Barekna – بَارَكْنَا

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

بَارَكْنَا – Barekna

İsra 17:1

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (DİB meali)

بَارَكْنَا (Barekna) kelimesi بَارَكْ + نَا [(bareke) + na] birleşiminden oluşmaktadır.

نَا (Na) kelimesi; bizim anlamına gelen birinci çoğul şahıs iyelik zamiridir. Ancak yazılan eserlerin çoğunda biz anlamına gelecek şekilde açıklanmıştır.

https://www.turkdilbilgisi.com/zamirler/ek-halindeki-zamirler.html

Arapça zamirler (ضمائر) konusuna bakıldığında; نَحْنُ (nahnu) kelimesinin birinci çoğul şahıs biz” anlamına geldiği [öznel zamirler (şahıs zamirleri) cümlede işi yapan kişiyi anlatır, bir başka deyişle cümlenin öznesidir] ve نَا (na) kelimesinin ise birinci çoğul şahıs iyelik zamiri “…..im” (bizim) anlamına geldiği görülecektir.

Alimlerimiz ALLAH’ın sözünü dil kurallarının dışında bir tutum ile değiştirmişlerdir. Bazı alimler, Kur’an tercümesinde, nesnel (iyelik) bizim zamirini öznel (şahıs) biz zamiri ile değiştirirken aslında hiç de geçerli olmayan mazeretler uydurmuşlardır. ALLAH’ın hiçbir şeyi unutmadığı ve kelimelerin sahibi olduğu gerçeği ihmal edilmiştir.

نا Na zamirinin انزلنا (enzalna) اعطینا (a’tayna) veya بَارَكْنَا (barekna) gibi fiillerin sonuna gelmesinin bir nedeni olabileceği nedense düşünülmemiştir(?)…

Eğer Kur’an’ın birçok “نحنْ” (nahnu/biz) kelimesini kullandığı ayetlerinde ALLAH; alimlerimizin(!) “نا” (na) nesnel zamirini “نحنْ” (nahnu/biz) olarak değiştirerek icat ettikleri formda ayetlerini ifade etmek isteseydi, buralarda “نحنْ” (nahnu) kelimesi yerine “نا” (na/biz) kelimesini çekinmeden kullanırdı.

Bu durumda alimlerimiz; ya ALLAH’ın “نَحْنُ” (nahnu / biz) nesnel zamiri yerine “نا” (na / bize / bizim) zamirini kullanma hatasını düzeltiyorlar ya da ALLAH’ın vahyedilmiş sözlerini değiştirerek Kur’an’ı kendi hikayelerine göre uyduruyorlar.

Kur’an’ da kullanılan “انزلنا” (enzelna), “اعطینا” (ateyna) veya “بَارَكْنَا” (barekna) gibi deyimleri, ALLAH Teâlâ’nın indirdiği şekilde, “نا” (na) nesnel zamiri ile doğru çevirmenin sakıncası nedir? 

İsra 17:1 ayetinde alimlerimiz بَارَكْنَا (barekna) kelimesini kendilerine ait olan seçimle نَحْنُ بَارَكْ (bereketlendirdiğimiz) şeklinde(ymiş gibi) ele almışlar ve üstüne Arapça بَارَكْ (barek) olan kelimenin anlamını farsça مبارک (mübarek) kelimesinin anlamıyla tasavvur etmişlerdir.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=254

Amaç kendilerince Medine şehri veya Mescid-i Nebevi’nin etrafının kutlu kılındığını, kutsandığını ispat etmek olsa gerektir. Tıpkı kendilerinden önceki Yahudi geleneklerini icat edenlerin ALLAH’ın Beytülmakdis’i ve çevresini kutsadığını uydurdukları gibi…

بَارَكْ Barek kelimesi ب ر ك / b+r+k kök kelimesinden türetilmiştir. Bir şeyi sabitlemek, düzeltmek veya sağlamlaştırmak için diz çökmek, düzeltmek veya sağlamlaştırmak için bir şeyi yere yatırmak anlamındadır. Aynı zamanda bir şeyi sabit kılmak, bir şeyi sağlam ve değişmez kılmak anlamına gelen “اِسْتَنَاخَ” (istanaha) ve “أنَاخَ” (anaha) kelimelerinin eş anlamlısıdır.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=1874

Misbah, Muğrib, Sihah, Kamus ve Tac-ul Arus sözlüklerinde بَرُكَ (beruke) kelimesinin anlamı; göğüs üzerine, bacaklar katlanmış halde uzanmak, diz çökmek, göğsünün yere yapışması, göğsü üzerine düşmek şeklindedir.

Tac-ul Arus şu örnekleri vermektedir:

  • بَرَكَتِ النَّعَامَةُ (beraketinnaama) devekuşu göğsünün üzerine yatardı. 
  • بَرَكَ عَلَى رُكْبَتَيْهِ (berake ala rukbeteyhi) dizlerinin üzerine çöktü.

Sihah, Kamus ve Tac-ul Arus açıklamalarında; herhangi bir şeyin sağlam, istikrarlı, sabit olması, sabit olarak devam etmesi veya kalması ifade edilir ve Arap edebiyatından şu örnek verilir:

  • بَرَكَ لِلْقِتَالِ (berake lilkıtal): O, savaşmak için kararlı oldu.

Esas da Tac-ul Arus بَرَكَ (bareke) kelimesinin sıfat olarak uzatmalı, uzun süren anlamında kullanıldığı yazar.

Kamus a göre; بارك عَلَيْهِ (barek aleyhi) sürekli veya azimli bir şekilde kendini tuttu veya uyguladı (bir ilişki veya ticaret, vb) anlamına gelir.

