir. Buraların yasak olduklarını, yaklaşılmaması, meyledilmemesi ve yönelinmemesini حرام (haram) kelimesi ile vurgular.

Cin 18. ayetinde geçen الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ [elmesacidelillah(i)]; arz edilen, sunulanlar, ricalar, yalvarmalar ve yönelmeler sadece ve sadece ALLAH’ın makamı, mevkisi içindir.

وَأَنَّ الْمَسَاجِدَ لِلَّهِ فَلَا تَدْعُوا مَعَ اللَّهِ أَحَدًا

Ve makamlar (منصب mansıb / مسند mesned), mevkiiler, yönelmek (teslimiyet) için yalnızca ALLAH’a mahsustur.Öyleyse (dolayısıyla) ALLAH ile birlikte hiç kimseyi zorunlu, gerekli elzem veya mümkün kılmayın (ihtiyaç duymayın / çağırmayın).

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

 شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> 1 Yorum