بَارَكْنَا Barekna ifadesinin bileşimine ve yukarıda belirtilen “بَرَكْ عَلَيْهِ” (barek aleyhi) örneğine baktığımızda “sürekli ya da azimli bir şekilde muhafaza etti ya da uyguladı” anlamına gelmektedir. 

ALLAH’ın “بَارَكْنَا” (barekna) kelimesini kullanarak “الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى” El Mescid-i Aksa’yı devamlı sabit olarak veya azimli bir şekilde kendisi için tuttuğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla kavram; “bizim için sabitlenen, uzun süreli korunan, devam ettirilen” anlamına gelmektedir.

Sihah ve Kamus da örnek olarak verilen أَبْرَكْتُهُ فَبَرَكَ (ebraktuhu feberake) “onu (insanı, hayvanı veya şeyi) göğsü üzerine yatırdı veya diz çöktürdü” anlamındadır.

Arap gramerinde bir otorite olarak bilinen ünlü gramerci Ebu İshak İbrahim İbn-Muhammed İbn es-Sari İbn Sehl ez-Zeccac’ a göre “بَارَكَ” (barek) kelimesi تَفَاعَلَ (tefa’ale) gibidir. Yarı geçişli olarak فَاعَلَ, yani بَارَكَ, tıpkı “تَبَاعَدَ “den “بَاعَدَ” olması gibi, “بَارَكَ” bir nevi “تبَرَكَ” ile aynı anlamı verir veya bir sıfat ya da zarf olarak çalışır, deyimsel sıfatlarda (öbek sıfatlarda) kullanılır.

Lisan el‐Arab ve Tac-ul Arus da başka bir Arapça deyişi; بَرْك الشِّتَآءِ (berkeşşitae) = kışın ilk kısmı, ana kısmı anlamında nakletmiştir.

Arap edebiyatında “İbn-i Arabi” adıyla tanınan ünlü Arap âlimi Ebu Abdullah Muhammed bin Ali bin Muhammed bin Arabi, Kuran’daki “بَارِكٌ” (barikun) kelimesini çok güzel açıklamış ve bu kelimenin doğru anlamını vermiştir; bir şeyde veya bir şey ile sabit kalmak. Konuyla ilgili Arapça deyim olan بُرَكُ عَلَى جَنْب الإِنَآءِ “geminin kenarında veya yanında sabit kalan” örneğini vermiştir. Kamus da yukarıdaki ifadeyi kopyalamış ve “بَارِكٌ” kelimesi için İbn Arabi’ nin verdiği anlamın aynısını kullanmıştır. Ayrıca Sihah ve Kamus da “بَرُوكٌ” (berûkun) kelimesi, buluğ çağında büyük bir oğlu olup evlenen kadın için kullanılır. “بَرُوكٌ” Berûkun kelimesinin yukarıda açıklandığı anlamda بَرَكَ (brk) fiilinden türeyen; koşarken acele etmek, sürat yapmak, çabalamak, çalışmak veya kendini zorlamak anlamına geldiği yazılıdır.

Sihah, Kamus ve Tac-ul Arus da; برَاكَآءُ (berakau) kelimesinin savaş veya harb da kararlılık, sebat anlamında olduğu da yazılıdır.

Efsane olmuş alimlerin meşhur kitaplarında, Arap edebiyatında, klasik Arap sözlüklerinde ve Arap gramerinin temel kitaplarında yeralan ve bir Arapça Kur’an kelimesi olan “بَرَكَ” (brk) ve türevleri “بَارَكَ” (bareke) ve “تبارک” (tebareke), Kuran’da yanlış tercüme edilen kutsamak veya kutsanmak anlamında kullanılamaz.

“برکت” (bereket), “تَبْركٌ” (tebruk) ve “مبارک” (mübarek) kelimelerinin, ALLAH tarafından apaçık Arapça lisanı ile indirilen Kur’an’ımızın açıklama, tefsir, meal ve tercümelerine eklenmiş nimet, bereket ve tesbih anlamları, fonetik ve yazım benzerliği olan Farsça kaynaklıdır. Kilise ve Yahudi geleneklerinden ilham alan ve Farisi Zerdüşt etkilerini benimsemiş Müslüman alimler, Arapça olan Kur’an kelimelerinin anlamlarını bu anlayışlar doğrultusunda değiştirmişlerdir.

İncelediğimiz “بَارَكَ” (bareke) kelimesi dilbilgisi olarak “بَرَكَ”(barek), geçişsiz bir fiildir. Kavram Arap edebiyatında fiil olarak; bir şeyi dinlendirmek, yüzüstü yatırmak, sağlam olmak, sabretmek, sebat etmek, bir yerde sabit kalmak, devam etmek anlamlarındadır. Sıfat olarak ise; sürekli, azimli olarak ilişki, ticaret, vb korunması, uygulanması veya kullanılması, bir şeyi yere yatırmak veya göğsünün üzerine diz çöktürerek sabit tutma, uzun süre sabit istikrarlı kalması anlamında kullanılır.

Bir şeyi diz çöktürmek, bir şeyi yere yatırmak; bir şeyi dinlendirmek veya bir şeyi yere yatılı bırakmak eylemlerinin amacı; o şeyi sabit tutmak, onu sabit kılmak ve sağlam kılmaktır ki Kur’an’ daki “بارك” (barek) kelimesinin gerçek anlamı da budur...

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ

 قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِاٰبَٓاءَنَاۜ 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ

شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/barek/" rel="tag">barek</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/bereket/" rel="tag">bereket</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/mubarek/" rel="tag">mubarek</a> Bir yorum yapın

essemîy’u elbasiyru – السَّمِيعُ البَصِيرُ

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

السَّمِيعُ البَصِيرُ – essemîy’u elbasiyru

İsra 17:1

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (DİB meali)

السَّمِيعُ البَصِيرُ Essemîy’u elbasiyru kelimeleri yukarıdaki tercümede de görüldüğü gibi genellikle “işiten/duyan ve gören” olarak meal, tefsir, sözlük vd yazılı kaynaklarda yer almış ve bu şekilde zihinlerde kökleştirilmiştir.

Sözlüklerde Arapça kelimelerin anlamları genel kategorisinde yazılıdır. Kur’an kelimeleri ise ayrıca kategorileştirilerek Arapça tercümelerinde kullanmak üzere servis edilmektedir. Arapça kelimelerin tahrif edilmiş yanıltıcı anlamları yaşayan hayatta kullanılan Arapça dilinde tanınmaz, ancak Müslüman dünyasında sadece Kur’an’a atıfta bulunularak tanımlanan kelimeler olarak bilinirler.

Böylece Kur’an’ımıza tuzak kuranlar ya da bilmeden onların değirmenine su taşıyanlar; alfabesi, yazımı Arapça ‘ya benzeyen fakat anlam ve mana bakımından aslından uzaklaşmış yeni bir Kur’an dili icat ettiler. Geleneksel alimler ve Kur’an’cı olduklarını iddia edenler, Kur’an’ımızda kullanılan dilin genel Arapçadan farklı olduğu inancını yerleştirerek Kur’an’ın açık ifadelerini dönüştürdüler.    

Oysaki Rabbimiz, bize ikram ettiği Kur’an’ın dilinin apaçık ve kolay anlaşılabilir Arapça lisanı ile olduğunu belirtmiştir.             

Doğru anlamları tahrif edildiği için السَّمِيعُ البَصِيرُ (essemîy’u elbasiyru) kelimelerinin karşılığı da ilk bakışta sözlüklerde görülmez. Bu durumda Kur’an’ın Arapça kelimelerinin doğru anlamını, genel Arapça kategorisindeki doğru kök kelimelerinden aramaya başlamamız ve kavramın sıfat, zarf, isim, fiil anlamlarına bakmamız gerekecektir.  

Örneğin السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesine bakıldığında anlamının dinleyici olarak verildiği görülür.

ttps://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%A7%D9%84%D8%B3%D9%8E%D9%91%D9%85%D9%90%D9%8A%D8%B9%D9%8F&op=translate

Sözlükler dinleyici kelimesinin çoğulunun السامعون (essaamî’un) olduğunu gösterir.

ttps://translate.google.com/?sl=ar&tl=tr&text=%D8%A7%D9%84%D8%B3%D8%A7%D9%85%D8%B9%D9%88%D9%86&op=translate

Oysaki السامعون (essamî’un) kelimesinin tekil hali السامع (essamî’u) dur.

Dolayısıyla السَّمِيعُ kelimesi tekil olup, hatalı ve tahrif edilerek dinleyici, işitici anlamı verilmiştir.

Kur’an’ımızda geçen السَّمِيعُ البَصِيرُ kelimelerinin doğru anlamlarını bulmaya çalışalım...

Kur’an’ımızda geçen السَّمِيعُ kelimesi; kulak veya kulaklar ile duymak manasında olan سمع  (س م ع) kök kelimesinden türemiştir.  Arap edebiyatı ve dilbilgisi ile Arapça sözlüklerde سمع (semea); aynı zamanda “فهم (fhm)” veya Arapçada “anlama” yanı sıra “علم من طريق السماع” (işiterek bir şey hakkında bilmek, bilgi sahibi olmak) olarak bilinen bir isim olarak “kulaklar” anlamında kullanılmaktadır.

Standart Arapça sözlükler “سمع” kelimesine:

(صوت) “Ses”, (فهم / فطن/ تبين) “fark etme, kavrama” ve (ضرب/ وقع/ أصاب) “çarpmak, aklına gelivermek, izlenim uyandırmak” anlamları da vermektedir.

Saffat 37:8 ayetinde geçen لَّا يَسَّمَّعُونَ kelimesi; kulak vermezler / işitmezler / dinlemezler / öğrenmezler / bilgi almazlar / anlamazlar anlamındadır.

Misbah, Tac ul Arus ve Kamus sözlüklerinde سَمِعَ kelimesinin “anlamak” manasında olduğu ve geniş zaman, şimdiki zaman (muzari) fiil يَسْمَعُ; anlayış, anlama, kavrama olarak kullanıldığı yazmaktadır.

Teravih namazının kılınması sırasında imamın şaşırması ihtimaline karşın sağ arkasında duran hafız kişi السامع (essamî’u) olarak adlandırılır. Genel olarak Arapça dinleyici, işiten anlamı için tekil olarak السامع (essamî’u) ve çoğul olarak السامعون (essamî’un) kelimeleri kullanılır. Teravih namazı esnasında “işitici” olarak tayin edilen kişi için “سامع” kelimesini kullanılıyorsa ve aynı “سامع” kelimesi de genel olarak Arapçada “işiten” kişiyi adlandırmak için yaygın olarak kullanılıyorsa, o zaman Kur’an’ımızda kullanılan ” السَّمِيعُ ” (essemîy’u) kelimesinin anlamı nedir?  

Eğer; “السَّمِيعُ” (essemîy’u) kelimesi “işiten” anlamına geliyorsa, teravih namazı esnasında bulunan o kişiye neden “السَّمِيعُ” (essemîy’u) denmiyor? Arapça lisanında “işitici” kelimesinin çoğuluna neden “السامعون” (essamî’un) deniyor?

Bu sorular, Kur’an’ımızın “السَّمِيعُ” kelimesine “işiten veya dinleyen” manası veren âlimleri(!) açmaza sokan sorulardır.

Aslında unutulan veya görmezden gelinen en önemli konu; ALLAH’ımızın görme ve işitme fonksiyonunun, yarattığı kullarına ikram ettiği göz ve kulak gibi organların fonksiyonundan çok daha üstün ve başka olmasıdır. ALLAH’ımızı sınırlayabilecek bir şeyin olması mümkün olmadığı gibi O hiçbir şeye muhtaç veya bağımlı da değildir.

Bu yüzden O; kullarına ikram ettiği türden, sınırları olan organlar benzeri bir şeye ihtiyaç duymaz. Ayrıca insanlar “beyin” adı verilen; diğer organlar yoluyla elde edilen ses ve görüntülerin şifresini çözen, yine kendilerine ikram edilmiş bir organa ihtiyaç duyarlar. Beyin olmaksızın diğer organların anlamı olamaz. Halbuki ALLAH’ımız; hata olasılığı dahi olmayan sınırsız kaynak ve bilgiye sahiptir.

Bu nedenle Arapça Kuran’daki “السَّمِيعُ” (essemîy’u) kelimesinin doğru anlamı, anlamlandırılan bir şeyin niteliği yani sıfatıdır. Bu sıfatlar (nitelikler) bize işittiren ve anlayışımızı geliştiren Rabbimize ait olduğu için, beyin fonksiyonu ALLAH ile birlikte kullanılır. Dolayısıyla “السَّمِيعُ” (essemîy’u) kelimesi yaratan ALLAH için kullanır. Doğru ile yanlışı birbirinden ayırırken muhakkak bizi “işitici” ve “dinleyici” kılan, yaratıcımız ALLAH dır…

Çalışmamız için ele aldığımız 17/1 ayetinde Rabbimiz; bize gösterdiği (لِنُرِيَهُ) işaretlerini (delillerini, ayetlerini, kanıtlarını), (آيَاتِنَا) anlamamız (işitmemiz) için bu sıfatları (nitelikleri) kullanmıştır.

نُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ linuriyehu min âyâtinâ innehu huve-ssemîy’u kelimeleri, aslında kendi kendisini açıklar… ALLAH’ın ayetleri veya işaretleri bizim anlamamızı sağlar, bize bilgi verir, doğru tavrı göstermemiz için bizi etkiler.

Bu açıklamalar البَصِيرُ elbasiyrukelimesinin gören, görme manasının yanlışlığını ortaya çıkarır.

Görme رأى (ra+elif+ye) kökünden türetilen یری (yera) kelimesidir. Arapça görmek manasında olup isim olarak رؤية (ruyet) kelimesidir.

Bakmaالنظرة Ennazara kelimesidir.

Olay yeri, manzara, sahne, görüntü kelimesinin karşılığı مشهد meşhud olup, göz ile görme anlamında شھد (şehede) kelimesidir. شاھد Şahit gözleriyle bir şeyleri gören ve شھادۃ (şehade) göz ile tanıklık, bir şeyin ispatı ve delilin kanıtıdır.

 لبَصِيرُ Basiru kelimesine yukarıdaki anlamların herhangi birine dahil olmamasına rağmen, farisi Zerdüşt imamlar ve ilk İslam alimleri tarafından Farsça, görüş anlamına gelen بصارت (besarat) kelimesi üzerinden anlam verildiği için Arapça sözlükler de görme anlamı verilmiştir.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=+%D8%A8%D8%B5%DB%8C%D8%B1%D8%AA&matchtype=exact
ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%A8%D8%B5%D8%B1+&matchtype=exact

Benzer şekilde Arapça olan السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesinin anlamı da Farsça bir kelime olan   سماعت (semaat) ile değiştirilmiştir. İşiten veya dinleyen anlamına gelen Farsça “سمیع” kelimesinin çoğulu olan سامعین kelimesi, dinleyiciler anlamına gelen Farsça bir kelimedir.

ttps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%B3%D8%A7%D9%85%D8%B9%DB%8C%D9%86&matchtype=exact
tps://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%B3%D9%85%D8%A7%D8%B9&matchtype=exact

Arapça’ da işiten veya dinleyen için “السامع” (essamîu) kelimesi ve çoğulu olan “السامعون” (essamîun) kelimesi kullanılmaktadır.

İlk İslam Farisi alimleri Arapça البَصِيرُ (elbasiyru) kelimesini, anlamı Farsça görme gören olan بصارت kelimesi ile eşleştirmişlerdir.

البَصِيرُ Basiyru kelimesi Arapça بصر kök kelimesinden türetilmiştir: Tasavvur etmek, görselleştirmek, algılamak, yargılamak, gerçekleştirmek, hayal etmek, düşünmek, gözlemlemek...                  

بَصِيرَة (basiyra) kelimesi isimdir: Vizyon, hayal gücü, algı, duyular, düşünce, sağduyu, bilgelik, ayırt etme, farkındalık, hızlı ve kolayca anlam ve öğrenme, zor koşullarda hızlı ve akıllıca düşünme, kavrayış; öğrenme, anlama ve karar verme yeteneği, keskinlik, olayları hızlı ve net bir şekilde anlama ve yargılama yeteneği; kurnazlık; fark etme veya anlama konusunda sağduyuya sahip; gözlemci ve ihtiyatlı…

مبصر Mubessir kelimesi; gözlemci olan, vizyonunu/duygusunu/yargısını/ bilgeliğini vb kullanan… Yani بصر besara kök kelimesinin ve بَصِيرَة (basiyra) isminin ifade ettiği anlama gelen yukarıdaki tüm yetenek ve becerilere sahip olan biri için kullanılan kelimedir.

Eğer Arapça بصر kökü “görmek” anlamında alınırsa, Arapça “مبصر” (mubessir) kelimesinin de gören manasında çevrilmesi gerekir. Nitekim 7:201 ayetinde geçen (مُبْصِرُونَۚ) mubsirûn(e) kelimesini alimlerimiz fiil formunda “görenler” anlamında çevirmek istemişlerdir. Ancak çevirilerin çoğunda bir şeyler oturmadığı için ayette isim formunda olan ibareye “(gerçeği) görürler” şeklinde fiil anlamı vermek zorunda kalmışlardır. Bu ayet, Kur’an’ımız da ki البَصِيرُ kelimesinin asıl anlamını çarpıtanların hatalarını açığa çıkaran ayettir.

Bu durumda; çoğul olan مُّبْصِرُونَ (mubsirun) kelimesi “görenler”, tekil olan مُّبْصِرُ (mubsiru) kelimesi “gören” anlamına geliyorsa, البَصِيرُ kelimesinin anlamı ne olacak sorusu sorulmalıdır. 

Başka bir deyişle, مُّبْصِرُ (mubsiru) kelimesi zaten aynı anlamda kullanılıyorsa, البَصِيرُ (elbasiyru) kelimesi nasıl “gören” olarak tercüme edilebilir ya da anlamlandırılabilir?  

Kur’an’daki البَصِيرُ elbasiyru kelimesinin anlamı, مبصر (mubsiru) kelimesinin anlamı ve işlevinin yerine konulmuştur.

البَصِيرُ Elbasiyru kelimesinin anlam ve işlevi olmamasına rağmen yanlış tercüme edilerek “gören” olarak manalandırılmış, keza السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesi de asıl işlev ve anlamından farklı olarak “duyan” olarak tercüme edilerek yanlış kökleştirilmiştir.

Keza, Kur’an’ımızda kullanılan البَصِيرُ (elbasiyru) kelimesinin de doğru anlamı “gören” değil; tasavvur, hikmet, anlayış, muhakeme, vd’lerini yaratan var eden ve geliştirendir.    

Kur’an’daki السَّمِيعُ essemîy’u; (işitme ve dinlemeye neden olan) kelimesinin anlam ve işlevi de السامع (essamîu) (işiten/dinleyen) kelimesinin anlam ve işlevi yerine konulmuştur.

Aslında السَّمِيعُ (essemîy’u) kelimesinin anlamı; kulak zarına vuran ve işitmeye sebep olandır

İşitmemiz içerisi endolenf ve perilenf sıvıları ile dolu kulak salyangozu ve yarım daire kanallarına bağlıdır. Aynı şekilde, görme de ışığa tepki veren bir organ olan gözlere bağlıdır. Rabbimiz kendi kendine yeterlidir ve herhangi bir maddi organa bağlı değildir. İşitme ve görme gibi zayıf kelimeler, kendisi işitme ve görmenin yaratıcısı, ehad olan Rabbimizin niteliklerine, sıfatlarına uymaz. Bu nedenle Rabbimizin; “işiten” ve “gören” yerine, “السَّمِيعُ البَصِيرُ” kelimelerini kullandığı görüşündeyiz. Dikkatli okunduğunda “لسَّمِيعُ البَصِيرُ” kelimeleri arasında çok sık kullanılan “و (ve)” bağlacının olmadığı görülecektir. Bununla birlikte bazı kafası karışık alimler, çevirinin akışını sağlamak için çevirilerine bağlaç ekler… Bazıları da tutarsız bir şekilde bu ifadeyi “işiten ve gören” anlamında kullanır. Bu anlamsız ve tutarsız çeviriler; Kur’an’ın belirli bir ayetinde ne söylendiğinin anlaşılamadığını veya ayetin gerçek anlamının üzeri örtülerek Kur’an’ın ifadesinin başka tarafa yönlendirmeye çalışıldığını gösterir.

Müktesebatta, Ehad olan Rabbimizin eli olup olmadığı konusunda sayfalarca yazan ve hala da tartışılan anlamsız ve tutarsız konulara, göz ve kulak gibi diğer organları neden katmadıkları da tuhaftır. Aslında ard, sema ve ikisinin arasındakilerin tek yaratıcısı olan Rabbimiz; aynı zamanda duyma, işitme, görme, konuşma ve bunlara ilaveten olması gereken lisanlar, dilbilgisi, matematik, kimya, fizik ve sıralamaya güç yetiremeyeceğimiz diğerlerinin yaratıcısıdır… O yarattıklarına asla muhtaç değildir.

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın

Beşer – بشر

Şura 42:51

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ

Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir. (DİB Meali)

كَانَ (kane) fiili; olmak fiilinin geçmiş zamanıdır. Bu fiil olmak anlamında, bir şeyi tasvir etmek ya da bilgi vermek veya birinin ya da bir şeyin durumunu belirtmek için kullanılır.

لِبَشَرٍ (libeşerin) kelimesi; …e, …a, …mek/mak için, … diye anlamına gelen لِ (li) kelimesi ve بَشَر (beşer) kelimesinden oluşmaktadır.

بَشَر (beşer) kelimesi; Kur’an’ımızda bahsi geçtiği yerlerde ve yazılı kaynakların genelinde, insanları yanlış yönlendirmek için sinsice farsça yazılışı ve okunuşu aynı olan; insan veya insanoğlu anlamı ve yine farsça sevindirici haber veya müjdeleri önceden haber veren, kehanette bulunan, gaipten haber veren anlamındaki بشارت beşerat kelimesinin anlamıyla birlikte kullanılmaktadır.

Farsça بَشَر beşer kelimesi insan, insanoğlu anlamlarında fars edebiyatında sıklıkla kullanılmaktadır. Farsça بندہ بشر bindu beşer deyimi de bunlardan birisidir. Farsça بشارت (bişarat) kelimesi, Fars ve Hint azizlerinin ruhani hikâyelerinde de yaygın olarak kullanılmaktadır.

Onlar بشارت bişarat, yani Tanrı’dan müjde verirler ve ayrıca masum halka veya kör müritlerine “بشارت” bisharat veya iyi haberi önceden bildirirlerdi.

https://glosbe.com/fa/tr/
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D8%A8%D8%B4%D8%B1&searchhws=yes
ttps://www.almaany.com/tr/dict/ar-tr/%D8%A8%D9%8E%D8%B4%D9%8E%D8%B1%D8%A9/?c=T%C3%BCm

بَشَر Beşer kelime kökünden türeyen بشرة (beşra) kelimesi Arapça sözlüklerde arandığında; deriyi soyma, kabuk, kılıf, içten bir şey göstermek için kılıf anlamlarına karşılık geldiği görülür.

Diğer bir deyişle بشرة (beşra); altında, içerisinde, gizli veya deri altında olan, kılıf veya kılıfla kaplı bir şeyi gösteren veya ifşa eden anlamındadır.

بَشَر Beşer kelime kökü Arapça olarak; teşhir, gösterme, iletişim kurma, doğrudan iletişim yayın, yayınlama, sunma, iletme, dağıtma, dolaşıma sokma, yayma, davranış, vaaz, tanıtım, kılavuz, duyurma, bildirme, ortaya çıkarma, duyuru, bildiri, yorumlama, izah, anlatım, ortaya çıkma, yükselme, ifşa, inceleme, dışarı çıkma, keşfetme, bildirme, ortaya çıkarma, gösterme, belli etme, olayların ipucu veya işareti,… anlamlarına gelmektedir.

  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça طلع (tala’a) kelimesinin eş anlamlısıdır. Yükselmek, artmak, çoğalmak, uzaklaşmak, çekip gitmek, ayrılmak, büyütmek, geliştirmek, yukarı çıkmak anlamındadır,
  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça خَرَجَ (harace) kelimesinin eş anlamlısıdır. Çıkmak,  ….den/dan çıkmak, görünmek, belirmek, ortaya çıkmak,  gözükmek anlamındadır.
  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça صَعِدَ (saide) kelimesinin eş anlamlısıdır. Artmak, çıkmak, yükselmek, tırmanmak, çoğalmak anlamındadır.
  • بَشَر (Beşer) kelimesi arapça ظَهَرَ (zahera) kelimesinin eş anlamlısıdır. …gibi gözükmek, açığa/meydana çıkarmak, görüş alanına girmek, göstermek, belli etmek, belirmek, göstermek anlamındadır.

Canlı TV yayınlarında veya Arap TV kanallarının doğrudan yayınlanan programlarında görüntülenen Arapça مباسر  (mubaşir) kelimesi; Kur’an’da insan ve iyi haber  ve anlamına gelen yanlış çevrilen aynı Arapça kök kelime “بسر” (beşer) türevi ismi faildir

https://context.reverso.net/translation/arabic-turkish/%D9%85%D8%A8%D8%A7%D8%B4%D8%B1
http://www.arabic-philosophy.com/dict/#b-%C5%A1-r

مبشر (Mubaşir) ve بشیر (beşiyr) kelimeleri; Kur’an’ımız ile ilgili yapılan çalışmalarda kendisine müjde verilen veya diğer kişilere iyi haber veya müjde getiren anlamında yanlış olarak ele alınmıştır.

مبشر (Mubaşir) ve بشیر (beşiyr) kelimeleri; sıfat, ismi fail ve özne olarak teşhir eden, açığa/meydana çıkaran, vaiz, haberci, propaganda yapan/yayan anlamında aynı kök kelime بَشَر (beşer)den türetilmiştir.

Şura 51. ayetinde geçen لِبَشَرٍ cümlesindeki بَشَر (beşer) kelimesi Arap lisanında; yorum, anlatım, yayılma, dağılım, genelge, duyuru, propaganda, tezahür, gösterge, kanıt, yayma (bilgi, fikir), iletme, yönlendirme, gösteri, duyurma, iletişim kurma, doğrudan iletişim yayın, yayın yapma, neşretme, sergileme, sunuş, teşhir, vaaz verme, telkin etme, açıklama, ilan etme, artma, yükselme, oluşum, ortaya çıkma, gelişme, ilerleme, belirmeye başlama, görünme, görünüm, üstünlük, nüfuz, tırmanma, çoğalma, yayımlama, konu, yayın, mesele, gizli saklı olanı ifşa etme, dikkatli okuma, inceleme, bildiri getirme, ilan, beyan, tebliğ, keşif, bulgu, …den önceki, mukaddim, önce gelen, tanıtma, istikamet, doğrultu, yön, yayınlama, öğüt, tavsiye, kılavuz,  başlangıç, ön söz, mukaddime, olacak olayın ipucu, işareti  anlamlarına gelmektedir.

Kur’ân kelimelerinin manalarının bütün Kur’ân âyetleri bağlamında aynı anlamının alınması yöntemine karşın, بشر (beşer) kelimesi ve türevleri farklı anlamlarda kullanılmış olabileceğinden ötürü بشر (beşer) kelimesinin Kur’an’ın diğer ayetlerindeki türevlerini tercüme etmek için; bağlamlarını, konuşmada geçen diğer maddeleri, diğer kelimelerin gramer oluşumlarını ve kelimenin doğru anlamının uygunluğunu dikkatlice incelemek gerekir.

 بشر (Beşer) kelimesi ve onun doğru anlamlarından olan türevleri bu yazıda vermeye çalıştık.

وَمَاكَانَ لِبَشَر (ve ma kane libeşerin): İletişim / duyuru / oluşum / ortaya çıkma için

أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ (en yükellimehullahu): ki ALLAH onunla sözlerini (kelimelerini), iletmesi (duyurması / ulaştırması)

إِلَّا وَحْيًا (illa vahyen): ancak vahiy

أَوْ مِن وَرَاءِ حِجَابٍ (ev min verai hicabin): أَوْ veya + مِن  …den + وَرَاءِ  geri/uzak uç/arka + حِجَابٍ  gizli, saklı olanın konusu cümlenin “yahut perde arkasından” meali tümüyle yanlıştır.

Ancak ilk cümle إِلَّا وَحْيًا ve sonraki أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِحِ cümlesi; bir duyuru, teşhir, keşif, ortaya çıkma, iletim ve iletişimin konusu olarak ardı sıra geliyor.

42:51 ayetinin başında ALLAH’ın, herhangi bir şeyi açığa çıkarmak için sözlerini kendisinin iletmesinin hiç gerçekleşmediği açıkça belirtilmiştir (وَمَاكَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ). Dolayısıyla ayetin cümleleri; iletişimin açığa çıkmasını, vahiy ne olduğunu ve nasıl geldiğini açıklamaktadır.

إِلَّا وَحْيًا illa vahyen: fakat / ancak vahiy (telkin, ilham)

أَوْ مِن وَرَاءِ حِجَا Burada da bize ALLAH’ın perde veya örtünün arkasından konuştuğu asla söylenmiyor.

Aslında bu cümle vahy ile; gizli bir şeyin açıklandığını (keşfedildiğini, ortaya çıktığını) ve en ucundan açığa çıktığını, böylelikle gerçeği arayanlara (düşünürlere veya gerçeği kökünden ve uzaklardan çıkarmak için gece gündüz çalışanlara) bir ilham kaynağı olduğunu açıklıyor.

Dolayısıyla “وَرَاءِ (verai)” sözcüğünün anlamını, bizim cahil âlimlerimiz ve kör mütercimlerimiz değil ama derinlere inip gizli bir hakikati, gerçeği (حِجَابٍ) bulmaya çalışan araştırmacılar (düşünürler, bilim adamları ve filozoflar) daha iyi anlamaktadır.

أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ ; cümlesi aynı şekilde teşhir, keşif ve zuhur konusunda gelmektedir.

رَسُولًا (Rasulan) kelimesinin yanıltıcı tercümesinde, cahiliye döneminin Pagan Araplarının ve günümüzün geleneksel Müslümanlarının inancına göre vahyi indiren bir baş melek veya Cebrail anlamına gelecek şekilde yanlış kodlamışlardır. Daha sonraki alimler de رَسُولًا (rasulan) kelimesini batıl inançlarına göre tercüme ettiler.

Kısaca değinmek gerekirse:

رَسُول Rasul kelimesi yazışma, haberleşme, mesaj, ileti, duyuru, bildirme anlamındadır.

حَكِيمٌ (Hakiym) kelimesi ayetin son kelimesidir ve anlamı hem seslendirme hem de okuyuş olarak benzer olan bilge anlamındaki Farsça حَكِيمٌ (hakiym) kelimesi ile değiştirilmiştir.

Farisiler kendi bilgelerini, filozoflarını ve hekimlerini حَكِيمٌ (hakiym) olarak adlandırırlar. Oysa Arapça ya da Kuran’ daki حَكِيمٌ (hakiym) kelimesi; emir, yetki vb. anlamlarına gelen حکم h+k+m kökünden türetilmiştir. Bu nedenle, eğer Kuran’ın Farsça değil, Arapça olarak indirildiğine inanıyorsanız, Kur’an’ın tamamının tercümesinde kasten yapılan bu yanlışı da düzelterek Kur’an’daki حَكِيم (hakiym) kelimesini doğru anlamıyla alın; yetkili veya otorite…

https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=658

Vahiy kuralları:

1. ALLAH hiçbir şeyi açığa çıkarmak için sözlerini asla iletmez, sözcüklerle anlatmaz.

2. İç görü, anlatım veya keşif sadece söz ile değil, seçilmiş kişilerin kalbine ister bilinçli hallerinde ister rüyada girebilen bir fikir olan ilham ile yapılır.

3. Gizli, örtülü, saklı olanı kendi arkasından, peşi sıra ortaya çıkarır.

4. Vahiy mesajı, O’nun yetkisiyle başlatılır ve izniyle iletilir.

Dolayısıyla, yukarıdaki Kuran ayeti, vahiyde hiçbir kelime kullanılmadığını, ancak bir ilhamın gizlendiğini veya vahyedilmeyen veya henüz ortaya çıkmamış olanın ortaya çıktığını, nakledildiğini ve arkadan tebliğ edildiğini açıkça ortaya koyar.

Ayetin son cümlesi ALLAH’ın belirlediği ölçüler veya O’nun yetkilendirmesi (يَشَاءُ yeşau) devreye girdiğinde vahiy mesajının da aktarıldığı veya nakledildiği belirtilmiştir.

Şura 42:51

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْيًا أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاء إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ

  • ALLAH’ın 
  • anlatım (yasa / ortaya çıkma / keşif / olayın ipucu) için
  • kelimelerle aktarması (konuşması / söylemesi / bildirmesi / iletmesi / sunması)
  • sadece (ancak) bir ilham kaynağı  
  • ve 
  • örtülü (gizli) olanın arkasından (ardından, peşi sıra)
  • ve 
  • kendi izniyle (kendi emrinde / nüfuzunda / salahiyetinde / sultasında / yetkisinde)
  • ne istediğini açıklayan bir mesaj iletmesidir.
  • إنه علي حكيم / O yücedir, hakîmdir.

*****

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170

Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Takip edilen <a href="http://kimsin.kim/tag/beser/" rel="tag">beşer</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/li-beserin/" rel="tag">li beşerin</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/sura-51/" rel="tag">şura 51</a>, <a href="http://kimsin.kim/tag/vahiy/" rel="tag">vahiy</a> Bir yorum yapın

merada – مرض

Bakara: 2/10

فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. (DİB Meali)

Ehad olan rabbimizin bize verdiği Kur’an’ın 2/10 ayetinin muhtelif tefsir ve meal kitaplarında bakıldığında مَّرَضٌ meradun kelimesinin anlamının hastalık olarak ifade edildiği görülür. Söz konusu ayette ve benzerlerinde hiçbir şekilde yer almadığı halde, “münafıklıktan kaynaklananibaresi, sanki varmış gibi hazfedilerek anlam kayması oluşturulmuştur.

Farklı sözlüklere bakıldığında da مَّرَضٌ meradun kelimesinin anlamı olarak her ne kadar hastalık yazılı olsa da satırların alt taraflarında, kavramın memnuniyet anlamının da yazılı olduğu satırlarla karşılaşılır.

https://www.almaany.com/en/dict/ar-en/%D9%85%D9%91%D9%8E%D8%B1%D9%8E%D8%B6%D9%8C/
https://translate.google.com/?sl=ar&tl=en&text=%D9%85%D8%B1%D8%B6&op=translate

Oysaki Arapçada hastalık kelimesinin karşılığı, Türkçeye de girmiş olan عِلّة illet kelimesidir.

https://sozluk.gov.tr/

Ayrıca سَقِيم sekiym kelimesi ve türevleri de hastalık ile ilgili yaygın olarak kullanılmaktadır.

https://kuranmeali.com/Kokler.php?kok=%D8%B3%20%D9%82%20%D9%85&harf=%D8%B3

Alimler veya Kur’an’ı açıklama amacıyla hareket ettiklerini iddia edenler kelimenin مرض (m+r+d) merada kökünden türediğini söyleyerek, esas türediği kök olan رضأ (r+d+e) kökünü konu etmeden karışıklığa sebep olmuşlardır.

رضأ (r+d+e) kökü ve bu kökten türeyen kelimeler; memnuniyet, kabul edilebilirlik, yeterince iyi olma hali, oldukça iyi, hoşgörü, rıza, izin, övgü, takdir, onay, memnuniyet duygusu anlamlarına gelmektedir.

https://www.luggat.com/index.php#ceviri

Hatta alimler ve Kur’an’ı Kur’an ile anlamak gerektiğini söz konusu edenler رضأ kökünün son harfinin ا veya و veya ی harfi ile bittiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.

http://lexicon.quranic-research.net/data/10_r/127_rDw.html

Ehad olan Rabbimizin kitabında değişiklik yapmaya asla muktedir olamadıklarından ilk dönem Kur’an ile ilgili kitaplar ve Arapça sözlüklerini hazırlayanlar, kelimelerin anlamlarını eğip bükerek kendi Zerdüşt ve pagan dinlerinin dillerini, Kur’an’ın manalarına karıştırarak ayetleri anlamış ve aktarmışlardır.

https://translate.google.com/?sl=fa&tl=en&text=%D9%85%D8%B1%D8%B6&op=translate
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?page=1946
https://dsal.uchicago.edu/cgi-bin/app/hayyim_query.py?qs=%D9%85%D8%B1%DB%8C%D8%B6&searchhws=yes
https://tr.glosbe.com/fa/tr/%D9%85%D8%B1%D8%B6
https://www.luggat.com/index.php#ceviri

Lügatlerde merade kavramının anlamına, girişte belirtildiği gibi ayetlerde yer almayan hazf üzerine geliştirilerek dile yerleştirilen hastalık manasına, aşağıdaki ayet direnmekte ve bu oluşuma geçit bırakmamaktadır…

Fecr; 89/28

ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً

İrci’î ilâ rabbiki râdiyeten merdiyye(ten)

Sen O’ndan razı, O’da senden razı olarak Rabbine dön!” (DİB Meali)

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَتَّبِعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ

اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَهْتَدُونَ

Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, bilakis biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuza uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Bakara 2:170
Yayınlanan <a href="http://kimsin.kim/category/carpitilan-kavramlar/" rel="category tag">Çarpıtılan Kavramlar</a> Bir yorum yapın